Konuk Yazar: Zeynep
Annem bir haftalığına bizde.
“Canan, Seyfi’nin çayı bitti!”. Çay bardağını işaret eden gözlerle sessiz ve yandan bir fısıldama…
Hatırlıyorum bunu bir yerlerden. Yıllar yıllar evvel, ortaokul–lise yıllarım… Misafir gelecek birazdan. Annem sıkı sıkı tembihliyor:
Gözün misafirlerin çayında olsun, biter bitmez hemen tazele!
Mazallah gözden kaçar da, biraz bekler de onlar kendileri çaylarını tazelememi falan rica ederlerse çok ayıp olur misafirlere… “Bir de evde genç kız olacak derler!”. Bir iki bardak olsa neyse de, birini takip ederken diğeri kaçıyor illa ki gözümden. Annem yine aynı ses tonuyla: Canan! Cevriye teyzenin çayı bitmiş…
Gözleri çay bardağında, ağzı yandan fısıldıyor…
Yıllar geçti üzerinden. Tam da annemin istediği gibi yaptım. Okudum, elime mesleğimi aldım, çalışıyorum, para kazanıyorum ve kimseye muhtaç değilim. Ama tabi bununla da yetinmedim. Hayırlı bir kısmet bulup evlendim. Eee, evlenene çocuk yakışırdı. Onu da doğurdum. Şimdi hem çalışıyorum hem evimi idare ediyorum hem de çocuğuma bakıyorum. Reçel, hatta turşu bile yapabiliyorum üstelik…
Sabah ben işe gitmek için hazırlanmaya çalışırken annem “Kahvaltı hazırlamıyor musun?” diye sesleniyor salondan. O an oğlum onu bırakıp gidiyorum diye mızıldanıyor yanımda. Diğer yandan eşim giyecek ütülü gömleği kalmamış diye söyleniyor. Ben haftada bir toplu ütü yapıyorum, her sabah tek tek uğraşamıyorum.
Eşim bekarken annesi her akşam yarın hangi gömleğini giyeceksin diye sorarmış. Sabah da ütüleyip kapısına asarmış. Hani olur da istediği gömlek yıkanıp ütülenmemişse vay haline kayınvalidemin. Sabah kriz çıkarırmış eşim evde. Böyle bir krize nişanlıyken şahit olmuştum. Annene de bana da lütfen böyle davranma diye uyarmıştım Allah’tan. O kadar abartmıyor şimdi ama alışmış işte. Ütülü gömlek bulamadıysa hesabını bana sorma hakkınının olduğunu düşünüyor. Aynı işe beraber gidip geliyoruz eşimle. Dönünce eşim uzanıp dinleniyor. Ben de yemeği hazırlıyorum, bulaşık, diğer ev işleri, çay sevisi falan… Tabi çocukla ilgilenme kısmı da var. Eşimden bir bardak çay getirmesini bile isteyemem ben, ne bileyim garip geliyor. Kalkıp kendim alıyorum istemektense, o da zaten çayı bitince bardağını bana uzatıyor. Bir akşam daha böyle geçiyor ve annem “Sen de hiç dinlenemedin ki kızım” diye dertleniyor. Ama işi bırakmama da razı değil, “O kadar emek verdin yıllarca, şimdi emeğinin karşılığını almayacak mısın?” diyor. Sanki şu an eskisinden fazla emek vermeye devam etmiyormuş da o günlerin keyfini çatıyormuşum gibi. Zaten öyle bir lüksüm de yok, eşim çalışmamın ailemiz ve geleceğimiz için daha iyi olduğunu düşünüyor.
Bir haftanın sonunda evine dönüyor annem. Arıyorum vardın mı diye. Baktım ağlıyor, sinirleri bozulmuş. Çiçek gibi bıraktığı evi darmadağın etmiş evin geride kalan erkekleri. Başka kız da yok ki onların ardını toplayacak. “Niye sinirleniyorsun ki anne?” diyorum. Hadi kocanı değiştiremezdin, yirmi sene boyunca ne iş yaptırdın ki kendi oğullarına, senin olmadığın o bir haftada yapsınlar?
“Onlar erkek ne anlayacaklar?” diyor annem. O zaman sen niye ağlıyorsun şimdi, ben de onu anlamıyorum…
Oğlum evdeki temizlik aletleri ve ütüye taktı kafayı. Fişlerini prize takmaya çalışıyor diye, iş arası oyuncakçıya gidiyorum, oyuncak ütü ve süpürge almaya. Bakıyorum, erkek çocukları için tasarlanmış oyuncaklar bir tarafta, kızlar için tasarlanmışlar diğer tarafta. Erkekler için kahramanlar, arabalar, silahlar… Kız çocuklar için süslü püslü barbieler ve oyuncak ev aletleri… Süpürge de orada ütü de, çanak çömlek de, oyuncak vileda seti de… Hepsi pembeli morlu… “Hey Allahım!” diyorum, alıyorum pembeli morlu bir temizlik seti, işe dönüyorum. Asansörde kadın bir çalışma arkadaşıma rastlıyorum. Elimdekimlere bakıp “Aaa! Ben senin bebeğini erkek biliyordum” diyor. Evet diyorum, “Erkek ama temiz olmanın erkeği kızı mı var?”
