Yazar: Ümmetin Meleği
Bu bir yarı boşanma, yarı boşanamama, biraz muhabbet biraz da başarısızlık hikayesi. Eşimle ben yaklaşık altı aydır ayrıyız. Aileler, toplum, konu komşu herkes bulgur gibi kaynıyor, heyecanlar içindeler. Maraşlı Hanım da sanırım bu yazıyı yazmadan önce bardağı taşıran son damla oldu. Yazamayan kalemim birden açıldı. İçine girdiğinizde en çok aferin aldığınız kurum olan evlilikse, tanıştıktan sonra ayrılma isteği de tabii ki en çok aferin almadığınız eyleminiz oluyor. Akıl verme izdihamı içinde buluyorsunuz kendinizi. Akıl vermek için parmağını havaya kaldıran kaldırana, seni bir köşeye çeken çekene. Fakir kalacaksın diyen mi ararsın, kocanı çok boş bırakma başkası kapar diyen mi, çocuğun ruhunda açılacak ve asla kapanmayacak yaralardan dem vuran, tuhaf şekilde ondan ona giden dul kadın efsaneleri anlatan, severek evlendin katlanacaksın diyen, vah yavrum vah bakışlarıyla başına bir felaket gelmiş gibi davranan, bunu başarısızlık olarak görüp hadi bakalım hop bilip bilmediği kişilik özelliklerimi masaya yatıran, ayrılmak istedin diye kocanı sürekli histerikçe aşağılamanı ve korkunç hakaretlerle yaptığı işkenceleri anlatmanı bekleyen, bi’ giyin süslen bak her şey düzelir, yuvayı yapan dişi kuş diyen, evet kuşlar, süsler, psikologlar, psikopatlar herkes ama herkes burada. Hepsini toplayınca sanki tencerede bol sebzeli bir yemek pişiyormuş gibi geliyor bana. Hiçbiri yerinde durmuyor, hepsi fokur fokur kaynıyor, başım dönüyor.
Bu arada biz çok bunaldık. Kırgınlıklarımız vardı. Daha doğrusu benim vardı. Üstüne başka kırgınlıklar gele gele telafi edemez olduk hiçbirini. Soğuduk. Kavga etmekten muhabbetimiz kalmamış. Onu farkettik. Hayatlarımız başka başka yönlere kaymış. Aramızdaki iletişim kopmuş gitmiş. Adamın uyuz olduğum huyları vardı. Bu arada o kariyerine tapınıyordu, bense evlilik, mezuniyet, doğum, kocanın kariyeri için yapılacak fedakârlıklar bombardımanında kendimi bulmaya çalışıyordum. Bulamıyordum. Bulamadığım için ayrıca yeniden başarısızlıkla suçlanıyordum.
Bütün bunlar bir yerden patlak verene kadar toplumun umurunda bile değilsin, buzdolabında zorluklara göğüs geren çilekeş Müslüman kadın kontenjanında bekliyorsun bu sürede. Ne zaman ki bir gün “yeter be” deyip çatırdıyorsun, o çilekeş kadın büyüsü de bozuluveriyor. Artık evlilik kurtarıp sevap kazanmak isteyenlerle birlikte, ne yapmalısın, ikiniz baş başa bi’ yerlere gidin, biraz mola verin zaten özlersiniz, sen çok yoruldun iş çocuk ev, biraz dinlen kısacası “hemen ayrılmayın, barışırsınız” dönemi başlıyor. Sevgiliyken sizi bir türlü rahat bırakmadan otomatiğe bağlamış gibi sürekli kınayıp duran toplumun bu hali göz yaşartıcı. Başbaşa kalalım, muhabbet edelim, sinemaya gidelim, romantik anlar yaşayalım, güzel vakit geçirelim, tatile çıkalım diye adeta deliriyor insanlar. Kolumuzdan tutup bizi yukarıdan kalplerin aktığı, mum ışığında eski fotoğraflarımızla dolu kalpten bir kutuya kitleyip içeriyi gözetleseler yine yetmeyecek. Seveceğiniz varsa bile emin olamıyorsunuz kendinizden. Kendinizi severek evlendiğiniz kocanızdan ayrılmamak için yeniden sevmeye çalışırken, içten içe çabalarken buluyorsunuz. Kendinizden tiksiniyorsunuz. Bu yazıyı yazarken bile kendi sesimi duyamıyorum hâlâ. Her yer ses.
