Konuk Yazar: Haşime Elif Kılıçarslan
İlk başörtüyü taktığım yıllar bu hayatın acemisiydim. Etrafımda beni anlayacak kimse yoktu. Ailem, akrabalarım “eyvah, beynini yıkadılar, delirir bu” diyor ve ödleri kopuyordu.
Araştırırken dindar cemaatleri, vakıfları keşfettim. O zamana kadar öyle cemaatlerden, vakıflardan, tarikatlardan haberim yoktu. Yepyeni bir dünyaydı benim için. O ortamın bir jargonu vardı ve ben çok yabancıydım. Onlar sahabe, cihad, tebliğ dediklerinde “siz Arapça mı konuşuyorsunuz, ne dediğinizi hiç anlamıyorum” diye ağladığımı hatırlıyorum. İğne ile kazar gibi bir sürü cemaate, vakfa hatta tarikatlara girdim, dinledim ve soru sordum.
Genelde sorduğum sorulara, üslubuma istihza ile güldüklerini, bazen “aman sen de!” deyip kızdıklarını hatırlıyorum. Ama sanırım sorun hep rahat tavrımdı. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. O zaman anlamlandıramıyordum.
Kadın ile ilgili sorduğum sorularda hangi cemaat, vakıf olursa olsun cevap birebir aynıydı. Halbuki diğer her konuda çekişen, birbirini öteleyen bu gruplar konu kadın olduğunda klasik cevabı veriyordu: “En büyük hakkı kadına İslam vermiştir. Eşitlik değil adalet ile. Evde yemek yapmak, bulaşık yıkamak hatta çocuğunu emzirmek zorunda bile değildir. Erkek rızkı getirir. O nedenle evin reisidir. Zaten kadın duygusal bir varlıktır. Fıtratı bunu gerektirir. Reislik verilmeme nedeni de budur” gibi. Daha uzatmaya gerek var mı? Bu cümlelere hepimiz aşinayız. Ama hepsinin mümin kadın beklentisi söz dinleyen – bana göre pısırık – ve sosyal hayatta bazı yerlerde vitrinlikti. Onun dışında evden dışarı adım attığı andan itibaren her hali sorundu.
Sonra kitaba bakmaya ve kendim araştırmaya karar verdim. Hiç bir sorunun cevabını bulamıyordum. Kur’an’da övülerek anlatılan kadınlardan başladım.
Yaşadığı toplumda kadınların Süleyman mabedine girmeleri bile yasakken o tüm dengeleri değiştirmiş. Süleyman mabedine giriyor. Erkeklerle namaz kılıyor. Bir sürü ön yargıyı yerle bir ediyor. Bir sürü saldırıya, muhalefete ve yargıya rağmen doğru bildiği istikametten ayrılmayan Meryem.
Firavunun karısı Asiye’yi okudum. Tanrı iddiasındaki bir egemene rağmen mazlumun, mağdurun yanında yer almasını, korkmamasını gördüm. Bir zalime meydan okumanın bedelini ne kadar ağır ödediğini okudum.
Lut’un ve Nuh’un karısının neden eleştirildiğine baktım. Biri zalimlerin yanında yer alır. Diğeri, Lut’un karısı ise malına, canına zarar gelir korkusuyla zalimlere işbirlikçiliği yapar.
Ama en etkilendiğim Mücadele Suresi olmuştu, itiraf edeyim. Mücadele ismi fail Arapça’da müennes yani dişi bir kelime. Zaten sure bir kadınla peygamberin tartışmasını anlatarak başlar. Rivayetlerde yaşlı bir kadın olan Havle’nin o günün adetlerine göre hükmeden peygamberin tavrını adaletsiz bulur ve “ama bu haksızlık” der ve ısrarla adalet talebinde bulunur. Bu konuda Hz. Aişe’nin ne derece ayrıntılı bilgiler verdiğine bakabilirsiniz.
Bir sürü meale, tefsire baktım. Evet, peygamber bir kadınla tartışıyor ve Allah işittim diyor ve kadını haklı buluyordu.
