Yazar: B.
Görsel: Shadi Ghadirian
Bugün bir kadın hikâyesi dinledim. Yaşanırken bir kısmına şahit olduğum bir hikâyenin final kısmı… Bardağı taşıran son damlası belki. Bugün o ablanın bana anlattıkları bir ilkti. Benim gördüğüm kadarıyla, en çaresiz hâliydi. Abla desem de, aslında yaşı benden ve bu yazıyı okuyan çok insandan daha genç olabilir. Suriye’den Türkiye’ye göçtü. Yanında çocukları ile göç yoluna çıktı, İstanbul’a onlardan önce gelmiş kocasını buldu. Bir zemin katında asla ev denemeyecek bir alana yerleştiler.
Kötü anılardan çok bahsetmezdi ama ara sıra ağzından kaçırdıklarına göre, ilk zamanlar çöpten ekmek toplamaya bile çıkmışlardı. Ama azimliydi o, iş bulmuş, evini toparlamaya da çalışmıştı. Kocası hastaydı, çalışamazdı. O zamanlar yaşı küçük olan bir oğlu ile beraber bir atölyede çalışmaya başladılar. O çocuk asla bir okula gidemedi. Zamanla durumlarını iyileştirmeyi başardılar. İyileşme derken, mesela kaldıkları yerin yağmur yağınca çamur olan -çünkü camlar su alırdı- zeminini fayans ile kaplattılar. Zaten fahiş bir ücrete bu mekânı kiraya veren mülk sahibi bu tadilata zerre kadar müdahil olmadı.
Biz tanıştıktan sonra, küçük bir dayanışma/örgütlenme faaliyetiyle başka bir eve çıkardık onları. Kendisi çok samimiydi, iletişim gücü çok yüksekti. Çok azimliydi. Bizim nasıl başardığına hayret ettiğimiz her bir işi halletmeyi; ev sahipleriyle, satıcılarla, çocuklarının öğretmenleriyle Türkçe bilmediği halde iletişim kurmayı; doktorlara ve eczacılara derdini anlatmayı; komşularla geçinmeyi bıkmadan, yılmadan, insanlara kızmadan başarıyordu. Duygusal zekâsı daha yüksek biriyle karşılaştığımı hatırlamıyorum. Tüm maddi güçlüklerin yanı sıra, dertleşmeye de çok ihtiyacı vardı. Çok konuşup benim zamanımı almaktan çekinirdi. Ama o kadarında bile, anlattıklarını nasıl karşılayacağımı; ona ne tepki vereceğimi bilemezdim. Benimle beraber onu ziyarete gelen bir kişi bir daha gelse sevinirdi. Akrabalarının, kardeşlerinin yokluğunu bir nebze unuttuğunu söylerdi. Kimsesizliğini anlatırdı
Nadiren de olsa kocasından şikâyet ederdi. “Sizde de erkekler böyle mi, bizdekiler çok sinirli oluyor.” derdi bazen. Ama en büyük şoku, bizi uğurlama bahanesiyle evden dışarı çıkıp, doğum kontrol hapı istediğinde yaşamıştım. Kocası bilsin, istemiyordu. Adam ne kendisi korunuyordu ne karısının korunmasına izin veriyordu. Daha önce bir sağlık ocağına gidip iğne olmuştu, ama onun yan etkilerinden hiç hoşlanmamıştı. Zaten günde on iki saat çalışan bir kadındı, tüm ev işlerini o yapıyor, çocuklarla da o ilgileniyordu. Kocası ise çalışamazdı, şeker hastasıydı, galiba dizinde de bir problem vardı… Çocuklarla ilgilenmez, başı ağrıdığında küçükleri evin dışında bırakır, bol sigara içerdi.
Derken bir gün yeniden hamile kaldı. Aslında hiç ama hiç istemedi. Hamile kalınca nasıl çalışacaktı? Sonradan söylediğine göre kürtajı bile düşünmüştü. Ama babanın imzası olmadan böyle bir cerrahi işlem gerçekleşmeyeceği ve merdiven altı yerler de yüklü bir miktar para istediği için yaptıramamıştı. Sadece o cümleleri bile nasıl bir evlilik ilişkisi içinde olduğunu gösteriyordu ya neyse… Hikâyeleri sadece bunlarla kısıtlı değildi tabi. Arada hastalıklar, taşınmak zorunda kalmalar, kimlik kartı iptalleri, eşyalarının çalınması, patronun maaşlarını vermemesi gibi yığınla sorun var. Aile olarak tüm bunlarla başa çıkmaya çalışırlarken değişmeyen tek şey çalışmayan, hiçbir sorumluluk almayan, hiçbir işe elini sürmeyen bir babaydı.
Pandemi ile birlikte, onun o çok başarılı ve ders çalışmayı çok seven çocukları okula gidemez; çevrimiçi eğitime de erişemez oldu. Kendisi birkaç gün önce bana bir sesli mesaj atıp, ortak bir noktada buluşmak istediğini söyledi. Görüşeceğimiz güne kadar, neden benimle bu şekilde iletişime geçtiğini, ne gibi bir problemi olabileceğini düşünmekten aklım çıktı. Kocası kalp hastasıydı, o mu? Komşuları evden çıkarılmaları için imza topluyordu, yoksa o mu? Yoksa hastalar mı? Çocuklara bir şey mi oldu? İş kazası geçiren mi var?
