Yazar: Huri
Sisli bir sonbahar günü ayrılıyoruz yayladan. Yürüdüğümüz patika yoldan dağın öbür yamacına geçmeden yaylanın üstüne büsbütün sis çöküyor ve tezek yapıştırılmış duvarları, gri sac çatıları ile küçük yayla evleri görünmez oluyor. Elim elinde yürüyoruz. Dağlar tepeler aşıyoruz. Patika yolları bitirip nihayet araba yoluna ulaşıyoruz. Koca koca tepelerde, çam ormanları arasından karanlık mağaralar ağzını açıyor gün ışığına. Her bir mağara ile ilgili cinli- perili, altınlı-mücevherli bir masal anlatıyor. Gözlerim mağaralarda, kulaklarım onda heyecanla dinliyorum. Neden sonra öyle bir yere geliyoruz; yol çalışması var, her yer çamur. Masallar orada kalıyor. Artık tek derdimiz çamurların içinden doğru adımları atabilmek. Ben fantastik yolculuğun içinden çıkıp ağlamaya başlıyorum eteğim çamur oldu diye. Yavaşça eğiliyor, elleriyle gözyaşlarımı siliyor. “Birazdan güneş açacak ve eteğindeki çamurlar kuruyup dökülecek, ağlama” diyor.
Sonra bir sis de zihnime çöküyor ve hikayemin devamını pek anımsayamıyorum. Sekiz yaşındaydım henüz. “Babalık” meselesinin bu hikayeden ibaret olmadığını öğrendiğimde ise on sekiz yaşında. Üniversiteye ilk başladığımız yıl, bir arkadaş kaldığı yerin sorumlusundan şikayet ederken bir an “baba gibi” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Sürekli yapma, etme der gibi” diye cevap verdi. Arkadaşımı tanıdıkça bu cevabın neye tekabül ettiğini daha iyi anladım. Babaları ile sorunları olan arkadaşlar olmuştu çevremde. Ama ben bunun başlı başına bir “devlet” olduğunu bu yaşta böyle bir karşılaşma ile idrak ettiğim için üzülmüştüm. Aradan yedi yıl geçmiş. Şimdi o arkadaşa da dönüp sorsam eminim o da o zamandan daha farklı bir şey söyleyecek babalığa dair.
Gözlemlerim, çeşitli tesadüfler, tanık olduğum deneyimler başka başka baba figürleri gösterdi bana. Kız kardeşlerinin ezilmişliğine üzülüp kızını kimseye ezdirmeyen baba da gördüm, kızının yapıp ettiğine zerre itibar etmeyen baba da. “Ben kızımın her şeyinden haberdarım” diyerek kızına tanıdığı özgürlük alanı ile övünürken aslında kontrol mekanizmasını nasıl sağlam kurduğunu gösteren baba da gördüm, diğer yandan kızını temiz dövdükten sonra odaya kilitleyen baba da. Ne kadar iyi baba olduğuna, hatta Türk toplumunun böyle babalıklara hazır olmadığına dair demeçler veren orta sınıf babalardan bir tanesini tüm Türkiye gördü. Ancak bu baba başlı başına başka bir yazının konusu.
Meral Okay da Yeditepe İstanbul dizisinde oldukça duygusal bir baba kız hikayesi anlatmıştı. Gülşen babasının baskına dayanamayıp peşine takılan, adını bile bilmediği o çocukla kaçar bir gece. Bıraktığı mektubun son cümleleri kocaya kaçma meselesinin bazen ne’den kaçış olduğunu gösterir:
“Nereye gittiğimi, kime gelin olduğumu bilmiyorum. Belki de senden de zalim bir adamın karısı olacağım. Ama olsun diyeceğim, babam değil ya eziyet eden.”
Aslında bir şeyi unutmamak gerek. İzleyenler hatırlayacak; emekçi bir adamdır Gülşen’in babası Sabri usta ve doğru bildiği, yapabileceği en iyi babalığı yaptığını düşünmektedir, üstelik kızlarını da çok sevdiğini görürüz dizinin ilerleyen bölümlerinde.
Bu anlattıklarımı ya da başka benzer hikayeleri duyduğumda kiminin varlığı kiminin yokluğu sınav diyebiliyordum sadece bir kaç yıl önce. Evet sırtına yüklenen yükü, beraberinde gelenle birlikte -acı, nefret, öfke, hüzün, ağrı, sızı neyse- taşıyabiliyor insan. Ama her insanın, kaç yaşında olursa olsun, birazdan güneşin açacağını haber verecek merhametli, dostça bir sese ihtiyacı vardır. Merhamet üzerinden analık mefhumu yüceltiliyor ve bu blogdaki bazı yazılar da bunu yapmadığı için eleştiriliyor ya aslında merhamet babalara da çok yakışıyor.
Bazı çocuklar babaları tarafından vurulur. Bu ülkenin asıl sorunu anneler değil babalardır!
bir de hep annelerin anneliği ihmal etmesi üzerinden tartışılır meseleler ama anneler de genelde ihmal etmez, etmemek için çırpınır durur, annelik sorunu pek de yoktur aslında. babalar genelde ihmal eder ama bu hiç konuşulmaz.
Ben de babami hep cok merhametli, az konusan, ama ilgili: kizlarinin egitimini cok onemseyen ve biz kizlari okuyalim diye kitaplar alan biri olarak hasretle sevgiyle hatirliyorum.
Dort kizini da Imam Hatipe gonderen ama kizlarini doktor olacak, eczaci, muhendis olacak diye seven bir babaydi.
Yasasaydi, belki buyudugumde benim de fikrim degisebilir, degisik gozle bakar farkli yaslarda, farkli tarif ederdim babami ….
.Kucuk yasta, 13 umde kaybettim. Sadece guzel hatiralarim var.