Birden bugüne döndüm. Herhangi bir camiye, vakfa bir önder isim gelse ya da şeyh ve onun anlattıklarına bir kadın itiraz etse ne olur diye düşündüm. Bir kere o ortamda kadının olmasını ve sesini duyurup, varolup soru sorabilmesini tartışırlardı. Sonra da kadın münafık, pis bir feminist ilan edilir, büyük ihtimalle provoke ediyor iddiasıyla salondan atılırdı.
Sonra şunu fark ediyorsunuz ki kadın hakkında yerleşmiş ezberler var. O ezberlerin dışında tek laf etmenizi istemiyorlar. Fıkhi bazı gereksiz bilgilerle kafalar o kadar doldurulmuş ve meşgul edilmiş ki asıl olan kimsenin umurunda değil.
Kitabı yorumlayanlar, ayrıntılarla boğularak hayatın dışına atmışlar. Hayata dokunamaz hale getirmişler. Etrafını korku çitleri ile örmüşler. Bu çizginin dışı münafıklık, mürtedlik, sapkınlık! Yani en yumuşağı feministlik bence.
Gonca Kuriş’i rahmetle anıyorum. Ne zaman adı aklıma gelse burnumun direği sızlar. Çok bencilce biliyorum ama o ben olabilirdim diyorum. O güne göre farklı şeyler söyledi. Bir ay işkence gördü. Ona yapılanlar vahşet diye tanımlanamaz. Daha da ötesiydi. Bu vahşet ortaya çıktığında her yer sessizliğe boğuldu. Kimse ona üzülmedi. Doğru düzgün haber değeri olmadı. Ona işkencecileri kadar biz de zalimce davrandık. Yaşadıklarını yok sayarak, unutarak, bununla yüzleşmeyerek…
Bir yerden başlamak gerekiyor. Yoksa ne kadar çöp varsa üzerimize boşaltmaya devam edecekler.
Cok iyi bir yazi, elinize saglik
benim eksiğimdir ama bugüne kadar bir müslümanın kaleminden çıkmış okuduğum en esaslı yazı. açık, dosdoğru, ben burdayım bu durumdayım bunu yaşadım ve bunu düşünüyorum diyor.
sağolun.
gonca kuriş’i de bir kere daha anmış olduk….
Yazı için ellerinize sağlık. Nacizane bir düzeltme: mücadele fiildir; surenin orijinal adı ise “mücadile” şeklindedir ve dişil fail anlamı taşıyan kelime de budur.
gonca kuris bir derin devlet suikastiydi,muslumanlar tohmet altinda kalmamali.
Ah Gonca Kuris, benimde huzunlenerek hatirladigim bir isimdir. oldu bittiye getirilen ne oldugu bile anlasilamayan katli. Allah rahmet eylesin. Kiz cocuklarina kesinlikle ogretilmesi okutturulmasi geretkn sureler. kendi kizim icin dusundugum seyler arasinda. tesekkurler yaziniz icin.
Bu ayetleri nerden arastirdiniz cok merak ettim erkek dusmanligi dinden de edcek sizi .resmen allah ve resulune iftira etmissin . Google ye baksaydin hic olmazsa nasil bir zihniyettir bu .nasil bir carpitma .bu dini sindiremiyorsaniz cikin bu dinden niye bu kadar zorluyorsunuz dini neden kendi o kit zihniyetinize uydurmaya calisiyorsunuz
Ne demek ya kadin peygamberle tartismis sonra allah ayet gondermis peygamberini haksiz bulmus kadin hakliymis… kaynagini gonderde bi gorelim peygamberin hukum veripte kadinin kabul etmedigi sey nedir allahin peygamberi haksiz buldugu sey nedir .herseyin suyunu cikardiniz .kadini yuceltecem diye ayetleri carpitiyorsunuz en nihayetinde peygamberde bir erkekti ittat etmeyin ozaman