Bakıyor öyle, bir şey demiyor. Eve getiriyorum, oğlum çok seviyor oyuncaklarını, nereye gitsek onları da taşıyor yanında. Görenler “Ya hu çocuğa niye kız oyuncakları aldınız?” diye söyleniyor…
İş çıkışı, çocuğu almadan önce koşa koşa kuaföre uğruyorum bir gün. Amacım vakitsizlikten bakamadığım için dökülüp duran saçlarımı kısa kestirip rahatlamak. Kuaför beni en son bekarken görmüş. Yıllar geçmiş aradan, tanıyamıyor bir süre. Hatırlayınca “Kız ne olmuş sana böyle, hiç bakmamışsın kendine” diyor. Vakit mi var diyorum. “İyi siz bakmayın kendinize, sonra kuaförlerden çıkmayanlar gelip alsın kocanızı elinizden” diyor. Haklı kendine göre… Müşterilerinin çoğu o segmenttenmiş. “Ben gördüğüm için biliyorum şekerim, akılları bekarlardan çok evlilerde böylelerinin” diyor. “Bak kendine azıcık kapmasınlar kocanı elinden” diyor. Öyle ya kocalar “kapılası” varlıklar. Biz kadınlar öyle mi? Allah muhafaza kocayı başkasına kaptırıp da dul kaldık mı artık kim alır bizi, hele bi de çocukla?
Zaten işte başım şişmiş, daha çocuğu alıp eve gidip yemek yapacağım. Çok uzatmıyorum, dinleyip geçiyorum. Bir yandan da kurcalanıyor beynim. Kocamı kaptırsam ne değişir hayatımda diye düşünüyorum. Tamam yalnız kalabilirim, ama bir yük azalır sırtımdan. Yine de “kapılası” olan şey, işten gelince yoruldum diye uzanan kocam…
Kayınvalideme uğruyoruz akşam. Ömrünü oğullarına ve kocasına hizmetle geçirmiş. Hiç kızı da olmamış ki yardım etsin. “En son çocuğumu kız olsun da bir işin ucundan tutsun diye doğurdum” diyor. Şans işte… İyi ki erkek olmuş. Yoksa evlenene kadar kızcağızın ömrü üç erkeğe hizmetle geçecekmiş, sonrasının ise farklı olacağını pek sanmıyorum.
Derdim bir kadının ailesi için bir şeyler yapması değil tabiki… Çoğu şeyi hiç gözümüze batmadan, fark bile etmeden yapıyoruz seve seve. Ama düğün fotoğraflarımdan bugüne bakınca, daha gençleşmiş bir adam ve göz altları çökmüş bir kadın görüyorum. Adamın bakışları değişmemiş, ama kadının bakışlarında bir yorgunluk… İster istemez sorguluyorum: Kim yapıyor bunu bize? Kocalarımız mı, oğullarımız mı? Yoksa kızına bir yandan aman oku, elinde mesleğin olsun derken bir yandan yemek yapmayı öğreten, ama oğluna sadece “Sen derslerine çalış yeter” diyen annelerimiz mi? Oğlu misafir gelince odasına çekilebilirken, kızını misafirlerin çayını gözlemekten sorumlu tutan kayınvalidelerimiz mi? Yoksa, kuaförlerde kendileri güzelleşirken, onlar için güzelleştiği erkeklerin gömleklerini ütüleyen kadınların, bazen bıyık aldırmak için bile kuaföre uğramaya vakit bulamadığını düşünemeyen, o başka başka kadınlar mı? Ya da aslında kendimiz miyiz her şeyin sorumluluğunu içgüdüsel olarak üstelenip yine kendimizi feda eden?
Erkeklerin kadınlara şiddetini gündem ediyoruz hep de, bu toplumun kadınları olarak hemcinslerimize yaptıklarımıza ne zaman dönüp bakacağız? Biz oğullarımızı ve kızlarımızı büyütürken annelerimizin hatalarından ders çıkarmayı başarabilecek miyiz? Merak ediyorum, o günleri yaşamak nasip olursa bir gün, erkek torunumuza mavi oyuncak ütüler bulabilecek miyiz oyuncakçılarda acaba? Yoksa o zaman da hala oyuncakları bile erkek ve kız çocuklar için diye ayrıştırmaya devam ediyor mu olacağız?
