Yazar: Esas Kız
Annem kalubeladan beri evde kalmamdan korkar. Bundan dört sene evvel, o bu korkuyla panik atak geçirmeye yaklaşmışken kader ağlarını ördü ve bir görücüm çıktı. Esas oğlan İstanbul’dan kilometrelerce uzakta küçük bir ilçede yaşayan, burada doğmuş büyümüş, kültürel olarak hiçbir yakınlığımızın olmadığı bir delikanlı. Ama “bizim oralı”, ayrıca “ailesi çok iyi insanlar”, “çocuk da çok ahlaklı.”
Tüm bu büyülü cümleler beni çok etkilemişçesine kendisiyle görüşmeyi kabul ettim. Etmeseydim başıma gelecekleri biliyordum çünkü: Ancak bu yaşımda önüme gelen ilk kısmeti tepen, burnu havada, kendini beğenmiş biri sayılacak, bilhassa annemin iğneleyici sözlerine belki seneler boyu maruz kalacaktım.
Elbette ben de akranım pek çok kadın gibi pembe panjurlu olmasa da yeşil storlu kendime ait bir evim olsun istiyordum. Sosyal bir kelebek olsam da kendi çevremden tanıştığım biriyle o döneme dek çok uzun süreli bir ilişkim olamamıştı. Peki, neden akraba çevresinden gelen görücü taleplerine karşı böylesine önyargılıydım?
Akrabalarımın gözünde tesettürlü, iyi aile kızı, eğitimli gibi vasıflara sahibim. Hâl böyle olunca karşıma çıkan adaylar da bu kriterlere aşağı yukarı uyan kişiler oluyor. Onların gözünde doktora yapıyor olmam herhangi bir üniversite mezunuyla anlaşmam için engel değil. Dahası bunlardan fazlasını beklemem de nankörlük ve şımarıklık olarak görülüyor. Oysa ben evli olmak için evlenmek istemiyorum. Benim yaşam pratiklerime (akademik çalışmalarıma, işime…) kayıtsız veya alakasız biriyle bir ömür geçirebileceğime ihtimal vermiyorum. Birbirleriyle sadece marketten alınacakları veya çocuğun okul taksitini konuşan çiftlerden olma fikri beni dehşete düşürüyor. Yani aslında koca değil sahiden hayat arkadaşı arıyorum. İşte bu noktada ailemin beklentileriyle benimkiler örtüşmüyor. Onlar yaş, dini hassasiyet, kültürel altyapı, iş gibi kriterler uyduğu sürece o kişiyle evlenmem için bir sakınca görmüyorlar. Fakat benim beklentilerim bundan biraz daha fazlası (veya bir noktada farklısı) olduğu için büyük bir dirençle karşılaşıyorum.
Ne diyordum? Hah! Esas oğlanla daha ilk konuşmamızdan ayrı dünyaların insanları olduğumuzu anladım. Ailemin “önyargılı davranıyorsun”, “hiç şans vermiyorsun”, “tanımaya çalışmıyorsun” sözlerinden çekindiğim için görüşmeyi sürdürdüm. İki ayda toplamda iki kez yüz yüze görüşebildik. Bunun dışında sürekli yazışıp konuşarak bir nevi yasal yoldan flörtleşiyorduk. Elbette annemin her gün sorduğu “Nasıl gidiyor?” sorusunun balyozu altında. Bu işin olmayacağına dair açık kapı bırakmaya çalışsam da altın tepside somut bir bahane sunamadığım için iyi gidiyormuş gibi yapmak zorundaydım. Baktım ki ailemi “istemiyorum” diyerek ikna etmek zor, ben de en klişe taktiği uygulamayı denedim: Şımarık kız sendromu! Esas oğlanı İstanbul’a ilk gelişinde aldım karşıma, başladım konuşmaya:
“Ben İstanbul’dan başka yerde yaşayamam. Ancak sen burada yaşarsan bu iş olur.”
“Sorun değil, ben burada da iş bulurum.”
“Ben öyle sürekli ev filan temizleyemem. Ara ara bir yardımcı almalısın.”
“Olur, alırız.”
“Ben doktora yapmayı planlıyorum. Yaklaşık 6 sene sürecek. Bu süreçte bana çocuktan bahsetme. Doktora bitmeden çocuk filan yapamam.”
“Tamam, sen istemiyorsan yapmayız.”
“Bak ben sosyal bir insanım. Kadın erkek geniş bir çevrem var. Kıskanılmaktan, bana karışılmasından hiç hoşlanmam. Asla bana karışmayacaksın, söz mü?”
“Söz. Asla karışmayacağım.”
Elbette tüm bunlar pek de öyle şımarıklık değil, düpedüz olağan isteklerdi. Yine de içten içe karşı tarafın şımarıklık olarak algılayacağını düşündüğümden, belki paçayı böyle sıyırırım ümidiyle klişe oyunların şefkatli kucağına sığındım.
