Konuk Yazar: Ayşegül Ergül
İlksen Başarır, yönetmenliğini ve Mert Fırat ile birlikte senaristliğini üstlendiği Bir Varmış Bir Yokmuş adlı filmde, seyirciye dünyanın masallardaki gibi bir yer olmadığını anlatıyor. Dünya neden masallardaki gibi değildir peki? Çünkü gerçek dünyada mutsuzluk vardır ve hatta çoktur. İyi ama her masalın bir anlatıcı kişisi olduğuna göre kimdir bu gerçek olamayacak kadar güzel masalların ardındaki insanlar? Ve daha da önemlisi, kendi dünyasında bulamadığı mutluluğu masallarda yaratan insan, gerçek dünyanın gerçek mutsuzluğunu nereye kadar görmezden gelebilir? Sahiden var mıdır öyle bir dünya?
Filmle ilgili peşine düşeceğim ve yanıtlarını sizden ziyade dünyadan isteyeceğim sorular gerçek(lik) ile masal arasındaki karşılıklı etkileşimden ibaret değil. Çünkü benim esas derdim bu değil. Benim derdim, mutsuz bir masal olan Bir Varmış Bir Yokmuş filmindeki kadın ve erkeğin kadınlık ve erkeklik hâlleri. Ozan ve Nehir. Biri sesi, diğeri sözü taşır adlarında. Kahramanların adları filmin sembolik dünyasında fark edilir bir rol üstlenir. Ozan hikâyenin, ya da bu film anlatısı boyunca masal demek daha yerinde olacaktır, en başında sesi ve müziğiyle girer Nehir’in dünyasına. Nehir ise film boyunca mutlu olması, mutlu kalması, mutluluğu taşıması için direndiği masallar anlatır. Gerilimli bir ilk görüşmenin ardından masal apar topar başlar. Nehir Ozan’ın sesinin peşine düşmüştür. Ozan Nehir’i, onun hiç düşünmediği kadar umursamaz karşılar. Nehir, taşıdığı masaldan da peşine düştüğü sesten de vazgeçecek gibi değildir. Ozan’a, onun sınırlarına çarpsa da düşmez. Ya da Nehir aslında ne kadar sert düştüğünü çok sonra fark edecektir.
Filmin olay örgüsünü tümüyle verip karakter ve kahramanların ayrıntılı tahlillerini yapmak bu yazının amacını ve kapsamını aşacaktır. O nedenle Ozan ve Nehir’in masalındaki çok tekrarlanmış bu yüzden de ezberlenmiş ve paylaşılmış gibi gözükse de aslında dağıtılmış kadınlık ve erkeklik rollerine bakmak istiyorum. Karanlık, dağınık, gergin, özensiz, yüzeyde sinirli, derinde üzgün, başından beri çok net bir adam olarak Ozan ve pırıl pırıl, heyecanlı, iyimser, hevesli, neşeli Nehir. Çantası sırtında dolaşan huzursuz Ozan ve yerleşik düzeninde sakin sakin yaşayan Nehir. Yaşadıkları şeye ilişki demekten uzak duran ancak hâlihazırda deneyimlediğinin zaten bir ilişki olduğuyla yüzleşemeyen Ozan ve kuramadığı bir ilişkinin yere değmeyen ayaklarına tutunmak için çırpınıp duran Nehir. Çok daha fazlası sıralanabilecek bu ikili karşıtlıkların tam ortasında anlatılan bir masal: Bir Varmış Bir Yokmuş.