Evet malesef oyuncakçıda bile reyonların erkek reyonu kız reyonu olarak ayrılması çok üzücü. Ev işleriyle ilgili oyuncakların ise pembe olması. Bir keresinde bir oyuncakçıda gerçek ev aletleri renginde tasarlanmış oyuncaklar görmüştüm. Bosch markasınındı sanırım. Tabi ki maksatları cinsiyet ayrımı yapmamak değildi ama erkek annelerine yardımı olur diye söylemek istedim, aklınızda bulunsun ;)
Çok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık, çocuksuzum henüz ancak daha şimdiden yazıda kendimi buldum. Çok yorgun hissediyorum, bazen en küçük şeyi bile gözümde büyütüyorum. Hem mesleki sorumluluk hem evde yapılması gerekenler hem kişisel bakım derken bunlardan biri çoğunlukla yetersiz ve eksik kalıyor ne yazık ki.. Kızları ev işlerinden ve çocuk bakımından tek sorumlu gören bu tuhaf geleneklerimizin, yazınızda bahsettiğiniz bilince sahip annelerin -belki de bizlerin- yeni yetistirme tarzıyla değişeceğini umuyorum.
Bir süredir ben de bunu düşünüyorum. Geçen gün (kadınlar gününde) bir arkadaş “Biz şanslı kadınlarız. Ne sıkıntılar yaşayan kadınlar var. ” dedi. Düşündüm. Gerçekten öyle miyiz? İş-ev-çocuk-koca dörtgeninde koştururken, hayata dair hissettiğimiz en yoğun duygu yorgunlukken, günlerin nasıl geçtiğini anlamazken, hayatımızda kendi gönül hoşnutluğumuz için yaptıklarımız bu kadar azken en çok ve en çaktırmadan haksızlığa uğrayan kadınlardan değil miyiz bizler de.
Uzun zaman sonra okuduğum bu kadar bizden ve bu kadar naif anlatılabilen biz kadınların hayatındaki gerçekler…
Yüreginize ve kaleminize sağlık güzel insan.
Yazıyı okuyunca etkilendiğim bir şiir aklıma geldi. Paylaşmak istedim. Yazı için teşekkürler.
Furuğ Ferruhzad – Halka
genç kız gülümseyerek dedi ki
nedir bu altın halkanın sırrı
parmağımı böylesine sıkı sıkıya saran
bu halkanın sırrı
yüzünde bunca ışık ve parıltı olan
bu halkanın sırrı
adam hayran oldu ve dediki
mutluluk halkası, yaşam halkası
“kutlu olsun” dediler hep bir ağızdan
genç kız, yazık ki yine
bunun anlamından şüphem var dedi
yıllar geçti ve bir gece
solgun kadın o altın halkaya baktı
parlak işlemelerinde gördü ki
kocasından vefa görmek umuduyla nice günler heder olup gitmiştir, heder olup gitmiştir
kadın perişan oldu
ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka
kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek
için için ağladı
Geçen bahsedildi ve merak edip bakayım bu reçel neymiş dedim. Bir konu hariç hiç bir görüşünüzü doğru bulmuyorum. Biz kadınlar değil miyiz kendimize bunu yapan? Evet katılmadıklarıma gelecek olursak eğer mesele hak ve özgürlüklerse hanımefendi siz eşinizin ütü sorununu bilerek evlenmişsiniz. E bundan sonra buna yakınmanız ne kadar doğrudur? Diğer konu eve para getirmek. Eğer memnun değilseniz sizin böyle bir yükümlülüğünüz yok ki. Bunu oluşturanda biz kadınlar değil miyiz? Çocuk da yaparım kariyerde sözünü bir erkek mi söylemiş yoksa. İçinizi dökmüşsünüz rahatlamışsınızdır ama bana kalırsa saçma ikilemler bunlar. Hem çalışmayı hem çocuk sahibi olmayı isteyip çocuğunu bırakırken ağlayan anneler var. İki kuruş fazla para için kendi ruhunuzu mahfediyorsunuz. Peki neden? Sadece o kalıptaki çalışan kendini yetiştirmiş mutlu kadın olabilmek için. Sonuç olarak gene kendiniz kendinizi ezmiyor musunuz? Eşinizi kendiniz seçmişsiniz işlerde yardım edebilen birini seçebilecekken . İşinizi kendiniz seçmişsiniz çalışmama hakkınız varken? Ve oğlunuzu yetiştirme hakkı sizde. Bilmiyorum kendimi ifade edebildim mi fakat kurtulalım bu saçma ve gereksiz ikilemlerden.
