Yazar: Huri
Bu güne kadar Reçel’de büyük ölçüde genç kadınların meselelerini konuştuk. Bekar olmak, akademik kariyer yapmak, okurken çocuk sahibi olmak, boşanma kararı, görücüler, aldatılma vs. Tüm bu süreçlerden geçerken ne hissettik, ne yaşadık, ne düşündük, çevremizden, aileden, akrabadan, toplumdan ne gibi tepkiler aldık; bunları konuşmaya çalıştık. Peki bu konuştuklarımız sadece bizim başımıza gelen bir durum mu? Tabii ki hayır. Ömür bitene kadar bitmeyecek bir mücadelenin içindeyiz. Tamam belki hayat biraz böyle bir şey ama Müslüman kardeşlik ve işleri biraz kolaylaştırmak varken neden insanların mücadele etmesi gereken başka cepheler açar, insanların omuzlarına maddi manevi gereksiz yükler yükleriz ki?
Neyse, hayat ve mücadele diyordum. Evet buradan başlayalım. Genç sayılabilecek bir yaşta eşinizi kaybetmişseniz, öncesinde yaşadığınız zorlukları, yorgunlukları, üzüntüleri keza mutlulukları hatta zaaflarınızı bile unutup, sinirlerinizi aldırıp kimi zaman sünger gibi kimi zaman da çelik gibi durup ömrünüzün geri kalan kısmını çocuklarınızın büyüyüp okumasına harcamak zorundasınız. Bu mücadeleyi çoğu kez yalnız başına yürütürsünüz çünkü sabah akşam evinizden çıkmayan dostlarınızın psikolojisi sizin bu zorlu mücadelenizi ve hep ağlamaklı, hüzünlü halinizi kaldıramaz ve birden arazi olurlar. Siz yakın akrabaya, eşe dosta muhtaç olmaktan, yük olmaktan korkarken bu korkunuzun karşı taraf için de geçerli olduğunu görür hayat dersi cilt yüz bilmem kaça bir madde daha eklersiniz.
Çocuklar büyür, okur, evlenir ki okul ve evlenme süreçlerinde evin büyüğü olarak yükünüz yine ağrıdır ve yine yalnızsınızdır. Neyse ki bu da geçer. Artık kafanıza estiği gibi, dilediğiniz zaman dilediğiniz yerde, kimi isterseniz onun yanında, yalnız kalmak istediğinizde kendi evinizde yaşamak gibi bir planınız vardır. Torun torbaya da karışmışsınızdır artık ve annelik görevinden de -bunu çoğu zaman isteyerek yerine getirdiğiniz için- emekliye ayrılmışsınızdır henüz. Bu defa sizin mücadeleniz sırasında sessizliğini koruyan kamuoyu birden aşka gelir. Sizin artık dul ve yalnız yaşayan bir kadın olmanız tüm kamuoyunun gündemini oluşturur:
-Nasıl yani şimdi o evde yalnız mı kalacaksınız?
-Tek başına korkmayacak mısınız?
Bir başka meraklı izleyici:
–Damadına (kız evlat değil çünkü) gidip kalıyorsun bakalım oğlunla durabilecek misin?
-Nasıl yani damadın bir şey demiyor mu kızında kalınca?
Hemen bir başkası:
–Neden burada yalnız kalıyorsun, niye oğlunla kalmıyorsun, gelin istemiyor mu yoksa?
Hoooop döndük mü başa! Kadıncağız toruna torbaya mı yetişsin, genç yaşta göçüp giden kocasına mı ağlasın, çoluğuna çocuğuna “Merak etmeyin ben iyiyim, rahat bırakın beni evimde yaşamak istiyorum.” diye dert mi anlatsın, yoksa bu meraklı izleyicilere cevap mı versin. Allah’tan evlen diye baskı yapan yok, yoksa hanımefendi bu yaştan sonra bir de katil olurdu, Allah korusun.
Onun yerine buradan cevap verelim bari. Pek meraklı sayın izleyicilerimiz, bu hikayede maalesef size sunabileceğimiz haber niteliğinde bir mesele yok. Altmışına yaklaşmış dul bir kadın var. Bu kadın kocasıyla birlikte yaşadığı, çocuklarını büyüttüğü, büyük bir özenle temizlediği, balkonunda sayısız saksıda çiçek yetiştirdiği, yattığı, kalktığı, arkadaşlarını, misafirlerini ağırladığı, nefes aldığı bu evi -hayatını- terk etmek istemiyor. Çünkü sahip olduğu hayatı dışarıdan ısmarlama bir hayat ile takas etmek istemiyor. Evet kocasını kaybetmiş olmanın, evin sessizliğe bürünmüş olmasının hüznünü yaşıyor her zaman ama şimdiye kadar yaşadığı şeylerle baş etmeyi bildiği gibi bununla da baş edebileceğini düşünüyor. Evinde çoğu zaman yalnız olması terk edilmiş olduğu anlamına da gelmiyor. Yalnız kalamayacak duruma geldiğinde de canı hangi evladının yanında ne kadar kalmak isterse, onun yanında o kadar kalmayı planlıyor. Onun için endişelenmeyi bırakın komşu. Biz varsa bir fincan sükunetinizi rica edelim.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
babam bir iş için birkaç aylığına şehir dışındayken annemin evine hırsız girdi. annem eve çağırılan polise tekrar tekrar babamla yaşadığını, babamın sadece geçici olarak şehir dışında olduğunu söyleyip durdu, kardeşim ve ben annemin bu garip paniğine anlam verememiştik. fakat polis dönüp de anneme “hanfendi aşağıdaki zile adınızı yazmışsınız, buyrun ben yanlız yaşayan bir bayanım gelin bu evi soyun diye ilan asmışsınız resmen” diye çıkışınca annemin neden çırpındığını anladık. kardeşim “ne demek yani, yanlız yaşıyor olsa hırsızlığı hak mı ediyor, ne demeye çalışıyorsunuz” diye polise çıkıştıysa da adam haklı olduğundan çok emindi. bir kadın yanlız yaşasa bile bunu herkezden saklamalı, mümkünse de en kısa zamanda “başında bir erkek” olması için uğraşmalı yoksa her türlü belayı haketmiş olur.
annem (12 eylül olaylarında polisin neler yapabildiğine birinci elden tanıklık etmiş birisi olarak) bu olaydan sonra uzun bir süre o polisin geri gelip kendisini rahatsız edeceğinden endişelendi. “bana inanmadı, ya gecenin köründe çıkar gelirse” diye haftalarca uyuyamadı. psikyatrist yardımı ile ve babamın dönmesiyle biraz rahatladı.
diyeceğim o ki yanlız yaşayan kadına baskı sadece sosyal çevre ile sınırlı değil. bizzat devlet kurumları temsilcileri aracılığı ile yanlız yaşayan dul kadın gibi bir “sorun”u onaylamadıklarını her fırsatta hatırlatıyorlar.
Yaşlıların bu halini hep düşünmüşümdür. Bana çok dokunan bu haller başkalarının çok da umurunda olmamıştır. En azından gözlemlerim şimdilik böyle. Belki ben geleceğimi görüyorumdur kim bilir. Onları anlayalım. Yanlarında olalım. Zira en çok ihtiyaç duydukları şey bu.