Konuk Yazar: Zehra
Haftanın hangi günündeyiz bilen var mı? Ayın kaçıncı günü bugün? Karantina birçoğumuzu tam zamanlı ev hanımına dönüştürürken, tam da şimdi ve burada, Müslüman feminist olmamızın mahiyeti nedir?
Bundan birkaç hafta öncesine kadar kim olduğuma dair çıkardığım en çatlak ses Müslüman feminist olmamdı. Bir dizi toplantı, atölye, söyleşi, okuma grubu, projeler, çalıştaylar… Karşılaşmalar, çatışmalar, temaslar, kopuşlar… Her birinde itinayla, gururla ve şüpheye mahal vermeksizin Müslüman feminist olarak var oluyor, konuşuyor, dövüşüyordum. Ta ki, eve kadar. Evde Müslüman olmayan kimse yok. İki yaşındaki oğlumun ileride tercihinin ne olacağını henüz bilmiyorum. Evimiz küçük bir Türkiye. Yüzde doksan dokuzu Müslüman, seküler hukuk ve muhafazakar değerler hüküm sürüyor. Eve ekmeği babam ve kocam getiriyor. Annem benim güçlenmemin yolunu kendini ücretsiz bakım emeğine kilitleyerek açıyor. Sürekli sofralar kuruluyor, tabaklar oradan oraya taşınıyor. Evdeki tüm makineler harala gürele bir maratonun içinde. Onlar çalışıyor, biz çalışıyoruz. Feminist (düz feminist) olmam hasebiyle evdeki iş bölümüne dair mütemadiyen huzursuzluk çıkartıyorum. Sofrayı ben kurdum, sen kaldır. Çamaşırları ben astım, sen topla. Çocuğu ben yıkadım, sen uyut. Karantina günleri evi seri üretim atölyesine çevirince işbölümü kendini bir zorunluluk olarak dayattı ve yardım duygusuyla da olsa evdeki erkekleri harekete geçirdi. Sadece feminist olarak bu level’a kadar gelebilmiştim. Ta ki, yaptığım yemeği yemeyen oğlum göğsüme yapışınca onu emzirmeyi reddedişime kadar. Nasılsa emerim, bu tabağı da devireyim diyen oğluma hayır dediğimde mırıldanmalar başladı. Yemek ve sofraya dair bir davranış kazandırmak için oğlumu emzirmeyi reddetmem üzerine yücegönüllülüğünü ortaya koyan eşim “emziriver, çocuk aç kalacak” minvalinde bir şeyler vaaz etti. Müslüman feministliğim birkaç haftadır içinde bulunduğu rehavetten ağır aksak çıktı, eşimin kulağına eğildi ve yavaşça “Kadın kendi çocuğu dâhil olmak üzere hiçbir çocuğu emzirmek zorunda değildir” dedi.