Ne demek istiyordum ben? Kocam seri katil falan değil, hayır başka birisi de yok, evet yine de ondan ayrılmak istiyorum. Cık cık cık… Aslında korkunç üzüntüler içinde değilim şuan, ama sağolun yine de ben başımı alayım omzunuzdan lazım olacak o bana. Çocuğum normal davranıyor, bu yüzden sürekli oyun oynamak istediğini sanmıyorum, evde de böyleydi, çocuklar oyun sevmez mi zaten. İştahsız evet, ama evde de iştahsızdı. Hayır travma sonrası sendrom geçirdiğini sanmıyorum çocuğumu bırakır mısınız. Para için mi evlilik sürdüreyim hanfendi pardon da? Ay yeter üzerlerine bi’ kapak kapatıp yemeği güzelce pişirip, hepsi öldükten sonra da tencereyi bir uzay roketine koyup uzaya göndermeyi düşünüyorum. Aklıma gelen en makul fikir bu.
Peki ben ne hissediyorum, ne yapmak istiyorum? Ben kendimi yalnız hissediyordum bu evlilikte. Bu hayatın tamamına yabancıymışım, etrafımdaki hiçbir şey bana ait değilmiş hissinden kurtulmaya çalışıyordum en son. Siz kafamı karıştırmadan önce de kafam hayli karışıktı, şimdi onu da hatırlayamıyorum sağolun! Hayatım nerede, benim hayatım diyebileceğim elle tutulur bir yaşantım olsun, kararlarım vardı, karar almanın nasıl bir his olduğunu hatırlamak istiyorum, git gide çocuklaştım evlilikte büyüyeceğime, böyle değildim ben, anne olmadan önce ne yaptığımı da hatırlayamıyorum. Artık buna karşı çıktıkça kavgalarda küçük feminist rolünü oynayan kırmızı başlıklı kız gibi hissediyorum eşim sayesinde. Bık bık konuşuyorum mutsuz değilim aslında, ama ona göre bunlar hep feminizm. Ups! Mutsuzken söylediğiniz her şey feminizm sayılıyor bayanlar! Bu arada ben hâlâ bu deli toplum içinde ev nedir, kendi hayatın neyin nesidir, o kendi hayatın nasıl kurulur, kiminle kurulur, hayatta ney sana aittir, sen nasıl bir yere ait hissedersin, kim seni sevmektedir, sen ne zaman sevdiğini anlarsın, muhabbet biterse böyle teknik aksaklık giderir gibi rasyonel birkaç servis çağırıp yeniden kurabiliyor muyuz bu muhabbet denen şeyi gibi sorular soruyorum. Belki de herkes gibi, herkes kadar soruyorum. Belki de herkesten fazla beceriksizim, durumum herkesten kötü. Arıza bi’ tipim belki de annemin dediği gibi. Belki de o muhabbet gerçekten kurulur birkaç düğüm açılırsa. Belki de kurulmaz, hiç kurulmayacak ama devam edeceğiz. Belki de seveceğim kocamı yeniden. Evimin meleği olacağım, toplumun zavallısı olmadan önce kanatlarım yeniden takılacak ve herkes derin bir oh çekecek.