elmalılı tefsirinden: “Allah işitmiştir.” Tahkik (kuvvetlendirmek) ve tevki’, yani vuku bulması beklenen anlamını ifade etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir. “Evet Allah işitti, hakikaten beklendiği gibi işitti ve dinleyip gereğini yaptı.” O kadının sözünü ki, kocası hakkında seninle mücadele ediyor ve Allah’a şikayette bulunuyordu. Gam ve kederini dile getiriyor, derdinin çaresini istiyordu. Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu âyetlerin inmesine sebeb olan kadın, Ensar’dan Evs b. Sâmit’in karısı Havle binti Sâlebe idi. Hadise şöyle meydana gelmişti: “Havle’nin kocası olan Evs b. Sâmit -ki Ubâde b. Sâmit’in kardeşiydi ihtiyarlamış ve titiz bir yapıya sahip olmuştu. Bir gün karısı kendisinden birşey istemiş, o da öfkelenip “Sen bana anamın sırtı gibisin.” deyivermişti ki, buna zıhâr denilmektedir. Cahiliye âdetlerine göre bir adam karısına bu sözü söylediği zaman karısı ona haram olurdu. Onu bir daha alamazdı. Bu hadise İslâm’da ilk defa meydana gelen bir zıhâr olmuştu. Derken Evs çok geçmeden söylediğine pişman olup Havle’yi çağırmıştı. Ancak Havle, yanına gelmekten çekinmiş ve ona; “Canım kudret elinde bulunan Rabbime yemin ederim ki sen o sözü söyledikten sonra, Allah ve Resulü hükmünü verinceye kadar benim yanıma gelemezsin. Git Resulullah’a danış.” demişti. Koca, “Ben utanırım Resullullah’a bunu soramam.” cevabını vermişti. Bunun üzerine kadın, “Ben gider sorarım.” deyip Resulullah’ın huzuruna vardı ve, “Ya Resulullah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen, bunu beyan buyur ya Resulullah!” diye istekte bulundu. Hz. Peygamber de ona: “Ben şimdiye kadar bu konuda bir şeyle emrolunmadım, ictihadım ise senin ona haram olduğun şeklindedir.” dedi. Havle, “Vallahi o, talak zikretmedi.” dedi. Resulullah ise haram olmuşsun diye tekrar etti. Ancak kadın, “Kurbanın olayım nazar buyur Ya Resullullah” dedi ve bu hususta Resulullah ile defalarca mücâdelede bulundu. Havle daha sonra da şikayetini Allah’a arzederek, “Allah’ım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Küçük çocuklarım var, onları ona (Evs’e) bıraksam zâyi’ olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar.” dedi ve başını göğe kaldırıp “Allah’ım sana şikayet ediyorum, Peygamberinin lisanına bir vahiy indir.” şeklinde yalvardı. Havle henüz oradan ayrılmamıştı ki, hakkında Kur’ân âyeti nazil oldu. Vahyin şiddeti geçtikten sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz, “Ya Havle müjde!” dedi ve arkasından âyetini okudu. Bunun üzerine Resulullah, kadının kocasını çağırttı, “O yaptığın yeminle kasdın ne idi?” diye sordu. Evs de, “Onun keffâreti var mı?” dedi. Buna karşılık Peygamberimiz, “Bir köle azad etmeye gücün yeter mi? ” şeklinde mukabelede bulundu. Evs cevabında, “Hayır Vallahi ya Resulullah, ona gücüm yetmez, malımın hepsi gider, köle pahalıdır, benim ise malım azdır.” dedi. Hz. Peygamber de “Ona gücün yetmezse iki ay peşpeşe aralıksız oruç tutabilir misin?” buyurdu. Evs ise, “Hayır vallahi ben günde üç kere yemezsem gözümün feri kaçar.” dedi. Hz. Peygamber, “O halde altmış fakiri doyurabilir misin?” diye sordu. Buna karşılık da Evs, “Hayır, vallahi buna da gücüm yetmez. Eğer bana yardımda bulunursanız, o zaman olabilir.” dedi. Resulullah da “Ben sana onbeş sa’ (on beş bin dirhem) yardımda bulunurum ve bereketi içinde dua ederim.” dedi. Ve bu şekilde aralarını