Konuk Yazar: Gökçeli
Bir süre önce ablamın bir bebeği oldu. Anneliğin sürekli bir bakım emeği olduğu kuşkusuz, ancak bir bayrak yarışı gibi nesilden nesile devredildiğini ablam bebek sahibi olunca öğrendim. Aile için çok sevindirici olan bu gelişme, daha önce gündemde olmayan ve benim de ilk kez deneyimlediğim yeni sorunları beraberinde getirdi. Çalışma hayatına alışkın bir kadın olan ablamın yaklaşık iki ay kadar olan doğum izninden sonra işe geri döndüğünde bebeğine bakacak birini bulması şarttı. Annem akla gelen ilk seçenek oldu. Ancak annem de ablam gibi çalışan bir kadın. Annemin çalışmadığı bir senaryoda ablam annemden yine böyle bir talepte bulunulabilir miydi?
İşte bu noktada büyüdüğüm çevredeki tüm babaanne ve anneanneleri, tüm o kadınları düşündüm. Ben Akdeniz’e has köylerden birinde büyüdüm. Bahsettiğim köyler eğitimli insanların, aileleri ya da mevcut malvarlıkları nedeniyle terk etmediği ve yaşamaya devam ettiği köylerden biriydi. İşte o komşularımız olan o kadınların da kimisi iki, kimisi ise üç çocuk büyütmüş; onların eğitimi, yemesi, içmesi derken ömürlerini böyle geçirmiş kadınlardı. Ve o zaman en azından genç ve sağlıklılardı… Çocuğu kucağında saatlerce uyutmaya çabalamak, yemek yemesi için aynı çabayı göstermek bir yandan da diğer gündelik işleri yapmak için vücutları onlara yardımcı oluyordu. Ancak insan yaş aldıkça vücudunun işlevleri değişiyor, belli başlı hastalıklar ortaya çıkıyor ve dahası dinlenme ihtiyacı artıyor. İşte bu kadınlar ne zaman bedenlerinin daha yorgun olduğu yaşlara geldiler, bu sefer de torunlarının bakımı onlara devredildi. Bu devir teslim töreninde de o kadınların rızaları hiç sorulmadı. Sorulsaydı da ses etmezlerdi gerçi. Öyle ya torununa bakmayı nasıl istemez? Olacak iş değil. Tıpkı çocukları gibi, torunlarını büyütmeleri de beklendi.
Hemen hepsi de gereğini yaptı, ben şahidim. Bize kahve
içmeye geldiklerinde anneme ne kadar zorlandıklarını anlatırlardı. Bunu da
biraz suçluluk duygusu ile mahcup biçimde söylerlerdi. Sanki şikayet etmek
torunlarına olan sevgilerine gölge düşürecekmiş gibi. Zaten bu bakım emeğini
sağlamasalardı, bu mahcubiyet açıkça yaşatılırdı onlara, buna da şahit
oldum bazı bazı. Ben henüz ilkokuldayken bir gün yine bir komşumuz gelmişti
kahveye. Pek keyfi
yoktu biraz hal hatır sormadan, gündelik işlerden bahsetmeden sonra esas
konuyu anlatmaya vardı dili. Oğlunun küçük kızına bakıyordu. Yeni emekli
olmuştu ve emekli olur olmaz torunu bakım için ona verilmişti. Ama torunuyla
birlikte hasta kocasına da bakıyordu. Hem küçük bir çocuğa hem de hasta bir
insana bakmak, onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmakta güçlük çekiyordu.
O da bu duruma dayanamayıp oğluyla konuşmuş ama çok sert bir tepki almıştı.
Anneme anlattığı kadarıyla, duyduğu sözler canını çok yakmıştı. Ağlamaya
başladığı kalmış aklımda, bir de kalkıp ona peçete getirdiğim. Kötü bir anne-babaanne
olduğu söylenmişti, canını da en çok bu yakmıştı. Çevreden başkaları örnek
gösterilmiş “Bak falanca yıllardır bakıyor filanca yemeklerini bile eksik
etmiyor, onlar bir şey diyor mu?” diye kıyaslanmış. Kıyaslanmak,
karşılaştırılmak her zaman kötüdür. İki kişi ya da durumu karşılaştırabilmek
için durum ve koşulların aynı olması gerekir. Hem o karşılaştırılan kadınlara
sorsalar onlar ne derdi? Bunun da cevabi yok tabii. Bu karşılaştırmalardan
sonra iyice değersiz hissetmiş kendini, kimse yaptıklarımı görmüyor diye
ağladı ağladı gitti o gün. Annemle ben de dinledik, annem teselli etmeye
çalıştı biraz ama nafile. Birkaç güzel söz belki yatıştırır insanı, ama esas
olarak içinde yaşanılan koşulların değişme umuduna ihtiyaç duyar. Bir dost
tesellisinden ziyade canını acıtan koşullara direnç görmek ister insan.
Çocukluğumda da yetişkinliğimde de aynı ortamda bulunduğum, bir şeyler
paylaştığım hemen her kadının gözlerinde gördüm o ihtiyaç, direnme ihtiyacı.
Bizim
ailede de yukarıda anlattıklarım, hemen hemen anlattığım sıralamaya oldukça
benzer gelişti. Hatta annemin işinden ayrılması, ablamın evine yerleşmesi için
planlar yapıldı.