Talak Suresi’nin altıncı ayetine göre[1], kadın müşterek çocuğu erkek adına besler, dolayısıyla erkek bu süt verme hizmetinin ücretini ödemelidir. Şayet emzirmek istemezse, erkek müşterek çocuğa ücreti karşılığında başka bir sütanne bulmak zorundadır. Elbette Rabbin geçim meselesini erkeğin meselesi olarak tayin etmesi böyle bir hükmün temelini oluşturuyor olabilir, önemi yok. Kadının bizzat bedeni üzerinden tanımlanan fıtri analık görevini reddedebilmem için yeterli bir referans Talak/6. Tıpkı pek sevdiğim Federici’nin[2] bir zamanlar savunduğu gibi, kadının yaptığı işin mevcut sistem içerisinde gerçek bir iş olarak tanımlanması ve meşruiyet kazanması için zaten kadına yıkılmış bu işlerin ücretlendirilmesi önemli bir kazanım olarak değerlendirilebilir. Ancak, Federici bunun sadece “başka seçeneği olmayan”, yani bu işi kamu hizmetleri yoluyla veya erkekler ile eşit paylaşarak üzerinden atamayacak kadınlar için bir seçenek olduğunun altını çizer. Bu açıdan, süt parası zamansız ve mekansız bir biçimde ihlal edilebilir anne bedenine karşı –oğlumu nerelerde, ne koşullarda emzirmek zorunda kaldığımı düşününce- annelikten sonra da ancak ve ancak bizim olmaya devam eden kadın bedenini savunmak için iyi bir meydan okuma aracı olabilir. Nitekim oldu da. İki Müslüman arasında aslında kadın ve erkek olmaya dair, anne ve baba olmaya dair, karı ve koca olmaya dair bir tartışma vuku buldu ve yardıma ne Federici, ne Delphy, ne Benston, ne de Gülnur[3] koştu. Ancak ve ancak vahiy ve onun olabildiğince ataerkil yorumlardan arındırılmış meali/tefsiri bu gerilimi dindirebilirdi. Bu noktada, yemeğin altını kısıp Müslüman feminist olmanın politik ve gündelik hayata yön veren mahiyeti üzerine düşünmekten kendimi alamadım.
Müslüman feminist olmam dinen haklarımın ne olduğunu bilmemi, Müslüman erkeklerin şiddet epistemolojisiyle mücadele edebilmemi sağlıyor. Miras, mehir, nafaka, ebeveynlik, evlilik/boşanma, ev içi roller, şiddet, cinsellik gibi kişilerarası hukuka dair bir mesele vuku bulduğunda, yani aslında Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar karşı karşıya geldiğinde, İslami feminizm oldukça işlevsel bir sığınak. Fakat var oluşumuz doğrudan böylesi bir pragmatizmde köklenmiyor. Bizi bu çerçevenin içinden düşünmeye, konuşmaya ve dövüşmeye iten bir objektif pozisyonumuz var. Bu objektif pozisyonumuz, fıkhın kadın bakış açısıyla yeniden şekillenmesi ile hayatları en çok değişikliğe uğrayacak kişiler olmamızdan kaynaklanıyor. Örneğin, meşhur da-re-be ayeti vurmak olarak yorumlandığında ne değişecek, ayrılmak olduğunda ne değişecek seküler feministin hayatında? Eğer katı fıkıhçı bir sevgilileri/eşleri yoksa tabi ki. Da-re-be’nin vurmak değil ayrılmak olduğu bilgisi benim ve diğer hayatları geleneksel fıkıhla kuşatılmış kadınların hayatını objektif olarak değiştirebilecek bir bilgi. Bu bilgiyi canhıraş savunmak bizim mücadelemiz. Çünkü bundan bir menfaatimiz var. Dolayısıyla Müslüman feministliğimiz sadece ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda kaderlerimizi, ve aslında evlerimizin içini birleştiren ataerkil fıkha karşı bizzat var oluşumuza gömülü bir eşitlenme mücadelesi. Bir gün çıkıp, “artık inanmıyorum” diyerek fıkıh perdesini topyekün yırtıp atmadığımız sürece, yani Müslüman kalmakta ısrar ettiğimiz sürece, hayatlarımız en az iki fıkıh paradigmasının çarpıştığı alanlar olmaya devam edecek. Bu çarpışmalar tam anlamıyla bir “dine karşı din” müsabakasıdır. Sosyalist Feminist Kolektif