Konuk Yazar: Hümeyra Okuyan
Toplumsal bir sorun olarak şiddet şimdinin değil, geçmişin, ilk anın ve bütün tarihin sorunu. Fakat şiddet, literal karşılığını en çok kadına yönelik olduğunda kazanıyor. Erkeğin erkeğe, erkin erke, devletin devlete şiddetinin adı kavga, savaş, cenk. Fakat tek taraflı, çok yönlü, geçişken ve adeta babalardan oğullara miras gibi geçen şiddet en çok kadına yönelikken şiddet. Şiddet kötü bir gelenek olarak toplumsal kalıntının bir eseri olduğu kadar desteklenmek için de pek çok kurumdan kendisine referans istiyor. Pascal’ın ‘Dini inançlara sığınmadıkça, insan kötülüğü büyük bir zevkle ve acımasızlıkla yapamaz’ derken neyi kastettiği en çok kutsal metinleri yorumlamanın yetkisi ile kadını ötekileştiren, metalaştıran, nesneleştiren, şiddeti, aşağılamayı, hor görmeyi kendinde hak gören bir bilinç ile somutlaşıyor. Dindar coğrafyalarda üretken olamayan, azınlıkta, ezilmeye mahkum olan kadın algısının sosyolojik pek çok nedeni olabilir, fakat en temelde kadına bakışın yanlışlığını temellendiren dini argümanları konuşmadan yapılan bütün tartışmalar eksik ve yarım kalıyor. Dini referanslardan gücünü alan toplumlarda kendi pratiklerini dahi yaşayamayan, kendi seçimlerini yapamayan kadınların ilerleyen tarih karşısında yerinde saymaya zorlandığı da evrensel bir gerçek olarak görülmeyi bekliyor. Bir yanda kendi gerçekliği ile savaşan ve kavga veren kadınlar, diğer yanda kendi gerçekliğinin üzerine bir söylem geliştiren fakat bunun için ödemesi gereken bedeller, alması gereken riskler olan kadınlar adı konulmamış bir savaşın tarafı olmak durumunda kalıyor.
Aynur Eryiğit Bader’in kaleme aldığı Kutsal Kitaplar Açısından Kadına Yönelik Şiddet ve Ayrımcılık kitabı, şiddetin kutsal metinlerdeki yapısökümünü irdelemek üzerine kurgulanan bir eser. Aynur Eryiğit bu eserde Yahudilik’te ‘Tanah’, Hristiyanlık’ta ‘Yeni Ahid’, İslam’da ise ‘Kur’an’ üzerinden giderek kadına yönelik şiddetin kutsal kitaplarda hangi saik ve ilkelerle ele alındığı sorusunu soruyor ve dinlerin kadın mefhumunu nasıl okuduğunun izini sürüyor. Biri barışçıl, diğeri şiddet olmak üzere çift kutuplu sayılabilecek Yahudi kutsal kitaplarında barış ve sevgi pek çok defa vurgulanırken, bir baştan çıkarma figürü olarak kadın, erkeğin aşağılandığı pasajlarda hor görülme objesi, adet günlerinde pis, erkek tarafından sahiplenilmesi gereken güçsüz bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Hristiyanlık’ta ise yaratılış hadisesi hakkındaki pasajlar genel hatları ile kadının durduğu zemini ve rolünü belirliyor. Doğan her Hristiyan bireyin asli bir günahla dünyaya gelişinin kaynağı en nihayetinde bir kadın. Nitekim kadının yaratılış olarak erkeğin bel kemiğinden yaratılmış olması da Yeni Ahid kaynaklı bir bilgi. Yeni Ahid pek çok pasajda kadın ve erkeğin eşit konumda olduğunu ifade ederken, kadının erkekten yaratıldığının ifade edildiği pasajlarda eril olanın daha yetkili olduğunun altı çiziliyor. Nitekim Hz. İsa’nın Dağ Vaaz’ında yaptığı evrensel barış çağrısını yayacak ve sürdürecek olanlar da yine Tanrı’nın oğulları oluyor. İslam’da ise özellikle ‘her nefis kendi yaptıklarından sorumludur’ ifadesi ile hem imtihanın hem sorgulamanın karşısında insan, cinsiyet fark etmeksizin biricikliği ile Tanrı’nın karşısında duruyor. Fakat aile kurumundaki ataerkil yapı ve eril hakimiyet tüm kutsal kitap ve dinlerde ortak bir ilke olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, İslam’ın kadına bakışı cinsiyet değil, şahsiyet üzerinden. Kur’an’ın kullandığı eril hitap dili ise kadına yönelik ayrımcılık hususunda en çok dikkat çeken unsurlardan birisi haline geliyor.
Aynur Eryiğit kutsal metinlerde kadına ve şiddete bakışın izini sürerken metin ve anlam ile kolektif anlayış ve dindar aklın bu konuyu okurken düştüğü ikilemi de ele alıyor. Zira metin, kendi ontolojik varlığı içinde metin. Onun pratiğe geçmesi ve toplumsal bir yaşam biçimi halini alması kolektif aklın onu nasıl yorumladığı ve hayata geçirdiği ile ilgili oluyor: ‘Her üç dinin kutsal kitaplarına baktığımızda, dini temelli olduğu iddia edilen pek çok şiddetin dinden değil, uygulayıcılarının cahilane ya da kasıtlı tutumlarından kaynaklandığıdır. Bu yanlış tutumların temelinde nesiller boyu uygulanarak gelenek haline gelmiş olan adetlerin erkekler üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Görülen o ki, gelenekler ve adetler çoğu zaman kişi üzerinde dinden daha etkili olmaktadır.’Bu anlamda tarih boyu süren eril hakimiyet, hem devlet hem de din üzerinden metinleri fıtratın çift kutupluluğu üstünden değil, varlığını hiçbir aklın yadsıyamayacağı yahut yok sayamayacağı ayrımcılık üzerine inşa ediyor. Bu ayrımcılığı din üzerinden temellendiren eril dindar akla karşı kendi varoluşu için savaşan, hakikati söylemekten, ‘parrhesia’ olmaktan çekinmeyen kadın ise tarihin karşısında her geçen gün daha güçlü bir dirim, bir bilinç ortaya koyarak varlığını sürdürmeye devam edecek. Aynur Eryiğit Bader’in kaleme aldığı bu eser tahakküme karşı direncin başat örneklerinden sadece biri.
Kitap tanıtımı mı okuduk şimdi?
Konuyla başlığın alakası olmayan, çok saçma bir yazı olmuş.