Konuk Yazar: Sertaç Sehlikoğlu
Görsel: Kirill Sharkovski
İnsanlığın Aşağısındaki Erkeklik
Kadın cinayetleri Türkiye’de akıl almaz bir boyuta ulaştı. Dr. Aylin Sözer’in haberini, hepimiz hâlâ yüreğimiz elimizde takip ediyoruz. Dr. Sözer’i okurken, beraberinde evladı tarafından öldürülen Vesile Sönmez’i, eşi tarafından katledilen Selda Taş’ı da okuduk. Dr. Sözer’i okurken, Türkiye’de akademisyen olmanın zorluklarını hatırladık. O 15-20 yıllık çetrefilli eğitimi nasıl zorluklarla tamamlamamış olabileceğini düşündük. Bir yandan da, üniversitede öğretim üyesi olmanın da aslında hiçbirimizi erkek şiddetinden kurtaramayacağını iliklerimize kadar hatırladık. Erkek şiddeti, tüm kalkanları inşa etsek de bizi bulabilir, ve kendini aklamak için her tür senaryoyu, ispatlama gereği bile duymadan, ortaya atabilir idi. Şiddet çok ani, çok keyfî, çok rastgele olabilirdi ve kimse bizi kurtaramazdı. Kadir Şeker hadisesinde bunu daha iyi anlamıştık. Kendimizi savunmaya kalkmamız da bizi yine mahkûm edebilirdi. Çilem Doğan, Nevin Yıldırım, ve niceleri, bize bunu da öğretti. Biz kadınlar, çok su götürür bir bahane ile öldürülebileceğimizin farkında olarak ve bu farkındalığın getirdiği korku-öfke gelgitleri arasında okuyoruz haberleri.
Peki erkekler nasıl okuyor? Biz, bu haberleri, erkeklik ile canilik arasındaki çizginin farkında olarak okuyoruz. Erkekler bu ilişkiyi bizim kadar net görebiliyor mu? Eril şiddetin sıradanlığını ne kadar fark edebiliyorlar? Eril şiddet haberlerini ‘istisnai’ sandıkça, bir caninin serbest kalmasının garantörü de oluyoruz. O an istisna bir an değil, şiddete eğilimi olmayan bir insanın aniden gözünün dönüp aklını kaybetmesinin haberini okumuyorsunuz. Arzularının ve varlığının üstün olduğuna inandırılmış bir erkekliğin, bu dengeyi kurma ve koruma adına cinayeti kendine hak görmesinin haberini okuyorsunuz. Aksi zanna kapılmalar, bir caninin sözde ‘iyi hal’ talebine kapı aralıyor. Tekrar be tekrar… Takip ettiğimiz en akıl almaz, en canice cinayet, darp, ve tecavüz davalarında sanığın iyi halden ceza indirimi almaması norm dışı olmaya başladı artık. Yani sorum aslında şu: Erkekler, bu kısır döngünün neresinde duruyor?
Türkiye’de erkeklik, insanlığın gerisinde kalmıştır. Ve erkekliğin geldiği boyut o kadar akıl almaz bir dönemece girmiştir ki, konuya dair sessiz kalan her erkeği yetersiz, akılsız, vurdumduymaz kılmaktadır. Erkeklik, Türkiye’de de başka bağlamlarda da imtiyazlarla bezeli bir varlık şekli. Bu noktada diğer bağlamlardaki erkekliklerden çok da farklı değil gibi görünebilir. Fakat imtiyazlar silsilesini daha yakından anlamak, mercek altına yatırmak, bir yandan erkeklik-merkezli cinayetleri, bir yandan da erkekliklerin nasıl insanlığın gerisinde kalır hale geldiğini anlamak için ehemmiyet arz ediyor. İmtiyazların inşa ve devamlılıklarına mikro ve makro düzeyde binlerce örnek verilebilir. Erkek arzularının üstünlüğü, hizmet eden değil edilen olarak erkekliğin kurgulanması, erkeğin her daim sözünün dinlenmesinin ve egosunun muhafaza edilmesinin gerektiği inanç ve alışkanlıkları, aslında mikro düzeyde gibi görünen çok sorunlu bir benlik inşasının yolunu açıyor. Buradan hareketle her sözü kesildiğinde, her hizmet görmediğinde, her reddedildiğinde gözü kararırcasına öfkelenen, öfkelenmeyi kendine hak gören bireyler ortaya çıkıyor. Evet, altını çizmek istediğim iki meseleden biri bu: erkekliğini önceleyen birey, insanlıkta geri kalmıştır.