Hayatın sizin bildiklerinizin dışında tonları olabileceğini düşündünüz mü hiç? Yazıdan bu sonuca nasıl vardınız anlamadım ama çocuk da yaparım kariyer de cümlesini şarkı dışında hiç söylemedim. Çünkü çalışmanın benim lügatimdeki tek anlamı para kazanmak. Sizin üç kuruş para dediğiniz bizim İstanbul şartlarında ödeyebildiğimiz bir kiraya denk geliyor olabilir mi? Gerçi sizin önermelerinize göre kirayı rahat ödeyebilecek ya da evi halihazırda olan bir eş seçmemiş olmam asıl problem :) Çalışmama hakkımın olmadığı bir dünyaya doğmadım maalesef, zira evlenmesem de çalışmaktan başka bir seçeneğim olmayacaktı. Kısacası sizin pencerenizden saçma görünse de benim için o kadar basit bir ikilem değil.
Şunu da eklemeliydiniz ayrıca, kirayı rahat ödeyebilecek veya halihazırda evi olan, ve “ütü yapabilen” bir eş seçmeliydiniz. Zaten eş dediğiniz, pizzaya malzeme seçer gibi sevdiğiniz herşeyi ekleyip hazır hale getirebildiğimiz birşey. baştan unutup sonra da sızlanıyorsunuz böyle :)
Pratik hayat ideal olanla örtüşseydi keşke, imkanları el verse yıpranmayı kim ister ki..
Maddi sebeplerden oturu calismak zorunda olmaniza cok uzuldum, calisan, yorulan, kosturan, butun bu yukler altinda ezilen ve en cok da bunu devamli surdurmek zorunda olan kadinlar icin cok uzgunum. Keske daha az kapitalist, daha az sanayilesmis bir duzen olsa. Bir arkadasla bu gibi konulari tartisirken sunu soylemisti; keske bir duzen olsa ve oglene kadar erkekler oglenden sonra kadinlar calissa, cocouklara donusumlu baksak boylece. Cok utopik ama olmayacak birsey de degil, ve eminimki islerde aksamazdi, ayni seviyede is halledilebilirdi, belki de daha bile verimli olurdu.
Yazarin butun anlattiklariyla yakinen yuzlesmis birisi olarak her kelimesini hissederek okudum. Fakat bircok yeri oldukca utopik buldum. Neden bu kadar yukun altina girmek mesela? isinizi seviyosaniz tabiki calismaya devam edin, ama sirf daha fazla gelir icin, cocugu ozel okula gondermek icin, bir oda genis ev icin cekilirmi bunca eziyet? (egerki calismayi gerektiren sartlar bunlarsa tabi). Esiniz nasil “ayni” is yerinde calisip aksam gelip SADECE ayaklarini uzatip oturabiliyor? burasini hayretler icinde okudum, ve ne yapayip kaderim bu sacimi supurge etmek kadinin isidir diyip ses cikarmayan yazara hayretler icinde bakakaldim !!
“ayni” isyerinde calisip cocugu da yazarin kostura kostura okuldan alip eve yetismeye calismasini gozumde canlandirdim, icim almadi!!!
Herkesin kendi hayat standardi vardir muhakkak, alisilmisliklari vardir ama neden bu kadar kendini zora sokmak, hergun mukellef yemek yemeyiverin, hergun ev derli toplu olmayiversin, o gomlek utulenmesin hergun (cokda guzel utulemeyip birakirim, ruhum rahat :)), bunlar ve daha bircoklarindan daha ustun gerekli olani, ruh sagligi yerinde olan bir anne, eski fotograflara bakip dertlenmeyen bir anne. evet belki cokca sagliksizdir ama cocuguma patates kizartip, makarna yapip (gonlu razi gelmedi icine borkoli, kiyma katti) guler yuzle stressiz servis etmeyi mukellef sebze yemeklerine tercih ederim. Hafta sonu yada annem gelinceki (annesi cokca zmnlar hic gelemedi yurtdisinda yasayan kisinin) yaptiklarinin vitamini, protein yetsin artik cocuklara.
cokda uzatmadan sunu en son soylemeden gecemiycem, yazarin annesinin eve donunce buldugu manzara karsisinda aglayarak kizini aramasi beni benden aldi, halen daha etkisindeyim…
En sinir olduğum tip işi hallolmayınca annesine ve\veya karısına bağıran tipler. Orada kalakaldım. Tam anlamıyla şu an kocanıza sinir oluyorum kardeşim, evet. Oy analar yapıyor tabi, oğlunu şımartan analar. Fakat siz de o uzanan çayı doldurmayıverin ya da çay doldurtuverin de yazıyı okuyanlar olarak bizlerin içine de su serpiverin.