Bu yüzden düğünlerde gelinlerin yüzüne bakar bakmaz ağlıyorum. Bir kere evlenmeye görsün insan. Muhabbeti sabit duracak orada, yanlış yapmışım falan da demek yok. O muhabbet hangi deliğe saklandıysa derhal bulunacak ve eşler sevgi saygı çerçevecikleri içinde toplumu minik sevgi haleleriyle kuşatıp sevgi dolu çocuklar yapmaya devam edecek. Ayağınız takıldıysa hop en yukarıdan en aşağıya cehenneme kadar yolu var kadın milletinin. Muhabbetin, hatta bütün duyguların laboratuarda ölçülecek teknik şeyler olduğu pis bir distopyaya dönüştü herkes kafamda. Sonuçta ilerde ayrılsam da barışsam da evlilikle ilgili hissiyatım böyle bir durumda en nihayetinde b..k çukuruna düşmekten ibaret.
allah yardımcınız olsun… zihin berraklığı ve her ne karar alırsanız aldığınız kararda kalp ferahlığı ihsan eylsin.
Keşke biraz daha sakin olabilseydik düğünlerde de boşanmalarda da. Bİraz sukunete ihtiyacı var insanlarımızın aklı başında ve duyguları emin adım atabilmek için.
Allah kalbinize sekinet versin, hayırlı ve doğru adımlar atmanıza yardım etsin.
Selam ile.
Bu ülkede evliliklerinde mutsuz insanların başkasını evlendiremezse ölecek hastalığı var. Devamlı kocasından yakınmaktan başka şey konuşamayan hale gelen kadınlar genç bekar bir kadını görmeyedursun hemen başlarlar sormaya ”biri yok mu, hiç mi yok, neden yok, sen beğenmiyorsundur kesin vardır da.” Hanımı vesilesiyle kalp krizi geçiren dayım (mübalağa etmiyorum, gece kalkamıyorum, çok ağrım var diye inleyen adamı duymamış, sabah kalkınca kocasının helikopter ambulansla başka şehire ameliyata götürüldüğünü öğrenen yengemden bahsediyoruz. Bu adamın dertlerine ömür boyu bu tepkiyi verip, üstüne suçlayan biridir kendisi.) hanidir telefonu açınca nasılsından önce ”ne zaman evleniyorsun” diyor.
Demem o ki rollerimiz kısıtlı. Ya ömrü boyunca yakınıp, yine karısına kocasına dönenlerden olacağız. Ya da aksinin mümkün olduğuna inananlardan. İlişki gerçekten iyi giderse evlenenlerden, gitmezse ayrılabilenlerden. Ama yakınıp, söylenip, beyni kaynayıp, yazılar yazıp, acısı dinmeyip yine de kocasına dönenlerden, böylelikle melek olup, ilerde kendisi gibi herkesi de evlendirmeye çalışanlardan değil.
yazacağım yorumdan ayrı olarak bütün reçel ekibine teşekkür ediyorum. blogun ilk zamanlarından beri takipçisiyim okumadığım yazı yoktur. erkek olmama rağmen yazılan her hikayeyi-yazıyı kendimde hissettim mesela sınıfta tek başıma yemek yemeği kendimde hissetmeye çalıştım veya başörtüsünden dolayı emeğinin haber değeri olmayan dergi çalışanı bendim galiba… bana tekrardan günlük tutturmaya başlattınız tekrardan okumaya teşvik ettiniz, zor zamanda geldiniz sağ olun… “kadınlar, büyüksünüz”
bu yazıyı sabah okuldaki samimiyetsiz, tek dertleri kendilerine zengin birer karı-koca bulup okuldan mezun olmak olan arkadaşlarımın arasında ve blog editörlerinden olan rümeysa hanımın bestesini dinlerken okuyordum son cümleyi de okuduktan sonra telefonun ekranı otomatik olarak kitlenmişti ben de kilitlenmişdim. ben toplumda kabul edilmiş olan erkek profilinden biraz fazla duygusalım kusura bakmayın haddim olmayan şeyler hakkında haddim olmayacak kadar derin şeyler hissedebilirim. ümmetin