Biz, bu ve benzer noktaları kadınların eleştirileri üzerinden dinlemeye alıştığımız için belki de, konunun ciddiyetini bir türlü fark edemiyoruz. Aslında kadınlar, şiddet gibi müstacel meselelere seslerini çıkardıklarında da sadece şiddete dur deme çabasında değiller. Yahut görece daha az acil olan mesela ev içi islerin eşit dağılımını talep ettiklerinde de salt yardım talebinde değiller. Tüm bu talepler, politik kavgalar, hatta hazırlanan raporlar, aslında erkekliğin karşısında insanlık çağrısı içeriyor. İnsanî olan, şiddet göstermemektir. İnsanî olan, hane içinde birisi çalışırken uzanıp yatmamaktır, yatamamaktır. İnsanî olan, hizmet beklememektir. Bunun tersinin mümkün olduğunu bize düşündürten erkeklik kültürü bir yandan da bir dizi gayr-i insanî tavır ve davranışı normalleştirme, gayr-i insani bireyler yetiştirmektedir.
Benim için bir diğer enteresan nokta da, dindarlaşma ve dindar yaşam kaygısının merkeze en yoğun olarak taşındığı sosyo-politik dönemlerde bile, erkekliğin bir türlü dini eleştiri konusu haline gelemiyor olmasıdır. Öyle ki, dindar birey ve kurumlar erkeklik kültürü kaynaklı her tür sosyal probleme gafletâne bir şekilde yine kadın merkezli yaklaşmakta ve çözmeye çalışmaktalar.
Kulluğun Aşağısındaki Erkeklik
Neden erkek şiddetini dinin ve dindarlığın temin edebileceği ahlaki prensipler ve eleştiriler çerçevesinden düşünemiyor veya konuşamıyoruz? Neden dindar kurum ve medya organlarında erkek şiddeti hâlâ bir şekilde kadın problemi gibi algılanıp konuşuluyor? Söyleyebildiklerimiz neden “Aslında bunlar İslam’a ters…”ten, “Gerçek İslam yaşansa bunlar olmazdı.” dan öteye gidemiyor? Dindar erkek tevazusundan, mahviyetin ehemmiyetinden, hizmet eden koca olmaktan konuşulmuyor? Tüm bu konuşulabilecek [fakat bahis mevzuu edilmeyen] meseleleri uç uca koyduğumuzda, karşımıza çıkan manevi dimağ darlığı aslında bize şunu düşündürmeli: Türkiye’de erkeklik, dindarlık gibi mahviyet odaklı bir maneviyat şeklini hükümranlığı altına almış olabilir mi? Erkeklik, kulluk ve kulluk prensipleri üzerinde tahakküm kurmuş olabilir mi? Böyle ise, erkekliğin aslında zayıf ahlak inşa etmesinin de ötesinde, ahlaki ve nefis muhasebesini de zayıflattığını, hatta imkânsız hale getirdiğini söyleyebiliriz. Eğer asıl acil mesele erkekliğin geldiği nokta ve erkeklik kültürünün caniler üretebilecek hale gelmiş olması ise, bu aciliyeti bir türlü masaya yatıramıyor olmamızın sebepleri tahminimizden çok daha ciddi ve akut olmalı. Bir nefis muhasebesi olarak, erkekliğin kulluğu gölgede bıraktığı gerçeğini düşünmeye ihtiyacı var erkeklerin.