Soracağım soruların bir kısmını bu yazıya sığdırmayı deneyecek olursam nereden başlardım? Ozan, bir önceki ilişkisinde kaybeden taraf olarak Nehir’in karşısına çıktığında, ya da Nehir’i karşısında bulduğunda, sırt çantasındaki eşyalarının çantadan çıkarılıp evdeki dolap ve raflara dizilmesine itiraz edecek kadar güçlüyken, sırtında çantayla da olsa eşiğinden geçtiği bir evde uyuyup uyanmanın, sevişip yemek yemenin, kendisine teslim edilecek paket için o evin adresini vermenin evde sürdürülen düzene bir şekilde dâhil olmak anlamına geldiğiyle yüzleşecek kadar neden güçlü değildir? Nehir, Ozan’ın karşısına çıkana kadar dünyadan ve aşktan ve insandan ne kadar uzak bir yaşam sürmüştür ki Ozan’ın deneyimi karşısında Nehir bu derece beceriksiz, bilgisiz ve hazırlıksız kalır? Ozan, ilişkinin aslında ne kadar huzursuz, sınırlayıcı ve zorlayıcı olduğunu, dünyanın ne olmadığını, yaşamın gerçek kötülüklerini bağıra bağıra yüzüne çarparken mutlu masal taneciklerini fısıldamaya devam eden, dahası bunda ısrar eden Nehir dışarıdaki gerçek dünyayla hiç mi karşılaşmamıştır? Ozan hayatın pişirdiği, türlü eşiklerden atlamış, olgun adamken; Nehir hayatla daha evvel yüzleşmemiş, nasıl olduysa korunaklı masal dünyasında kendisini dışarıdan ve dışarıdakilerin kötülüğünden korumuş toy kadındır. Oysa kendi ilişkileri içinde çabalayan, toparlayan, affeden, sabreden toy Nehirken her defasında kırıp döken, dağıtan, bağıran olgun Ozandır. Hayatta pişen Ozan Nehir ile ilişkisinde hamdır, hayatı bilmeyen Nehir, kendi ilişkilerinin sınırları içinde ustalıkla baş eder pek çok şeyle. Pek çok şeyle. Ama her şeyle değil. Film boyunca altı çizilen kurtarma/kurtarılma, Nehir ve Ozan’ın mutsuz ve bu yüzden de gerçek masallarında kişisini bulamamış eylemler olarak var olur. Nehir Ozan’ı kurtarmaya çabalar gibi görünürken Ozan Nehir’e ben seni kurtaracak adam değilim diye bağırır. Çünkü masal gereği, seni sevmekten vazgeçmeyeceğim, ne yaparsan yap seni terk etmeyeceğim diye sessiz sessiz ağlamak Nehir’in payına düşerken; Ozan, üstlenemeyeceği her sorumluluğu bağıra bağıra anlatır. Ozan’ın sesi, Nehir’in sözünü hep bastırır. Oysa anlatılan bir masaldır ve masalların her şeyden çok söze ihtiyacı vardır.
Filmin başladığı yere dönüp toparlamaya çalışacağım. Masal anlatıcısı anaokulu öğretmeni Nehir, birlikte geçirdikleri ilk günün keyifli akşam yürüyüşünde masal anlatıcısı ilk kişinin, Şehrazat ya da Oduncu ve Karısı masalındaki oduncunun karısı olmasından bahseder Ozan’a. İlk masal anlatıcısı kadındır. Filmdeki masal anlatıcısı kadındır. Kendisini ölümden korumak için bin bir gece boyunca masal anlatan Şehrazat ya da Ozan’ı aşka ikna etmek için hiç durmadan masallar anlatan Nehir. Oduncu, karnındaki çocuğun ölümüne sebep olmasın diye hamileliği boyunca kendisinden çok bebeğini korumak için, masallar anlatan ve nihayetinde bebeğiyle kendisini korumakla kalmayıp kocasını da iyileştiren Oduncunun Karısı ya da Ozan’ı, ölümü üzerine kaybettiği önceki sevgilisinin anılarından, acılı geçmişinden, dağınık hayatından kurtarıp iyileştirmek için hiç durmadan masallar anlatan Nehir. Çok benziyorlar değil mi? Ezber hiç bozulmuyor. Şehrazat’tan Nehir’e, kurgu değişiyor, zaman değişiyor, dünya değişiyor ama bir kadının kendi masalı içinde bile sağ kalabilmek için çabalaması gerekliliği değişmiyor. Biçilmiş, üstlenilmiş ve neden öyle olduğu belki de hiç sorgulanmamış roller değişmeye katiyen yanaşmıyor. Ezber çok eskiden miras alınmış. Ezber çok sonraya miras kalabilmek için yerini hep sağlamlaştırmış. Şehrazat kadar çabalamazsa yarına kalamaz Nehir. Bu yüzden anlatır da anlatır.