kendini kamuya ilk duyurduğu metinde[4] bir tanımlama tartışması yürütür. Sosyalist feminist olmanın “aynı zamanda sosyalist olan feministler” demek olmadığını, feminizm içi bir ayrıma işaret ettiğini vurgular. “Ayağımızı bastığımız toprak feminizm toprağı” diyen bu kadınlar feminist mücadelelerini anti-kapitalist bir hat üzerine kurarlar. Bu kadınlara “feminizm zaten anti-kapitalisttir, ne gerek var böyle şeylere” diyen kimse çıkmamıştır (umuyorum). Müslüman feministlere ise bir yandan Müslüman erkekler “İslam’da kadın hakları zaten vardır, ne gerek var böyle şeylere” diye had bildiriyor, diğer yandan bazı seküler feministler “hepimiz aynı şeyleri söylüyoruz, ne gerek var Müslüman diyerek ayrıştırmaya” minvalinde sitem ediyor. Zannediyorum ki, Müslüman feministliğimiz bu iki muharrik kuvvetle karşılaşmalarımız sonucu palazlanıyor. Bu iki gruptan azade hangi ortamda feminizmden konuştuysam, feminizmden konuştuğumuzu fark ediyorum. Bizi aynı zamanda Müslüman olan feministler olmanın ötesine taşıyan politik hattın izini sürerken bir hayli zorlanıyorum. Ayağımızı bastığımız toprak kimin toprağı sahi? Ne sadece İslam diyebiliyorum buna cevaben, ne de feminizm. İslamın ataerkil yorumlardan arınmış bir haline, İslam’ın “içimize sinen” bir haline basıyor ayaklarımız. İslam’dan feminizme çok kolay gidebiliyoruz da, feminizmden İslam’a gitmek o kadar kolay olmuyor. Müslüman olmayı namaz, oruç, zikir gibi ritüellerin ötesinde, temel bir perspektif ve haysiyet arayışı olarak giydiğimiz anda; bir kadın olarak maruz kaldığımız onur kırıcı davranışlar, psikolojik şiddeti de içeren her türlü şiddet ve hak gaspı bizim için karşı konulamaz bir mücadele alanı açıyor. Bu haysiyet mücadelesinden feminizm tüm tutarlılığıyla çıkıyor fakat bu çerçevenin dışında palazlanmış bir feminizme böylesi bir kara delikte mücadele etmeyi anlatmak o kadar kolay değil. Tam da seküler feministlere İslami feminizm anlatmak veya Diyanet İşleri, cemaat-tarikatler ve bir takım şeyhülerkler ile dine karşı din mücadelesi vermek anlamını biraz olsun yitirmişken, yani farklı özneler ve kurumlarla sınırlara, tanınma ve tanımlamaya dair kamusal tartışma yürütmenin olanakları ve mahiyeti kısıtlıyken, evin içinde Müslüman feminist olmanın kurtarıcılığına ilk defa bu denli sarsılarak şahitlik ediyorum. Evi görünmez bir fıkıh elinin yönetmesine izin vermiyor, cinsiyetçi işbölümüne karşı yapıştırıyorum kendi söküğünü kendi diken Rasullallah örneğini. Yapıştırıyorum “bu işleri yapma zorunluluğum dinen bulunmamakta” yı büyük bir özgüvenle. Çünkü biliyorum ki bulunmamakta. Vakit yıllardır o toplantı benim bu atölye senin kafa patlatarak edindiğimiz “içimize sinen” fıkıh bilgisini evlere salma, kendimizi ev işlerinden karantinaya alma vaktidir. Ebu Hureyre’nin işkembeden salladığı bir mevzu hadisin senedindeki problemleri ayrı, metnindeki problemleri ayrı biliyorsak bu çeşitli mecralarda sekülerlerin fobik sorularını cevaplamak veya birilerine “gerçek İslam” tebliği yapmak için değil doğrudan hayatlarımızın ipini elimize almak içindir.
[1] O kadınları, durumunuza uygun olarak kendi oturduğunuz yerde oturtun ve onların imkânlarını daraltmak yoluyla kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayın. Sizin hesabınıza (çocuğu) emzirirlerse onlara karşılığını ödeyin ve ve aranızda güzelce konuşup anlaşın. Anlaşmakta zorlanırsanız bu durumda o erkeğin hesabına başka bir kadın emzirecektir.
[2] Silvia Federici (1974) Wages against housework.