Ablam kendine göre haklı nedenlerle ısrar ediyordu annemin bakım vermesi
talebinde. Hem maddi hem manevi gerekçeleri vardı. Kreşler pahalı, onları
karşılamak ayrı mesele, karşılayabildiklerine güvenmek ayrı mesele. Annem ise
hiç istemiyordu ki. O işine devam etmek, belki biraz para biriktirip
emekliliğinde o parayı değerlendirebilmek istiyordu. “Belki evi tamir ettirir
ya da arabayı değiştiririm,” diyordu. Bu arada çalışıyor dediğime bakmayın,
belinde üç fıtık, iş göremez denmesine rağmen çalışan bir kadın. Bebek
bakımını zaten bu halde sağlaması çok zordu.
Ablam kendi gerekçeleriyle diretirken, aylar boyu anne kız
çatışmalarına şahit oldum. En sonunda annem derdini anlattı, bakım vermeyi
neden kabul edemeyeceğini açıkladı. Bebek önce bir bakıcıya sonra kreşe
verildi. Maddi olarak da annemin desteği alındı. Bunlar sadece bizim ailede
yaşananlardı…
Bu hikâyenin binlercesi Türkiye’de ve hatta dünyanın birçok yerinde yaşanmaya devam ediyor. Çocuk üzerinden kadınlara dayatılan roller, kadınların yaşları ve statüleri değiştikçe kendine yeni alanlar açıyor. Böylece hemen her yaşta kadın ataerkinin kıskacında kalmaya devam ediyor. Kutsallaştırılmış annelik ile önce doğum yapan kadınlar bireysel kimliklerini kaybedip çocuğu ile bir bütün olduğu haline gelmiş varsayılıyor. Anneanne ya da babaanne olan kadınlar da içinse kutsal annelik bitmeden bu kez de kutsal nenelik çıkıp geliyor. Yeniden yıllar boyu vermiş oldukları bakım emeğini vermeleri, bunu itiraz etmeden tam bir görev bilinciyle yapmaları bekleniyor. Ve bu “torun sevgisi” adı altında meşru hale getiriliyor. Ancak her nasıl birinin ihtiyaçlarını gidermek sevmek anlamına gelmiyorsa, bir kişiye bakım emeği verecek güçte olmamak da sevmemek anlamına gelmiyor. Önce çocuklar, sonra torunlar ve hatta evde bakıma ihtiyaç duyan diğer yetişkinler derken dört duvar arasında sürekli hizmet veren konumunda bir hayat planlamasına itiraz bedava bakım emeğini reva gören ataerkinin bel bağladığı çarkın dişlilerinden sadece bir tanesi. Bir hayır desinler de görelim!
Mevcut düzende büyükanneler sağlıkları müsaade etmemesine rağmen torunlarına bakmak durumundayken diğer yanda anneler herhangi bir destek göremediğinden çocuk bakımı için onlara muhtaç durumdalar. Çalışan kadınlara kreş desteği sağlanmıyor, kreşler denetlenmiyor. Oysa çocuk sayısı siyasete konu edinilirken, dünyaya gelen çocukların yaşamı ve gelişimi için ihtiyaç duyulan imkân ve koşullara hiç değinilmiyor. Bu bahsi geçen konularla ilgili acil politika geliştirilmesi gereken yerde mevcut ekonomik şartlardan dolayı çocukların bakımı için kreş/eğitim merkezlerinden bakım desteği sağlamak daha da zor bir hale geldi. Aile dışında birine bu taleple gitmek daha da güçleşiyor, bu tüm bu zorluklar yine ailedeki kadınların omuzlarına yükleniyor. Tabii kadınların aleyhindeki bu koşulların yarattığı tüm bu çatışmaları da yine kadınlar kendi aralarında çözüyor. Bu bir sorun olarak bile görülmediğinden dolayı dillendirilmiyor.
Tüm kriz anlarıyla ilk olarak kadınlar yüzleşmek zorunda kalıyor, mevcut zorlukların aşılması için hemen kadınların özgürlük alanının kısıtlanması yoluna gidilmesi ve sorumluluklarının artması bir problem olarak görülmüyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin buyurdukları hemen her yaştaki kadının kucağına oturtuluyor. Buna karşı itiraz yolları ise bir hayli katı, sevgisizlikle, ilgisizlikle ya da daha ağır şiddet biçimleriyle karşılaşma tehditiyle başbaşa her yaştaki kadın. Bunun üstesinden gelmenin bir biçimi olarak komşu ziyaretleri, kendi aralarında yapılan sohbetler ön plana çıkıyor. Bunu da bir direniş biçimi olarak görmek mümkün mü? Kadınların kendi aralarındaki sohbetlerden bir hayat akıp gidiyor aslında, bakım emeğinin güçlükleri, yarıda kalmış hayalleri ve niceleri orda birbirine aktarılıp dile geliyor. Ve basitçe sorulan bir soru ile hiç tahmin edemeyeceğiniz cevaplara ulaşmak mümkün. Mesela tanıdığınız bir kadına şunu sorabilirsiniz, torununa bakacak kadar iyi hissediyor musun kendini?
Merhaba,
Ben küçükken babaannesinden bakım görmüş biri olarak galiba ilk kez “kutsal nenelik” üzerine düşündüm. Diğer insanlar da düşünsünler diye LinkedIn hesabımda yazınızı paylaştım. Ellerinize sağlık!
Değerli paylaşımınız için çok teşekkürler.