meleği… eve geldikten sonra ilk okuduğumda aklıma gelenleri-hissettiklerimi tekrardan hissedecek miyim diyip tekrardan okudum ve her şey aynıydı sadece daha samimi bir yerdeydim çünkü yan odada annem vardı.. benim annem de ümmetin melekleri arasında hikayesi seninle tıpatıp aynı değil ama belki tanırsın onu sadece yarım yamalak okuma yazma bilir zaten türkçesi de kötüdür ama insana çok samimi gelir yaşı 40dır erken evlenmiş, benim gözümde hala genç kızdır o bana sevdiğim kızları hatırlatır… belki o da seninle aynı şeyleri hissediyordur babama karşı ama nedense dile getirmez üzüldüğünde sakalıma bıyığıma bakmaz beni öpüp okşar bilirim üzgündür ama en mutlu gördüğüm an da benim yanımdır. okuduğuma göre seninde bir parçan var allah bağışlasın. devrik cümlelerimle hissettiklerimi yazmaya çalıştım bir an elim yazdıklarımı silmeye gitti ama anneme kıyamadım. ümmetin meleği, parçanı öp, yazıya başlarken öğüt tarzı bir şey yazmayacağım diye şartlamıştım kendimi çünkü boşanmaya kalkanları “bol sebzeli yemek” yapıyormuş gibi barıştırmaya çalışan babamdan tiksinmiştim. öğüt vermeyeceğim ama duamda olacağınızı bilin yeter sevgilerle… bunu da dinleyin :) https://www.youtube.com/watch?v=7WXSWHLQ8Qk
bekarken, evlenen ve evlilik hakkında hemen fikir beyan etmek zorundaymış gibi hisseden arkadaşlarımdan hoşlanmazdım. şahsi tecrübeleriyle genelleme yaparak: “mutlaka evlen…” veya “sakın evlenme, korkunç” diyenlere “herkesin kaderi kendine… benim kaderimi senin evliliğin belirleyemez” derdim. evlenince ise evliliğin beni korkutanlar kadar korkunç veya pespembe tablo çizenler gibi mükemmel olmadığını gördüm. eşinin kişiliğiyle ömür geçiriyorsun. her şeyin başında fark edemediğin kişilik problemleri ortaya çıkarsa ve verdiği rahatsızlık artarsa diyalog; diyalog çözüm değilse ayrılık son derece makul. toplumun her baskıcı ve sığ görüşünü kendinize referans almamalısınız. sorunlarınızı bu konservatif yüzeyselliğe kurban etmeyiniz. toplum için yaşayan ve maalesef toplum için “ölen” kadınlarımızı koruyacak, mutlu ve güvende kılacak neler gerekiyorsa onlara özen gösterelim. erkekleri anlayışlı, nazik, diğerkam yetiştirmeye çalışsın anneler. gelinlerine sahip çıksınlar. oğullarına şefkat ve merhameti öğretsinler. sevgisiz, bencil, tahammülsüz bu toplumun her bireyi mutsuz. evli veya bekar olmak mesele değil.
Sonu olmayan bir boşluğa haykırmak gibidir internete yazmak. Sesinin yankısını duymakla, duymamak arasında bir kararsızlık. Size iyi geldiyse, iyi ettiniz. Ama ben, bir iki kelime etmeden geçemedim.
Ben kimim? Burası neresi ve ne arıyorum? Olmam gereken nokta neresi ve ne kadar uzaklıkta?
Pek kolay sorular değil. Herkes sormaz, sorması da gerekmez. Ama sormaya başladığında insan, boyut değiştirir. Psikolojik bir doğuma gebe kalan bir kadın, fark edilmeyi umar, hakkıdır çünkü!
Yapıp ettiklerini görmeyen gözler, gün geçtikçe eritir onu. Bu eriyiş, kaynama noktasına geldiğinde ise, yakar.
Boşanır veya boşanmazsınız. Bu, kendinize yaptığınız yolculukta bir duraktır. Bundan sonraki durakta, o etrafınızdaki sesler başka içeriklerle konuşmaya devam edeceklerdir. İnsanların çoğu, kendini konuşmamak için diğerini konuşur.
