Yazar: Meryem Selva
“Modern hamilelik kamusal bir deneyimdir.
‘Şiş’ insanları ona uzanıp dokunmaya davet eder.”
(Alexandra Howson)
Her kadın doğum yapmak zorunda değildir ama her doğum biriciktir. Bedenden can bulan bedenler, sesler arasından tek bir sesin tecessümüdür: “Bir avazda doğur!” Ve cinsellik ne kadar mahrem addedilirse addedilsin hamile kaldığında kamuya da açılır beden. Dokunma dürtüsü sarar bir kadını, başka bir karına rahatça dokunabilmesine cesaret veren. Ne kadar sakınmaya ve saklamaya çalışırsa çalışsın hamilelik kamusal alanda kadının öznelliğinde onu yukarı taşıyan bir eşiktir de (burası oldukça ironik). Oysa bir yenilenme olduğu kadar bir yaralanmadır da doğum. Kimliğini çoğaltırken eksiltir de. Ne bedenin ne zihnin eskisi gibi kalabilir. O eşiği geçtiğinde “Anne”sindir artık ve karnındaki ağırlık kucağına verildiğinde tüm annelikler sırtına yüklenir, mitik, mistik, bilimsel öykülemeleriyle. Hafifledikçe ağırlaşırsın. Din kadın bedenini kutsadığında günahlarından arınma belgesidir doğum. Çocuk büyüdüğündeyse imtihanın.
Nedense kendi doğumuyla kıyaslamadan bir kadın başka bir kadının doğumuna ortak ol(a)maz, çoğu zaman yadsır da. Doğum anlatıları malumatfuruşluk düzleminde kartopu gibi büyür, hamile özneyi kaygı ve yetersizlik duygusuyla kuşatır. En zor doğum “öteki”nin olmuştur ya da o kadar kolay bir doğum yapmıştır ki abartılmasının bir anlamı yoktur. Sezeryanla doğum yapmayı istemekse mecbur kalınmış olsa dahi bir şımarıklık hatta eksiklik göstergesidir. Yeterince güçlü olamamıştır o kadın. Bedenindeki bir kusurun ifşasına dönüşmüştür doğumu. Yarasına baktığında eksikliğini görür. Dışarı yansıttığıysa zamanla bir kahramanlık anlatısına dönüşür. Erkeklerin askerlik anılarından farkı yoktur bazen kadın doğumlarının. Ama tezkeresini aldığında eski gömleğini giyerek hayata karışamaz kadın özne. Bedelli indirimi de yoktur doğumun, emeğin ücretli karşılığı da. Bazense al basar kadını, cinnet geçirir, yarası büyüdükçe balkondan düşen bir ceset olmuştur artık bedeni. Üçüncü sayfa okurları anlamlandıramaz annenin böyle birdenbire ölmesini. Doğum anlatıları şifalandırabilir mi?
Rita Ender, pandemi dönemine denk düşen hamileliğinde “Ne demek içinde bir insan taşımak?”, “Ne yaşatır?”, “Ne hissettirir?” “Hangi ritüellerle karşılanır?” sorularının izini sürmüş ve farklı kuşaktan, farklı kültürde, bambaşka sınıflara mensup, ayrı sektörlerden yirmi altı kadınla söyleşi yapmış. İlk doğumunu erken yaşta yapan da var katılımcılar arasında kırklarında anne olan da. Çocuğunun bakımını kendisi üstlenen de var, aile bireylerine bırakan da. Bedeninden utanan da var bedenini kendi kararlarıyla besleyen de (Vegan bir anne! Şaşırdınız değil mi?) Riskli gebelik ve düşük de doğum kadar kimlikte bir yara açabiliyor bazen. Bazense kürtaj merhem. Doğumla ilişkisini dinle tesis eden kadın özne de var tedaviyle hamile kalıp doğuran da. Nazar korkusu ve kutsal kitaplar ortak bir zemin anlatılarda yastıkların, yatakların altında çocuğu bekleyen. Temennilerse ve önerilerse çok açık: “Kimseyi duyma, mutlu geçir hamileliğini ve bir avazda kurtul!”. Kurtulur mu gerçekten de kadın doğum yaptığında? Yoksa kurtulduğu yerden mi bağlanır? Ritüeller bir araya geldiğinde nasıl bir etki bırakır kadınlık deneyiminde? Ortak bir doğum hafızasından bir doğum/doğma/doğrulma kültüründen söz edebilir miyiz? Kimlikler arasındaki sınırları siler mi yoksa bir doğum?
Alevi, Sünni, Ortodoks, Rum, Ermeni, Laz, Çerkez birçok kimliği bir araya getiriyor Bir Avazda: Hamilelik Söyleşileri. Bu toprakların çok kültürlü yapısı doğum deneyiminde birleşiyor. Kendimi sırtımdaki yüklerin ağırlığıyla ezilmiş bulduğum bir günde, bir avazda okudum kitabı ben de. Hepimizi kuşatan o büyük hikâyenin altında ezilirken, kendi küçük hikâyemde şifalı bir alan açtı bana söyleşiler. “Ana olma da ne olursan ol” diyen anneannemi sevgiyle kucakladım. Reçel okurlarınaysa hem bir tavsiye olarak kitabı hem de şu soruyu bıraktım:
“Doğum sırasında/sonrasında kültürel/dini hangi ritüelleri yaptın?”
Hiç bir ritüeli yapmadım yapamadım
Bilhassa 2.doğumdan sonra anladım ki doğumun kolayı zoru yok
Her doğumun kendi içinde ayrı hikayesi var parmak izi gibi tıpkı birbirine benzeyen ama asla aynı ol/a/mayan
Ve anladım ki mevzu doğurmakta değil sonrasında geceyle gündüz birbirine karışırken dipsiz kuyuya düşen kendi özbenliğini kaybetmekten kendini alıkoyamamak daha zorlu bir hikaye (imiş)
Bu saatte aşırı uykusuzluk da sarsa tüm bedenimi ruhumu kaybetmemek adına kendim için bir şeyler yapayım istedim reçel okuyarak
Cinnetin eşiğinde gidip gelen ve yine ordan kendini kendi kurtarmak zorunda kalan annelere selam olsun