[3] Gülnur Acar Savran
[4] http://www.sosyalistfeministkolektif.org/biz-kimiz/biz-kimiz/
Merhaba, Fikirlerinizin ahirette karşınıza elem ve azap verici bir şekilde karşı çıkmasını istemiyorsanız bu fikirden dönersiniz. Ben Allah adına karar vermekten yine Allah’a sığınırım. Yaptığım yalnızca bir tebliğ
Senin ne düşündüğünün ne önemi var vasat herif
Zihnine, yazan ellerine ve emeğine sağlık Zehra. Aynı anda sevindirdin, üzdün, hırslandırdın, umutlandırdın ve en önemlisi çokça düşündürdün. Bu kadar çok duygu için teşekkürler
Uzun zamandır okuduğum en saçma şey.
Ellerine, kalemine sağlık Zehra. Bu günlerde çok ihtiyaç duyduğum bir yazıydı, hele de dün akşam babamla benzer bir konu üstünden tartışırken “hain”likle suçlanmamın hemen ardından. Allah’ın verdiği hakkı talep ettiğim için hain oluyorsam batsın bu muhafazakar aile.
Talebiniz hangi koşullarda gerçekleşti ona bakmak lazım bir de.
Erkeklerin maddi yükü taşıdığı bir evde kadınların da ev içi işlerden sorumlu olmasını islami feminizm açısından sorunlu bulmuyorum. Aksine da-ra-be fiili terketmektir vurmak değildir derken, milenyumda ev geçimi senin sorumluluğun ben çocuğumu bile emzirmek durumunda değilim derken, peygamberin döneminde bunun bir gelenek olduğunu günümüzde ise neredeyse hiç uygulanmadığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Aksi halde , adil iş paylaşımından ziyade, erkek iktidarının erkeklerden alınıp kadınları ihya etmek üzere talep edilmesinden öteye gidilmez
Feminizmin kadınlar arasındaki parçalı haline dikkat çektiğiniz için çok teşekkürler. İslami feminizmin kimi feministlerce oksimoron bulunmasından ötürü, doğrudan dışarıda bırakılması ile pek çok kez karşılaştım ve bir iki cümle kurmak istediğimde ciddiye alınmadım. Cümlelerinize katılıyorum. Ancak, İslam’dan feminizme geçmenin de feminizmden İslam’a geçmek kadar zor olduğunu düşünüyorum. Ama anlıyorum. Yine yazmak ve tartışmak dileğiyle. Sevgiler
Ebu Hureyre hakkında nasıl böyle bir üslupta konuşuyorsunuz? Şahit olmadığınız bir şey hakkında nasıl böylesine kabaca, böylesine fütursuzca hüküm verebiliyorsunuz? Hayretler içindeyim.
İnsan hiç mi düşünmez “peki ya ben yanılıyorsam?” diye… Yazının sonuna kadar okuyup hak verdiğim bir çok yer bulmuşken sahabeye karşı takınılan bu tavrı çok çirkin buluyorum. Lütfen bu üslub probleminden dönün.
Hatta yanlış mı okuyor, yanlış mı anlıyorum diye defalarca kez okudum. Lütfen yanlış anlamış olayım…
Bir orayamı takıldınız.yada takılmak istediğiniz yer orasıydı da yazıyı o amaçla mı okudunuz.Ebu hureyre adı ile başlayan hadislerin çoğunun zayıf rivayet olma olasılığının ne kadar çok konuşulduğunu da duyun!!!Ve bunada takılın……..
Bu itirazınızın öncesinde temellendirmek adına naçizane bir tavsiyem olacak “Hz Şişenin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler ” (zerkeşi/ bünyamin erul çevirisi-otto) kitabının Kur’an’a arz bölümünün 39.sfdan sonrasına bakarsanız hadise Aişe annemizin verdiği tepkinin Zehra hanımdan az olmadığını göreceksiniz.