düzeltti. Hz. Aişe’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İşitmesi seslerin hepsini ihata eden O Allah, ne büyüktür!” Ne yücedir ki, kadın Hz. Peygamber (s.a.v)’e hâlini arzederken öyle yavaş fısıltı ile söylüyordu ki, yanlarında olduğum halde ben bile söylediklerinin bazılarını duyuyor, bazılarını duyamıyordum. O, Resulullah’a kocasından şikayet ediyor, “Ya Resulullah gençliğimi yedi, karnım ona saçıldı, yani ona çocuklar doğurdum. Nihayet yaşım ilerleyip çocuktan kesildiğim zaman bana zıhâr yaptı, Allah’ım sana şikayet ediyorum.” diyordu. Kadın daha yerinden ayrılmamıştı ki, Cebrail (a.s.) şu âyetleri getirdi. Yine rivayet edilir ki Hz. Ömer (ra) bu kadın yanına geldiği zaman ona ikramda bulunur ve “Allah Teâlâ onu dinledi.” derdi. İbnü Ebî Hâtim ve “el-Esmâ ve’s-sıfât”ta Beyhakî şöyle bir rivayeti nakletmişlerdir: “Bir gün Hz. Ömer (r.a.) insanlarla beraber yürürken bu kadın Ömer’in durmasını istedi, o da durdu ve kadına yaklaşıp elini omuzuna koydu ve onu dikkatle dinledi. Kadın söyleyeceklerini söyleyip gidince, Hz. Ömer’in yanında bulunanlardan biri “Ya Emir’el-Müminin! Şu kocakarının karşısında Kureyş’in adamlarını beklettin.” dedi. Hz. Ömer ona, “Yuh olsun sana, kim o biliyor musun?” dedi. O da, “Hayır bilmiyorum.” deyince, Hz. Ömer, “Bu, Allah Teâlâ’nın yedi kat göğün üstünden şikayetini dinlediği kadındır. Bu Havle binti Sa’lebe’dir. Vallahi geceye kadar gitmeseydi, ihtiyacını bitirmeden ben ayrılmazdım.” buyurdu. “Buharî’nin Tarih’inde konuyla ilgili naklettiği rivayet de şöyledir: “Söz konusu kadın Hz. Ömer’e, “Dur ey Ömer!” dedi, o da durdu. Kadın ona oldukça sert sözler söyledi. Oradakilerden biri, “Ey müminlerin emiri ben bu kadın gibisini görmedim.” dedi. Bunun üzerine Ömer de, “Nasıl dinlemem ki, onu Allah Teâlâ dinledi de hakkında âyetlerini indirdi.” dedi. Âyetlerin nüzul sebebine dair nakledilen bu rivayetlerden, örf ve âdetlerin yürürlükten kaldırılmadıkça muteber olduğu hususu anlaşılmaktadır. Nitekim zıhâr hakkında henüz bir hüküm nazil olmadığı için Resulullah örf ve adet gereği kadına, “Haram olmuşsun.” demiştir. Bu nevi delillerden dolayıdır ki, “âdet muhakkemdir (geçerli bir hükümdür.)” önermesi, fıkıhta genel bir kâide olarak kabul edilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere zıhâr İslâm’dan önce Araplar’ın âdetlerine göre kesin bir haramlık ifade ediyordu ve helale çevrilmesine dair bir çözüm yolu yoktu. Kur’ân, zıhâr olarak söylenen sözün İslâm’a yakışmayan, yadırganan ve çirkin bir yalan olduğunu beyan etmiş, evvela ondan sakınılması lazım geldiğini, söylendiği takdirde de hiç hükümsüz kalmayıp yine haram hükmünü ifade edeceğini belirtmiştir. Ancak münker olarak söylenen o sözü, bir keffaret ile telafi ederek geri alıp, o haramlığı kaldırmanın gerekli olacağını beyan ile, zikredilen âdeti kısmen bırakmış, kısmen ortadan kaldırarak değiştirmiş böylece çirkin âdetlerin ıslah edilmelerinin gerekli olduğunu da göstermiştir.
şahsımdan not: Efendimiz de insandı. o mübarek de insandı. dünyaya gelmiş ve ya gelecek en mükemmel insan olan o da bizler gibi insandı.
Bir zahmet taberinin mevdudinin kurtubinin tefsirlerine bakin gerci hangi tefsire bakarsaniz bakin sizi yalanlayacaktir .