Burada biraz durmalıyız. Çünkü soruların yerini birtakım itirazlar alacak. Yaşadığı mutsuz masalın ardından yalnızca Ozan’a değil, yaşama ve masallara da inancını kaybeden Nehir’e itiraz ediyorum. Nehir’in, Ozan’dan evvel anlattığı her masalda severek elinde tuttuğu masal kurbağasını Ozan’ın eşyalarıyla birlikte çöp poşetine atmasına itiraz ediyorum. Ozan’ın, ancak Nehir kendisinden sahiden vazgeçtiğinde o çok derin uykusundan uyanıp harekete geçebilmesine itiraz ediyorum. Bir adam olarak Ozan’ın, bir kadın olarak Nehir’in hayatında hep yüksek sesiyle var olmasına itiraz ediyorum. Hayatta kalma, ölümden korunma, aşka sığınma ihtiyacıyla masallar anlatmak zorunda kalanların hep kadınlar olmasına itiraz ediyorum. Dinlediği masalın güzelliğini ancak arkası gelmediğinde fark eden erkeklere itiraz ediyorum. Mutlu masallara inanmış gözü kapalı kadınların, duvara çarpmadan prense dönüşmeyen erkekler tarafından mutsuzluğa ikna edilmelerine itiraz ediyorum. Modern zaman Ozan’ının karşısında dolu dolu iri gözleriyle duran Nehir’ini Şehrazat’tan farklı kıl(a)mayan kurguya itiraz ediyorum.
Benim itirazlarımın değil ama filmin sonu geliyor. Aradan zaman geçmiş, Nehir yeniden masal anlatmaya başlamıştır. Görünüşte saçı sakalı ve içeride karmaşası toparlanmış Ozan’ı karşısında bulduğunda bir masalın tam ortasındadır Nehir. Ozan, Nehir’i, eliyle koymuş gibi bulur. Elinin tersiyle hiç itmemiş gibi, mutsuz da olsa bir masalın tam ortasında onun elini bırakmamış gibi. Nehir’i kaybetmeden geçmişinden kurtulamayan Ozan, Nehir’in bugününün tam ortasında durur. Durabilir. Çünkü güçlüdür. Geldiğinde Nehir’i yine orada bulur. Çünkü Nehir yerleşiktir. Yerindedir. Durur.
Tüm bu soru ve itirazlara neden olan, filmin gerçekliğiydi belki de. Film gerçekti çünkü o masalları dinleyerek büyüdük. Film gerçekti çünkü kendi masalımızda nasıl var olacağımız, henüz biz onu anlatmaya başlamadan önce öncesinden ölçülüp biçilmişti. Çemberi tamamlamak niyetiyle sorayım:
Anlatılan ve neyse ki belirgin bir şekilde sonlandırılmayıp arkası yarına bırakılan bu masaldaki Nehir ve Ozan rolleri, inandığımız değil ama inandırıldığımız roller olabilir mi? Bir Varmış Bir Yokmuş ile birlikte dünyanın aslında inandırıldığımız tüm o masallardaki gibi bir yer olmadığını bir kez daha anlamış olabilir miyiz? Esas soru: Anlatılan tüm masallara rağmen dünyanın nasıl bir yer olduğunu kendi kendimize öğrenmeye -ve yine de masal anlatıyorsak eğer- bunu sadece öyle olmasını istediğimiz için yapmaya başlamış olabilir miyiz? Dünya bize masallar vadetmediğinde kendi masalımızı anlatmaya başladığımız an ezber bozuyor olabilir miyiz? Ne dersiniz, dünya buna izin verir mi? Bir Varmış Bir Yokmuş’un Nehir’i gibi, dolu gözlerle, bir masallık yer için olsun, dünyadan izin istiyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Masalı yaşam mücadelesine dönüştürmek için dönmekte direnen dünyadan alacağımız var. İşte bu yüzden, anlattığımız, bizim masalımızdır. Sözümüzü de sesimizi de sakınmadığımız, bizim masalımızdır. Ve belki de Külkedisi, eve geç kaldığı için değil de o balodan çok sıkıldığı için koşarak gidiyordur evine.
İyi seyirler…
evet, şu kültürel-yerleştirerek-aktarım olayından kesinlikle sıkıldık artık.
masalı bıraktık, gidiyoruz/gittik biz.
bir de, masallara inanan kızlar sanılır.
kadin saplantilariyla seviyor,o yuzden vazgecmiyor. narsist erkekleri tanimak o kadar zor degil fakat kadin erkegi tanimak istemiyor,erkegin hayalindeki adam olmasini bekliyor o yuzden masallarla aramiz iyi :)
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Masallarla bizim değil, Nehir’i çizenlerin arası iyi.