Olmanız gereken yeri bulduğunuzda -ki biz buna, kişide tecelli eden Esma diyoruz- sesler gücünü yitirecekler. Duyacaksınız ama aklınız karışmayacak.
Kendine sağır, sevdiği kadına sağır, belki çocuğuna, hayata ve tutkuya sağır erkeklerin bu hale bir kadının elinde geldiğini bilmek beni üzüyor. Hem de çok.
Kendini keşfeden kadın inkişaf eder. Bir kıvılcım gibi sarar etrafını. Sancınız sıklaşmış, doğum yakın demektir. Hayırlı mübarek olsun. Gücünüze, güç katsın Rabbim…
Selametle…
Merak ediyorum evlilikten beklentisi nedir ki insanın sonrasında aradığını bulamamışın tiribine girer. Kabullenilmemiş midir evet demekle kısıtlanmış bir hayat %1 bile olsa, zaman yeniden taksim edilmemişmidir. Karalar artık 2 kereden fazla düşünülecek gerceği 2.cinin gölgesinde okunmuyor mu.
Profesyonel idarecinin staj mahali değil mi 2 delinin izdivacı. Madem katil değil yanındaki, katline niye cevaz veriyorsun yanlız hissederken yabancısı olduğun hayata. Pencereyi açar insan evi havalansın diye(umuyorum ki öyledir) ama kışın soğuğunda bütün evi buza çevirmekte vardır kapatma kararı verilmezse..
(Yazdıklarım şiddetin tablosunu duvarına asmayanlar içindir)
Sevgisizlik falan değil ki mesele, muhabbetsizlik de değil, yanlış tanı, satır aralarında o kadar çok “pek sevgili koca şu yazdıklarımı oku da, kendine çeki düzen ver, parmağımdaki yüzüğü çıkartma ihtimalinden bahsediyorum” var ki… Aranızdaki iletişimsizliği çözmek için yanlış yere yazıyorsun kuzum. Biraz makul olun ya! Ayrıca kimse duyguları testlerle ölçebileceğini düşünmüyor fakat duyguların meydana getirdiği biyokimyasal değişiklikler test edilebilir. Açın okuyun, öyle kırıntılarda bir şeyler kurmak kolay. Kolaya kaçmak da kolay, daha kolay olansa aileyi dağıtmak.
Eskiden evlenmeden önce bir müddet tanışmak lazım derdim. Evlendikten sonra anladım ki o sürenin hiç bir faydası yokmuş. İnsan aynı evde yaşamadan, sorumluluk almadan, fedakarlık yapmadan evleneceği insanı tanıyamıyor. Resmen karpuz seçmek gibi. Dışarıdan güm pat vuruyorsun, gelen sese göre iyi midir, kötü müdür anlamaya çalışıyorsun. Tam olarak anlamak için kesip içini görmek de yetmiyor, tadına bakman, koklaman lazım. Eş seçmek de böyle. Dışarıdan anlayabildiğin kadarını anlayıp yarı yarıya kör bir seçim yapıyorsun, şansın varsa yada Allah nasip ettiyse eşinin karakterindeki sürpriz yanlar uyumlu çıkıyor, mutlu bir çift oluyorsunuz, değilse de değil işte. Kimse kelek karpuz yemek zorunda değil!
akıl vermenin köküne kibrit suyu çakmak istemiş yazar. yorumlarda yine herkes akıl vermenin binbir türlü yolunu bulmuş. doğru olanın ne olduğundan çok akıl vermenin keyfi pozisyonunu tartışmak önemli halbuki burada. akıllara kulak tıkasan da tıkamasan da akıl verme sosyolojisinin kendisi orada duruyor sonuçta.
