Konuk Yazar: Fatma Şişli
Bir insanın nasıl yaratıldığına dair trajik bir hikaye ile karşılaşacağımı bilmeden girmiştim eski eşyaları satan o dükkandan içeri. Amacım kitapları karıştırmaktı bu sefer. Çocukluğuma dair bir kaç eski eşyayı görünce mutlu olduğum bir yerdi orası. Bazen eskilere bakıp ‘Ne hikayeleri vardır kim bilir bu eşyaların’ derdim. Kitaplara bakarken gözüme ansiklopedi kalınlığındaki bir dönemin meşhur Hayat dergisi ilişti. Şöyle bir göz atayım derken kendimi kasada bulmuştum. En iyisi eve gidip, bir bardak demli çay eşliğinde yıpranmış sayfalar arasında kaybolmaktı. “Kimlerin evine misafir oldu, kimlerin elinde gezindi bu dergi acaba?’’ diye düşüne düşüne sayfaları çevirirken, “50’lilerde ne kadar da ‘modernmişiz’ yahu.” demekten alamadım kendimi. Kapak kızları modern Türkiye’nin baş göstergesiymiş adeta. Ben “Vaayyy, oooo, yok artık!’’ nidaları ile sayfaları çevirirken; annem “Yine nerden aldın o kalın şeyi. Evde yer kalmadı kızım. Nereye koyacaksın onu?” diyerek her zamanki klişe ama komik cümlelerinden birini kurmuştu.
Tam o sırada at üstünde güneş gözlüklü bir kadın fotoğrafı dikkatimi çekti. Haberin başlığı ‘’Kızımı da götür!’’ idi. İçeriğini merak edip okumaya başladım. Fotoğraflar ve altında yazan metinler karşısında kaşlarım bir aşağı bir yukarı hareket ediyor, gözlerim hayretler içinde kalıyordu. Bir insan yaratmanın hikayesi anlatılıyordu bu haberde. Doğu’daki kızları kurtarması için görevlendirilen Sıdıka Öğretmen, münevver bir Türk kadını olarak ‘Türkçe dahi bilmeyen’ kız çocuklarını kurtarmak için Malkoçoğlu edası ile at eşek demeden yollara düşüyor ve Doğu’nun karanlığına ışık saçıyordu.
Köylüler bu öğretmenden yirminci Asır ‘azizesi’ gibi bahsediyorlarmış. Hangi ifadeleri kullanıyorlardı acaba azizeliğinden bahsederken? Mani düzecek kadar sevmişler baksanıza.
“Kızımı da götür, modern yap getir, ışık saçsın etrafa, azize olsun insanlığa , sen gibi sen gibi” (!)
Vefakar ve cefakar Türk öğretmen bazen Türkçe bile bilmeyen kız çocukları’nı bile at sırtına alıp mektebe götürüyormuş. Demek her türlü saldırıyı göze almış, iyi ki ısırmamışlar!
Bir insan yaratmak kolay değildi! Ayakları çıplak, üstü başı yamalı, saçları dağılmış o vahşi kızdan ‘tertemiz Türkçe konuşan’ modern bir kadın meydana getirilmişti. Üstelik nihayet! Giriş, gelişme ve sonuç bölümleri üç fotoğraf ile özetlenmiş, adeta bir köleyi andıran Doğuludan artık ışık saçabilecek Batılı bir kadın yaratmışlardı.
Fedakar öğretmen Sıdıka Avar, misyonerlik ile suçlanmış ve daha sonra Mustafa Kemal tarafından dosyası incelenerek kendisinin karşısına çıkartılmıştı. “Misyoner Sıdıka sensin öyle mi?’’ diye soran Mustafa Kemal’e, “Efendim ben öğretmen Sıdıka!” diye cevap vermiştir Sıdıka Avar. Daha sonra Mustafa Kemal kendisine şöyle hitap etmiştir;
“Hayır sen Misyoner Sıdıka’sın. Bana da senin gibi misyonerler lazım. Git, memleketin içine gir. Dağ köylerine uzan. Orada kendi dilini dahi konuşamıyan ve bizden ışık bekliyen yarının annelerini bulacaksın…’’
“Bir cemiyet daha ziyade aile yoliyle bilhassa kadın yoluyla fethedilebilirdi. Misyoner Sıdıka Hanım Şark’a gidecekti. Oradaki genç kızları hatta Türkçe bilmeyenleri dahi toplayacaktı. Onları bu cemiyetin potasında yetiştirecek, sonra bu çocukları birer ışık huzmesi halinde köylere gönderecekti.’’