Tüm diğer manevi sistemler gibi İslam da kendi ahlakî kontrol mekanizmasına sahip. Fakat, mesele erkekliğe gelince esasında prensipte varolan ahlakî kontrol mekanizmasının bir şekilde işletilmediğini gözlemliyoruz. Erkekliğin manevi eleştirisi her ne kadar dini prensipler dahilinde mümkün de olsa, toplumsal reflekslerimize ve dini düşünme alışkanlıklarımıza son derece ters.
Erkeklik kültürüne dair yöneltilebilecek dini eleştiri, prensipler düzeyinde mümkün ve hatta elzem. İmanî diriliş çağrılarında “Hanımlarınızı dövmeyin” gibi sığ ve yetersiz vaazlar yerine, mesela Hz. Peygamber’in hayatından örneklerle nefis terbiyesi fetvaları verilebilirdi. Bir erkeğin karısına, kız arkadaşına yahut sokakta tanımadığı bir kadına şiddet uygulamayı kendisine hak gördüğü anlara dönülmeli idi. Suyumuzun, çay-kahvemizin (biz talep bile etmeden) doldurulmasını, yemeğimizin pişirilip servis edilmesini beklediğimiz her an, nasıl da tenperverliğe gömüldüğümüz anlatılabilirdi. Bunca tenperverliğin nasıl firavun-vâri bir ruh halini perçinlediği ve kullukta erkekleri nasıl geride bıraktığından bahsedilebilir idi. Hatta, manevi donanıma sahip olma çabasındaki bir erkeğin, nefsini terbiye etmek adına erkeklik imtiyazlarına savaş açmış olması gerekirdi. Bu konuda aktif tavır alması ve hatta eli kalem tutuyorsa yazıp çizmesi icap ederdi.
Böyle tek bir örnek göremiyoruz. Eğer, erkeklik, prensipte mümkün olan bir manevi eleştiriyi imkânsız kılacak kadar güçlü ise, o halde sorulabilecek bir diğer sual de sudur: Erkeklik kulluğu tahakkümü altına mı almıştır? Sanki erkeklik, kendisine sunulmuş konforlarla o kadar sarıp sarmalanmış, o denli derin bir sarhoşluğa sürüklenmiş ki, başını kaldırıp kendini içine çeken konforlar kuyusunu sorgulayabilme irade ve bilinci pratikte imkansız hale geldi.
Dr. Sertaç Sehlikoğlu, University College London ve Cambridge Üniversitelerinde sosyal antropoloji alanında öğretim üyesidir. Ortadoğu, arzu, öznelik ve mahremiyet konularında iki kitabı ve onlarca makalesi bulunmaktadır. https://www.ucl.ac.uk/bartlett/igp/dr-sertac-sehlikoglu
“Neden dindar kurum ve medya organlarında erkek şiddeti hâlâ bir şekilde kadın problemi gibi algılanıp konuşuluyor?” demiş yazar çok haklı olarak. Konu ahlaki bir konu en başta ama seküleri de dindarı da zerre umursamıyor ve erkekten kaynaklı şiddet sadece kadın problemi gibi görünüyor maalesef. Görünmeyen bir şeye nasıl bakılıyorsa öyle bakıyorlar konuya niye keyiflerini bozsunlar. Her kesim için medyada kısa süreliğine haber değeri taşıyor o kadar. Biri çıkar tuhaf kreasyonuna ismini verir sosyal sorumluluk adı altında biri de çıkar kadınlar Allah’ın bize emanetidir çiçektir der konu kapanır. Bunca zaman daha ilerisine gidilememiş. Hala daha erkek çocuğunun elinden oyuncak bebeği kapıp alan anneler var kadın gibi olmasın diye. Sevgi, şevkat ve empati her cinsiyet için gerekli ve kritik yaş döneminde gelişemezse nasıl birbirimizi anlayacağız bilemiyorum? Öbür türlü kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi dön dur.