Talak suresindeki ilgili ayetin kadına dilerse emzirme, dilemezse emzirmeme hakkını verdiğini değil; boşanma sonucu ortaya çıkan bi soruna çözüm getirdiğini düşünüyorum. Baba çocuğun geçiminden sorumlu. Ek gıdasını o karşılayacak ama anne sütü satın alınabilen bir şey değil. Verilen ücreti bir hizmetin karşılığı olarak görmüyorum, anne sütü için annenin beslenmesi gerek ve bu ücret aslında çocuğun süt ihtiyacı karşılansın, anne çocuğunu sağlıkla besleyebilsin diye veriliyor. Ücret kadına değil çocuğa veriliyor bi bakıma. Mantığım emzirmeme hakkının gerçek hayatta işlemeyeceğini söylüyor. İki yaşındaki oğlunuz için elbette dilersem emziririm dilersem emzirmem diyebilirsiniz, yemek yiyebilir o ve yemelidir. Ancak minik bir bebek hayatta kalmak için anne sütüne muhtaç, başka bir şeyle besleyemiyoruz onu. Mamanın yeni ve pahalı bir icat olduğunu, bugün bile dünyanın yoksul yerlerindeki kadınların buna ulaşamadığını düşününce karşımıza seçim şansı kalmayan bi yığın kadın çıkıyor. Bunların çoğu geçmişten, kimisi günümüzden. Tüm tarihi düşünürsek seçim şansı olan anne sayısı azınlıkta. Bu kadınlara “emzirmek zorunda değilsin.” sözü anlam ifade etmiyor. Dilerse emzirme, dilerse emzirmeme seçimi onlar için çocuğum yaşasın mı yaşamasın mı seçimine dönüşüyor. Bu durumda Kuranın böyle bi hak tanıması gerçek hayatta karşılığı olmayan kağıt üstünde bi yasaya bürünüyor.
Sütannenin maddi yükünü kaldırabilecek aile sayısı az. Ayrıca bu iş maddi güçle de ilgili değil. Hem kendi çocuğunu hem sizinkini besleyebilecek, bu süreçte kendi sağlığına da zarar vermeyecek yakınınızda bulunan bi kadın bulmak zenginler için bile kolay değildir diye düşünüyorum. Araplarda sütannelik nasıl işliyordu bilmiyorum ama Avrupanın karanlık dönemindekiyle ilgili okumuştum bir şeyler: Fakir kadınlar sütanneliği geçim kapısı olarak görüyorlar ve kendi ailelerinden ayrılıp, çocuğunu emzirmeyen soylu kadınların bebeklerini beslemek için öz çocuklarını gözden çıkartıyorlar. Bu sırada ölen çok bebek oluyor ve kimi kadınlar kendi çocuklarından çok sütannelik ettikleri çocuklara bağlandığı için çocuk büyüyünce dahi kendi ailelerinin yanına dönmeyi reddediyorlar. Kadınlar diledikleri zaman diledikleri kadar süt üretemezler. Üstelik anne sütü gökten zembille inen bi içecek değil, gerekirse annenin vücudunu kullanıyor besin kaynağı olarak. Bir kadının emzirmeyi reddetme hakkı başka bi kadının sağlığına zarar vermemeli ya da başka bi bebeğin ölmesine/zayıf düşmesine neden olmamalı. Varlıklı kadınların ve bebek maması alabilen günümüz modern toplumlarının kadınlarının böyle bi seçim hakkı olabilir, onların seçim alanları gelmiş geçmiş çoğu hemcinslerinin seçim alanından geniştir zaten. Mamanın kullanıldığı günümüzde bu anlattıklarım saçma görünebilir ama Kurandan bi hüküm çıkardığımızda aklımızda “Acaba bu evrensel bi yasa olabilir mi? Bugün bizi zengin kılan şeyler tükendiğinde doğal koşullarda bu hükmün anlamı kalır mı?” soruları bulunmalı.