Buluşma noktasına geldiğinde gözü yaşlıydı. Bizden bir daha, özellikle o evde yokken, onlara nakit yardımı yapmamamızı istediğini söyledi. Kocasının bu parayı onlara vermeyeceğini, zaten onu ve çocukları bir atölyede çalıştırttığını, kazandıkları tüm paraya el koyduğunu anlattı. Adamın, eğer çalışmayacaksa, ona evden -kirasını ödemediği, geçinmesi için kılını bile kıpırdatmadığı o evden- gitmesini söylediğini… Eline beklediği miktarda para geçmeyince, ona şiddet uyguladığını; sofraları devirdiğini… Bir gün onu, apartman komşularını polisi aramak durumunda bırakacak kadar çok dövdüğünü… O gün onu ambulans ile acile naklettiklerini… Adamın karısının ve çocuklarının maaşlarından topladığı parayı kendi annesi ve kız kardeşlerine gönderdiğini… Onlara yiyecek ya da giyecek almalarına yetecek kadar, hatta bir keresinde hastaneye gidecek kadar bile, para bırakmadığını… Tüm bunlar olurken, kendisinin üzüntüden yaşadığı -henüz tanısı konmamış- ağır hastalıkları… Bu evi bırakıp, Suriye’ye dönmeyi bile düşündüğünü, ama en küçük bebeği ve kızları ile göç yoluna çıkmaktan korktuğunu…
İşin en kötüsü, bu durumda olduğunu bildiğim tek kadın o değil. Benim ise -şiddete uğrayan kadınların nerelere başvurabileceğinin bilgisine aşina olmama rağmen- geçici yardım sağlamaktan başka bir şey elimden gelmiyor.
En acısı da görüp gözlerine bakıp bir şey yapamamak sizi çok iyi anlıyorum.Yaşadıklarına nasıl dayandıklarını insanın gidecek yeri olmadığında mecbursun deyişi geliyor bir Ablanın ,mecbursun umarım dünya bu mecburiyetleri değiştirecek bir imkanımız olur .
Okuyunca içim parçalandı. Maalesef benzer durumlara ben de şahit oldum. Ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Zaten kadınlar müdahil olmamızı istemiyordu. Sonuçta, kendi deyimleriyle yabancı bir ülkedeler ve kimsesizler.
Burada bunu yazarken birçok kişinin tepki göstereceğini de biliyorum ama yine de yazmak istiyorum. Kadına şiddet ve burada anlatılan erkek profili bizim toplumumuzda da istemediğimiz kadar çokken bir de yaptırım uygulanmayan mülteciler bu işi iyice çıkmaza sokuyor. Bizim toplumumuzda, her ne kadar şiddet olayları yaşanıyorsa da toplumun şiddet uygulayan insanlar üzerinde bir yaptırımı var. Benim çevremde var yani. Ailemde de oturduğum binada da, iş yerinde de evinde şiddet uygulayan bir erkek tepki görür, duruma müdahale edilir. İş yerim Suriyelilerin yoğun olduğu bir bölgede ve geçen yıl Suriyeli ve Afgan çocuklarla bir proje dahilinde bir araya geldim. Tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim, kadına şiddet özellikle Suriyeli mültecilerde normal karşılanıyor. Devletimiz de olaylara müdahil olmadığı için çok rahatlar. Zaten sosyoekonomik düzeyi düşük insanların oturduğu çevredeki ailelere de çok kötü örnek oluyorlar. Hatta Suriyeli kadınlar bu durumu içselleştirmiş, bizim yeni yeni hakkını savunmayı öğrenen kadınlarımızı kınıyor, onlarla dayanışmak yerine onları asi ve dik başlı kadınlar olarak yaftalıyorlar. Hiçbir ülke bu kadar çok mülteciyi kuralsız bir şekilde içine alıp sorunsuz bir şekilde yaşayamaz. İleride çok ciddi kültürel sorunlar yaşayacağımız kesin. Taş yerinde ağırdır. Bir an önce ülkelerinde güvenliğin sağlanmasını ve geri dönmelerini diliyorum. Bu arada bunları yazarken asla mültecileri suçlamıyorum. Önce Suriyeyi karıştıran, bu hale getiren iç ve dış güçleri ve halkına zulmeden Esad’ı, sonra da memleketimize plansız programsız, denetimsiz mültecileri alanları suçluyorum. Yoksa bir iç savaşta herkes canını kurtarmak için bir yere kaçmak ister. Kabullenemediğim şey mülteciler değil, bu insanları ülkeye doldurup, kontrolsüz ve perişan bir şekilde bırakıp her türlü kötülüğe açık hale getirenler.
Nisa bebeki düşünerek okudum. Hayatları yitip giden bir sürü kimsesiz insan var, etrafındaki destek mekanizmaları bile yardımcı olamıyor ufacık şeylerin değişmesine. İnsan olarak çok utanıyorum, yoruluyorum, üzülüyorum ve evet hiçbir şey olmuyor