Çok doğru bir yerden konuyu ele almışsın Setaç’cım, umarım bu seslenişini ve eleştirilerini duyan dindar erkeklere rastlarız. Bu erkeklik formundan rahatsız olan erkekler insiyatif almadıkça, kadınlara aktif manada destek vermedikçe bu sorunların son bulması mümkün değil çünkü.
“Konfor kuyusu “
Bu tabii bile yetiyor toplumdaki erkek zihniyetini anlatmaya
Merhaba Sertaç Hanım, elinize yüreğinize sağlık. Yazınızı okuyunca rahmetli anne ve babam geldi aklıma. Babam sinirlendiği zaman, rahmetli anneciğim çok çabuk kırılıp üzülürdü. Biz de babamıza (arkasından) kızardık. Ne zaman konuşsak bize “erkekler sinirli olur, erkektir kızar, erkektir (aldatması) elinin kiridir…” derdi. Öyle yetiştirilmişti annem de maalesef. Onu biz kızları savunurduk. Şükür ki orta yaş sonunda babam evrim geçirdi desem abartmış olmam inanın; ev süpüren, turşu kuran, eşine düşkün biri oldu…Ben bir iki kuşak önceye göre erkeklerde olumlu değişimler olduğunu düşünüyorum. Tabii bahsettiğiniz “erkekliğin insanlığın önüne geçmesi” sorunu maalesef acil çözüm gereken bir konu, bu anlamda tespitlerinize yürekten katılıyorum. Erkeklerde zihinsel dönüşüm sanırım biraz ağır ilerliyor.
Hep kadınlar hedefte, meselenin adı bile kadına karşı şiddet. Şiddeti kimin uyguladığına odaklanılmıyor, kimse çıkıp ta erkek şiddeti diyemiyor. Kadınlar şiddetten korunmaya çalışılıyor, bir spor salonu sahibi kadınlara ücretsiz kendini koruma dersleri veriyordu. Geçen gazetede gördüm, bir akaryakıt istasyonuna kocaman afiş asılmış ‘şiddet görüyorsanız bize gelin, biz yardım ederiz’ gibi bir afiş. Şiddeti gören kadın, buna çözüm bulması gereken de kadın(kendini koruması, kaçması vb.)(çoğu zaman şiddete uğramaya sebebiyet veren de kadın gibi düşünülüyor) Şiddeti uygulayan çok geri planda, kimse kamerayı oraya çevirmiyor. Erkekler kadınlara yardım etmek istiyorlar ama hemcinslerine öz eleştiride bulunamıyorlar. Büyük din alimleri nasıl saliha kadın olunuru anlatıp duruyorlar. Salih erkek nasıl olunuru nasihat eden yok. Toplum hayatındaki her türlü olumsuzluğun ya sebebi kadınlar, ya da kadınların çözüm bulması bekleniyor, veya her ikisi de.
Bu tür olaylara insanların erkek şiddeti yerine “kadına karşı şiddet” (hatta çoğu zaman sadece şiddet) demekte diretmesinin sebebi topluma derinlemesine işlemiş mağdur suçlayıcılık. Bir “haketme” muhakkak söz konusudur, değilse de zaten kadın fitne kaynağıdır. Ne zaman erkek şiddeti söz konusu olsa hemen ataerkilliği özümsemiş kadın düşmanı kadınlar örnek gösterilerek “konu cinsiyetle ilgili değil bak, kadının en büyük düşmanı yine kadın” retoriği hortluyor
Reçelde okuduğum en güzel yazılardan biriydi. Teşekkürler Sertaç.
Eğer Tanrı nın bir cinsiyeti varsa kesinlikle erkektir. Artık böyle düsünüyorum elimde olmadan…
Ağzınıza, yüreğinize, kaleminize sağlık keşke her erkek gücün değilde saygının daha önemli olduğunu bilse. Sağlıkla kalın