Tüm şımarıklıkarıma aptalca bir gülümsemeyle kafa sallayan bu Anadolu delikanlısının bana abayı yakmış olduğunu çok geçmeden anladım. Peki, bu derece farklı dünyalara sahipken tam olarak neyime âşık olmuştu? Öyle dikkat çekici bir güzelliği veya yeteneği olan, oturaklı, uslu, söz dinleyen biri değildim. Ayrıca şımarığın da tekiydim! Galiba esas oğlan da köyden indim şehre sendromu yaşıyordu. Yaşadığı dar çevreden çıkıp kendisine legal olarak “sunulan” ilk dişi sinek olduğumdan gözüne perde inmek için pek fazla nedene gerek kalmamıştı.
Yüz yüze veya görüntülü konuşurken gözleri gözlerime değince felaketim olup ağlamasına yaklaşık iki ay sabredebildim. Bu sürenin sonunda başta saydığım maddelerden birini, hem de en önemlisini çiğneyip ataerkilliğini –nihayet- ortaya serince ben de resti çektim.
Kurtulmuştum!
Sonunda bitmişti!
Öyle mi?
Hadi bizim âşıkla yolları ayırmayı başardım, peki ailemi nasıl ikna edecektim? Elbette kıyamet koptu. “Çok iyi ailesi olan”, “çok ahlaklı”, “çok saygıdeğer” bu insanı nasıl olmuş da reddetmiştim? Hem de beni kıskanıyor diye!
Bu olayın hemen peşinden âdeta İbrahim’e gökten inen koç gibi benim de hayatıma çok iyi anlaştığım, aynı dili konuşabildiğim, aşktan gözlerimizin parladığı biri girdi. Fakat şu işe bakın ki evde kalmamdan korkan annemle babam değilmiş gibi bu sefer de bir evin bir kızı olmuş, aniden kıymete binmiştim. Ailem kızlarını o ipsiz sapsız oğlana vermeyi asla kabul etmiyorlardı. Bana evlenmemek gibi bir seçenek sunmayan, dahası istedikleri ideal damat adayıyla evlenmem konusunda ısrarcı olan patriyarkanın kılıcının gölgesi bir kez daha üstüme vurmuştu.
Hikâye Romeo ile Juliet’in hazin sonuna benzemeden nihayet ailemi ikna edebildik. Tam her şey yüzük takmaya varmış ve ben evde kalma korkumdan, ailemin baskısından hem de “hayat arkadaşım” diyeceğim, sevdiğim adamla evlenip kurtulacaktım ki epic fail: Terk edildim!
Öncesindeki olaylar ve terk edilme sonrası başladığım terapi süreciyle birlikte hayatımın en zor üç senesini yaşadım. Tam da şimdi, geceler boyu döktüğüm gözyaşları, terapi ve ilaçlara saçtığım paralar, anksiyete kriziyle geçen acılı zamanlar meyvesini verdi ve üzerimdeki evlilik baskısı bir nebze azaldı derken…
Bingo!
Bir yeni görücünüz var!
Bu seferki İstanbul’a çok daha yakın bir başka küçük şehirden. Orada doğmuş büyümüş, ailesinden el aldığı işini yapan, kendi halinde bir oğlan. İstanbul’da yaşamayı kabul ediyor, ah elbette eve bir yardımcı gelebilir ve beni kıskanması asla ve asla söz konusu olamaz!
Sanki ben bu filmi daha önce görmüştüm.
erkeklerle entelektüel konuşma yapılmaz marketten ekmek aldırılır arkadaşlar xD
Ahlaklı elamanı Allah kurtarmış
İlk adayın ahı tutmuş galiba. Kendisi doktora yapmayan bir erkek de sizin doktora yapmanızı ya da akademik kariyerinizi destekleyebilir. Her konuda aynı olmak zorunda değilsiniz. Tıp fakültesinde tanıdığım bir hoca var. Kadın profesör ve kocası lise mezunu bir aktar. Çok mutlular. Kadın kongrelere giderken içi hep rahat. Biliyor ki kocası ikiz kızlarına bakmak için yeterli ilgiye, zamana, sevgiye, sabra sahip. Önyargılı olmayın. Karşınızdaki insana şans verin. Akademik çalışmalar dışında da ortak ilgi alanınız olabilir. Kar kış, sıcak yaz demeden her pazar pikniğe gitmektir belki ortak noktanız. Ya da oturup Muhyiddin arabi okursunuz birlikte. Belki standup gösterileri veya tlc deki programları izlersiniz. Hayat arkadaşı olmak için birebir aynı olmanız gerekmiyor.
Allah karşınıza hayırlı insanlar çıkarsın.
cok yakin bir arkadasimi da bu gorucu kiskaciyla bir suru kisiyle gorusturduler. kiz doktora yapiyor, elemanlar annesine gelinlik yapacak kiz seciyor. esimin arkadaslarindan biriyle gorusturduk, ve iki genc hemen abayi yakti. eger karsiniza bu tarz tipler cikiyorsa muhtemelen kendi gorusunuzden cevrenizden birileri etrafinizda olmadigi icindir. arkadas cevrenizi genisletin. her erkek boyle degil.