hofff çok derinden çok iç yakıcı … evlendiğime hiç pişman değilim bin şükür rbbime ancak bazı hayalkırıklıklarım var içimi dağlayan
Yazinizi okurken kendimi buldum ve belki de birkac durak sonra varacagim menzili gordum. Meger ayni kaderi/hayati yasadigimiz nice insan varmış dunyada. Sasirdim…
evet boşanmak Allah’ın en sevmediği helal ama helal yahu. kimse bir evlilikte sürgün olmamalı. herkesin ikinci üçüncü bir şansı olabilmeli ve bu zor değil. boşanmayı bu kadar zorlaştırarak toplum olarak insanların hayatına ipotek koyuyoruz aşikar değil mi? belki ikinci evlilikle hayatını kazanacak bu insanlara bir kabusu sunuyoruz lütuf gibi. Allah’ın verdiğini almak kimin haddine? ve kim açıklama yapıp bizi ikna etmekle mükellef tutulabilir bir evliliği bitirirken? kimse boşanmak için evlenmez ve boşanmak en çok çift için yaralayıcıdır. desteğe ihtiyaçları olabilecekken böyle köstek olmak niye hoşumuza gidiyor? insan sevgimizi mi yitirdik? yoksa hiç yok muydu?
şu yazının altında bir tane içten olmayan, zorlama ve manasız yorum var onu da bir erkek yazmış.
Mutsuzluğunun kaynağını bile bilmeden evliliği b*k çukuru olarak nitleyen bir kadın Müslüman’ca değildir arkadaş. Yapmayın. Bir kadının boşanmak istemesi feminizm değil tabii ki ama psikolojik tedavi almak yerine boşanma özgürlüğü olduğunu iddia etmek düpedüz feminizmdir. Düpedüz hem de. Kabul etsen de etmesen de kadınım, bu böyle. Bu sayfa kendisini “müslüman kadınların dettleriyle dertlenen” iddiasında olduğu in çok kızıyorum. Müslüman kadının derdiyle dertlenme kanalınız temelini İslamda deüil feminizmde bulacak ve sen hala “ben feminist değilim” havasında olacaksın. Allah affetsin sizi, erkek egemen mandalarından hiç bir farkınız yok zannımca.
yani size göre yazarımız psikolojik tedavi edilmeli. Ama bu sizinki düpedüz dangalanlık ya hu! Bakış açınızı yavaşça yere bırakıp çıkın lütfen!
Allah yardımcınız olsun zor bir iş
Merhaba, ben 48 yasında ve evli 3 çocuklu bir hatunun.O kadar güzel ifade etmişsin ki durumunu hayatımın en az 3-5 safhasında bu duyguları fazlasıyla senin gibi hissettim.Hayat sonuçlardan ibaret gibi yaşarsan hiçbir zaman kendin olamazsın gibi geliyor bana.Bence kendi varlık durumunu sorgularken,kendi gerçekliğini yaşamak istermin ?sorusunu sormuş sana hayat.Ama sen şu an herbologlar (her boka karışmayı seven ve her bloktan mevzu hakkında bilgi sahibi olduğunu zannederler grubu)tarafından istilaya uğramışken nasıl kendinin farkına varabikirsinki???.Bence bir müddet sal…..Sal gitsin,herşeyi,beynindekileri,duyduklarını,yaşadıklarından kalanları bi salllll…gitsin…..Sürecini yaşa,yaşarken öğreneceksin ne yapman gerektiğini
Böyle hissediyorsanız zorlamanın hiç gereği yok…Evlilik müessesi sonsuza kadar sürecek herkes mutsuz ölecek diye bir durum mu var? ben üç kez yaptım ..şu an mutluyum iyiyim çocuklarımda iyi ve başarılı…büyük çalkantılar acılar yaşandı toplumla savaş verildi :) ama derim ki hayata bir kere geliyorsunuz…ne kendinize ne karşınızdakine yazık etmeyin…asıl olan sizsiniz yanınızda yürümek isteyen sizinle yürür…tek başına yürümek de çok keyifli ve yaratıcı insan için…duygu aşk muhabbet olmadan asla bu kurum gitmez bence…toplum kendi işine baksın, konuşur konuşur susarlar ve herkes kendi dünyasında kalır …mutlu olmak için ne gerekiyorsa yapın derim
Başka bir kadın olsaydı da o tencerede aynı sesler fokurdayacaktı emin olun