Modernizm ile imtihanımızı gözler önüne seren, Batı’nın oryantalist bakış açısını iliklerimize kadar hissettiren diliyle bu haber insan yetiştirebilmenin gerçekten ne kadar zor olduğunun tekrar tekrar altını çiziyor. Birer ışık huzmesine dönüştürülen ve Doğu’ya ışık saçması için gönderilen kızların, Batı’da nelere mecbur bırakıldıkları ise muamma…
Batı’nın ışığından Doğu’ya sığınırım!
—
*Kaynak: Hayat Dergisi Mart 1957
Hikmet Ferudun Es röportajı
Yazdığınız yazıda savunduğunuz görüşün pek alakası yok maalesef.Sanırım Türkçe öğretimi dayatma olarak gördüğünüz için orada yapılan ve okumayan genç kızların eğitim almasını görmezden geliyorsunuz.Günümüzde bile köylerde çocuklarını okutmayan pek çok insan var.Yapılan eğitimi tümüyle kötü algılatan bir yazı olmuş.Ve bir yargıdan yola çıkılmış.Kişisel görüşüm beğenmediğim ve sağlam bulmadığım yönünde.
Yaziyi gorunce inanamadim, ilkokuldayken turkce okuma kitabimizda bu “kahraman” avar ogretmeni anlatan bir parca vardi. Hatta ataturk ile avar arasindaki konisma vs satiri satirina ayni kelimelerle yazilmisti. Bingollu oldugumdan gidip saf saf anneanneme sordum, boyle bir ogretmen kadin varmis, bizim koye geldi mi, sen hic duydun mu diye.
Anneannem saskin bir suratla “yok kizim” dedi “ne duydum ne gordum”.
İki Tutam Saç
Sıdıka Avar’ın bölge anılarını derlediği kitabı Milli Eğitim tarafından sakıncalı görülerek doğal hâli ile yayımlanmadı.
http://www.taraf.com.tr/iki-tutam-sac-iki-ayri-beze-sarilmis/
1937-1938 Dersim katliamında katledilen ve sürgüne gönderilenlerden geriye kalan kız çocuklarını ihmal etmedi şefkatli devlet-i âliye. Onları bir üst kimliğe sıçratarak Türkleştirmenin yolları açıktı artık. Bu kız çocuklarının önemli bir bölümü bölgede yüksek vatan aşkıyla görev yapan askerlere evlatlık verildi… İsimleri, hüviyetleri, yüzleri, düşleri, hisleri değiştirilerek. Ayrıntıda da kusur eylemeyen “yunıt-er”lik; üniterlik adına askerle kız çocuklarını toplamanın irite edici olduğunu fark edince misyoner kadınları öne çıkardı. Bu yüksek sadakat bağımlısı kadınların başında Sıdıka Avar geliyordu. Hattâ daha sonra Sıdıka Avar’ın bölge anılarını derlediği kitabı Milli Eğitim tarafından sakıncalı görülerek doğal hâli ile yayımlanmadı.
o kizlar birsekilde ailelerinden aliniyor zaten asker ile vs ile, burada Sidika ogretmen cocuklarin yasayacagi tranvanin hafiflemesi icin caba da gostermis. kotu bir kadin imaji verecek birsey yok. hatta zamaninda asirilik yapan valiyle ters dusup gorevden ayrildigi olmus.
Güzel paylaşım kesinlikle. o günlerin nasıl günler olduğunu görmek açısından da ziyadesiyle bilgilendirici ama yazarın eleştirisi çok muğlak. Örneğin “Batı’da nelere mecbur bırakıldıkları ise muamma…” diye bir cümle var yazıda, ben de merak ettim nelere mecbur bırakıldıklarını -veya mecbur bırakıldıklarını itham ettiğini. açıklasaymış hoş olurmuş.