İyi günler Zehra Hanım bahsettiniz ayet boşanmış kadınlar ve babanın bakmakla yükümlü olduğu çocukları için yani evliliği devam eden anneler için değil! Dikkatinizi çekmek isterim. Şimdi birçok yeni araştırma bir gerçeği gösterdi ki, kadın ve erkek beyin ve algı yapısı Anne karnındaki yolculuğumuzdan itibaren şekilleniyor…. Yani toplumun bizim üzerimize yıktığı iş bölümü değil kabullerimiz, fıtratımız ve kadın olarak yaratılışımız gereği… Zaten hayatın içerinde tercihlerimiz olarak bu iş bölümü nü yapıyoruz ve bunu da üzgünüm ki çoğu zaman gönüllü olarak yapıyoruz. Size bir kitap tavsiye etmek istiyorum, çok ciddi araştırmalar ve çalışmalar sonucunda yazılan bu kitap da bir araştırma var. Kibutz Yahudileri üzerinde cinsiyetsiz toplum değiştirmek için, kadın ve erkek rolleri ta bebeklikten itibaren tam zıttına yön verilerek yapılan bu çalışmada 3-4 nesil sonra şaşılacak bir şekilde tamamen başa dönülen bir gerçekle karşılaşılıyor…. Aslında çok fazla feministliğe takılmanın manasını olmadığını görüyoruz. Sizin de çok güzel belirttiğiniz gibi Allah’ın Vahyin de bildirdiği hakları bize vermelerini sağlayabilir isek bu işi kökten çözeriz inşallah…. Kitabın adı Beynimizdeki Cinsellik (Braın Sex) A. Moır -D. Jessel
Sevgi ile ve sağlıklı Allah’a emanet ediyorum sizi….
Ben aşırı beğendim bu yazıyı. Ve de islami feminizmle ilk kez tanışıyorum. Hayatımdaki kocaman bir boşluğu doldurdu bu bakış. Hep düşüncelerimde gidip geliyordum. İslamı aynı zamanda feminizmi savunmak Bazen ters düşüyordu. Fakat anladım ki ters düşmekten ziyade birbirlerini tamamlıyorlar. Erkek ve kadının tüm insanların eşit olduğunu vurgulayan bir dinin ataerkil zihniyetle kirletilmiş şekli sürekli hayatlarımıza salça olurken savunacak belki de tutunacak bir dal oluyor feminizm bu noktada. Ayrıca bu aile içi iş bölümü konusu hala buralarda zor uygulanabilir duruyor. Gündelik haytta bir şekilde yapılıyor. Fakat misafirliklerde önce erkeklerin doyurulması ardından çay servisi , yemek, bulaşık bütün işleri kadınların yapması ve sonunda da yemeklerle ilgili yorumlar yapılıyor bir de. Eksik olan beğenilmeyen hizmeti bir şekilde göze sokuyorlar. Bu durum canımı çok sıkıyor ve diyorum ki bu toplum iflah olmaz.
Kadın haklarını savunmak için fıkha sarılmak iyi bir fikir değil kanaatimce. Fıkıhta aradığınızı bulmanız imkansız gibi. Ayrıca Ebu Hureyre hakkındaki ifade beni de dehşete düşürdü. Herkes gibi ona hakaret etmeden de onu eleştirmek mümkün; herkes gibi o da saygıyı hak ediyor ve onun neyi söyleyip neyi söylemediğini sonuçta kesin olarak bilmiyoruz bile
İçerisinde bulunduğu şartlardan ve çevreden nefret eden, bu çevreden ve şartlardan bir an önce kurtulmak isteyen birinin yazısı.
Sizin İslam ve İslamiyet içerisinde bulunan kavramları öncelediğinizi yahut önemsediğinizi düşünmüyorum.
Siz yaptıklarınız ve yapacak olduklarınız için dini ve örfi kurallardan dolayı hesap sorulmasını istemiyorsunuz.
İçinde bulunduğunuz konumdan dolayı bu serbestiyet haline de Müslüman feminizm diyorsunuz.