Yazar: Neslihan
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur
Gülümse
Şehre bir film değil ama bir tiyatro geldi. 8 Mart anısına devlet tiyatrolarından Anton Çehov’un Üç Kız Kardeş isimli oyununu getirdi belediye. Burada bu öyle nadir gerçekleşen bir etkinlikti ki kadın, erkek, çoluk-çocuk doldurduk salonu. Doldurmak ne kelime 500-600 kişilik salonda kucak kucağa oturmamıza rağmen koridorlarda, merdivenlerde, omuz omuza izlemek zorunda kaldı çoğu. Ben de çocukları alıp gittim. Evet bu bir çocuk oyunu değildi ama planımız oğlumun sessizce telefonla oynaması, kızımın onu izlemesi ya da kucağımda uyuması ve annelerinin çok istediği bir tiyatro oyununu izlemesiydi. Daha kapıdan girerken görevli adam “kızım bu çok sıkıcı bir oyun, sen bile sıkılacaksın, çocuklar hiç durmaz” diyerek içeri girmemizi istemedi. (Umarım kulistekiler adamın beni bu oyunun ne kadar sıkıcı olduğuna ikna çabasını duymamıştır..) Kibarca ‘bi deneyelim’ deyip içeri geçtik neyse. Ama o hengamede türlü ötekileştirmeler, 8 Mart, oyun nezdinde Rusya vs kafamda canlanırken içimin arka fonunda hep şu yukarıdaki şarkının mısraları çalmaktaydı.
Bu şehirde en çok isyan ettiğim nokta her biri 5-6-7 çocuklu hanelerde kadınların bir de çocuk üzerinden dışlanıp, itilip-kakılmasıydı zaten. Bu ‘etkinlik’te de aynısı oldu. Komşularım “aaa iki çocukla kalınır mı, çok az, daha gençsin, doğursana” yorumları yaparken, kendilerinin de en az benim iki katım kadar çocukları varken, ben bu şehirde iki çocuğu hiçbir yere sığdıramıyorum. Sadece burada da değil, geçen yıl bir İstanbul seyahatimizde toplu taşımada, kafede, restoranda velhasıl toplu mekanlardaki tanımadığımız kişilerden gelen uyarıları, baskıcı müdahaleleri, ‘cık’lamaları duymadan nasıl rahat bir gün geçirebilirsiniz ki?… Neyse buraya dönersek, bir kadınlar günü etkinliği yapıyorsunuz. Bu toplumda en yerleşik kadın rollerinden biri çok çocuk sahibi olmakken, dahası kadınların tek başına onların bakımını üstlenmesi beklenirken, yaptığınız etkinliğe ancak çocukla gelebilecek kadınlar için hiçbir çözüm üretemiyorsunuz. O bir saatlik etkinlik için bir çocuk odası yapıp, anneleri yılda bir gün şurada vakit geçirirken çocukları da oyalayıp, oynatamıyorsunuz. Öyleyse batsın bu 8 Mart… Dünya kadınlar günü falan da olmasın… Sonuçta benim gibi inatçı birkaç anne dışında salonu liseli kızlar, partnerlerine eşlik eden genç erkekler ve tabir-i caizse ununu eleyip eleğini asmış yaşlılar doldurdu. Orta yaş kadın kitlesi 8 Mart’ta bile yoktu…
Bu küçük Güneydoğu şehrinde bir diğer isyan noktam ise çok çocukluluğun kadının geleneksel rolüne bu kadar içkin olmasının yanında çocukla dışarı çıkmış kadının abes, had bildirilebilir, ayıplanır bir şekilde karşılanması. Özellikle hastanede bu tavırla çok sık karşılaşırsınız. Kadın hasta çocuğunu kucağına, diğerlerini etrafına toplayıp hastaneye gelir. Yol boyunca ve hastane koridorlarında öff-pöf nidalarıyla, cık cık lı bakışlarla karşılanır. Hastane yani gidilebilecek en kabul edilebilir kurum bile böyleyken, buralı kadınların en azından bir kısmının ısrarla şu salona kadar bile gelmiş olması benim adıma çok sevindirici. Ben bu ufak şehirde pekiştirdim dışarda çocukların varlığından utanmama duygumu. Çünkü farklı farklı şartlarda, kültürlerde ve coğrafyalarda da olsak gördüğüm ortak nokta kadının sosyal hayatta VAR olabilmesi için ısrarcı olması gerektiğidir.
Etkinliğin herkese açık olarak duyurulmasına rağmen salon tıklım tıklım dolunca yapılan “erkekler ayağa”, hemen sonrasında da “erkekler salon dışına” anonsları ayrı bir saçmalığın sembolüydü sanki. Evet, bir 8 Mart programında kadınlara öncelik verilebilir, bu çok anlaşılır bir durumdur. Ama bunu salon böyle dolduktan sonra yapmak abestir. Zaten erkeklerin çoğu tüm yıl olduğu gibi pişkinliklerini bozmadan ne oturdukları yerleri ayaktaki kadınlara terkettiler ve ne de salondan çıktılar. Organizasyonun eksiklik ve hataları bir tarafta, erkeklerin müdanasız tavrı görülmeye değerdi… Çoğunluğu erkek olan bir salon dolusu insan içinde “kadınlar dışarı” anonsu yapılsaydı kaç kadın solunda kalmaya devam edebilirdi ki?… En az erkekler kadar pişkin olmak da sosyal hayattaki yerimizi korumak için gerekli sanırım.
Son olarak, sloganlardan hiç hazzetmesem de 8 Mart deyince en çok “kahrolsun kapitalizm” sloganı geliyor dilime. Kadınlar günümüzü cebimizi boşaltarak kutlamak isteyen AVMler, alış-veriş siteleri, bankalar, türlü türlü işletme buna sebeptir. Belki de bu nedenle 8 Mart’ta şehrime alış-veriş panayırı değil de Çehov’un oyununun geldiğini duyunca pek bi mutlu oldum ve gidiverdim etkinliğe.
Sonuç ne mi oldu? Çocukların ikisini birden sıkıştırdığım tek koltuktan yüzüncü defa “hanım çocuklarını kucağına al” ikazını duyunca çocukları önce ayağa diktim. Sonra yorulanı sırayla kucağıma alırken bir yandan da tepemizdeki kalabalığın artmasıyla yükselen sinir kat sayım sayesinde ilk 15 dakikada salonu terk ettim. Bir arkadaşımın tabiriyle “sanata olan orantısız ilgi”ye ve çocuklu kadına had bildiren kalabalığa daha fazla direnemedik. Çocukları sessiz ve uyumlu durdukları için tebrik edip salondan çıkardım. Bizde 8 Mart böyleydi.
Bebeğiyle, çocuğu/çocuklarıyla dışarıda olan kadını cıkcıklarla bezdirenler ile benim gibi genç, çocuksuz kadınlara “iyi iyi (eşinle) gezin şimdi gezebildiğiniz kadar, çocukla gezilmiyor/çıkılmıyor” diyen kadınlar söylemi beraberce üretiyorlar o halde? Ne yazık. Yeni nesil çocuklarıyla sosyal hayata katılmaya daha istekli, hemen pes etmeyecek gibi. Ama bu konuda insanların algısında bir değişme olacaksa bile çok az ve yavaş olacağı aşikar. (Bana söylenenlerden dolayı gezme üzerinden örnek verdim ama biliyorum mesele sadece gezme tozma, ‘keyfi’ şeyler değil sevgili anneler. Umarım her şey daha kolay olur hepimize)