REÇEL

Anahtar Sesi

“Hayatı seçtim, içerdiği her şeyle. Dışım içimden küçük. Küçük bir evde anahtar sesi, ben ve bebek yaşıyoruz.”

Konuk Yazar: Burcu Arıkan

11001348_639701202802319_812427738_o (1)

Bazen olmak istediğin hiçbir yer olmaz hani… Bulunduğun yer dar gelir, kendini yollara vurursun ama varlığın hiçbir yerde durmak istemez. Hiçbir mekânı dolduramayan bir boşluk gibi…

Evde kocaman hissediyordu bedenini, duvarlar tam teninin bittiği yerde başlıyordu. Kendiliğinin kapladığı hacmi hatırlamak istiyordu tekrar, ruhunun sınırlarını. Sokağa çıktı; hala kocamandı. “Dışarısı” tam teninin bittiği yerde başlıyordu. Açılmak istiyordu, yürüdükçe ufalacağını düşündü. Düşünmek… Kocamandı kafası, kafatası geriliyordu dışarı çıkamayan cümlelerden. Kafası olmasa bir rahat nefes alacaktı. Dışarıda olmanın hiçbir anlamı yoktu. Açıkhava eskiden olan şey değildi artık. Eve döndü, en azından bir de kendini aramak ve bulamamanın ağırlığına gerek yoktu. Evde kendi kendine konuşabilir, varlığını duvarlar sınırınca çıkarabilirdi teninden. Odadan odaya geçerken anahtar sesini duydu. Ruhu hızla bedenine çekildi. Daha az yer kaplamalıydı, gürültü etmeden var olmalıydı. Anahtar sesi yorgundu, yoğun bir günden çıkıp gelmişti kapıya. “Annem ‘içim şişti’ derken bunu kastediyordu herhalde” diye geçirdi aklından. İçi şişti… “Az yer kaplamam lazım; dışım, içimden küçük olmalı! Ya da kocaman bir ev tutmalıyım içime, sadece ona; anahtar sesinin olmadığı bir ev… Ama insana dar gelir ferahlık” dedi. Böyle şeyler söylemeliyiz kendimize devam edebilmek için. Gerçeklerle ya da hayatla yaşamak arasında bir seçim… “Hayatı seçtim, içerdiği her şeyle. Dışım içimden küçük. Küçük bir evde anahtar sesi, ben ve bebek yaşıyoruz.”

Evde durmayı seviyordu. Fakat anahtar sesi dışarıya aitti. Ev konusu karmaşıklaşmıştı. Ötekinin dışarıdaki varlığı, durmayı sevdiği evi ona dar ediyordu. Neden? Bilmiyordu. Tanımı “evde duran” oldukça ev küçülüyordu, içi daralıyordu. Anahtar sesi olmak istiyordu. Kendini anahtar sesinin gözünden kurup kurup bozuyordu. Ne yaparsa yapsan dışı içine dar geliyordu. “Ben evi dolduran bir boşluğum” dedi, “Ve anahtar sesinin bundan haberi yok, o gerçeğini yaşıyor, kendini gerçekleştiriyor. Ben de onun gerçeğinden kalan hayatı yaşıyorum.” Ben, evin ve sokağın her yanını varlığımla doldurduğum bir zamandan kalan benin bir gölgesiyim. “Evde duran”ım ben.

Sonra anahtar sesini duyduk. Anlatmaya devam etmesini bekledim. Koridora çıktık. Anahtar sesi yoğun bir günden katılmıştı aramızdan. İçi duvarlara çarpa çarpa kaçtı bedenine ve rahatlatıcı ama benim tanıdığım kendisinin gölgesi dahi olmayan bir gülümseme kaldı geriye. Tuhaf bir yabancılıkla baktı, sanki anahtar sesi evdeydi hep de ben bir zil sesi olup yeni gelmiştim, misafirliğe. Ev küçüldü, içim daraldı. “Bana ne kadar benziyor değil mi?” dedi anahtar sesi, “Çok şahane bir şey, sen ne zaman düşünüyorsun?” Ben panikle içime kaçmıştım, oradan bir yerden ürkek ürkek bakıyordum. Az önce birbirine karışmıştı varlığımız. O burasından, ben şurasından kadınlığın başka yerlerinden tutmuş, kendimizi anlatıyorduk; birbirimizi duyuyorduk. Şimdi yalnızdım. Çok korktum hayat denen şeyin gerçekliği katlinin akıl almaz hızından.

“Beni düşünebiliyor musunuz ya, kesin beceremem” diyerek güldüm, hayatta eksik kalmış çocuksuz kadın klişesinin arkasına kaçıp. Güldüm. Güldüler.

Beceremem diye geçirdim aklımdan. Gerçeği bu kadar hızla içime çekemem, nefesim daralır. “Unuttun mu” dedim hızlıca kendime, “çocukluğunu, ilk gençliğini; hayatı unuttun mu?” Bak annenin de içi şişerdi hep…

“Ben beceremem” dedim, “ondan kaçtım çocukluğumdan, ilk gençliğimden, hayattan. Unutmadım, beceremem. Ben içime bir ev tutsam, dışım içime biçilmiş kaftan olsa, gerçekliği alsam kucağıma, ona baksam büyütsem çocuğum diye, olmaz mı” dedim.

“Becerirsin” dedi, “Kendin için istiyorsan ve anahtar sesini anahtar sesi olarak olduğu yere koyar, kendine bakarsan becerirsin.”

Göz göze geldik. Misafirlik geçti, yine tanışıyorduk yüz yıllardır. Aynı hikâyeyi birimiz başından birimiz ortasından yazıyorduk. Anahtar sesine ya da çılgınca çalan denetim telefonu sesine ve bunun gibi bir sürü gürültüye rağmen kendimizi var etmek istiyorduk ve bunun için mücadele ediyorduk. Biz kadınlar birbirimizin evi oluyorduk göz göze gelince. “Kendin için” derken bakışı annemi getirdi aklıma. Ergenken bin kez görmezden gelmiştim bu bakışı. Korktuğum tarafta durmaktan başkası gelmezken elimden, bana “seni kaybetmiştim, kardeşini kendim için doğurdum” demişti. Kadınlar tüm bu kargaşanın içinde kocaman dünyalarını bedenlerine sıkıştırıp, az yer kaplayarak yaşarken birbirleri üzerinden aktarıyorlardı hakikati, nesilden nesile. O anda kendi için bir oda isteyen kadın, kendi için bir çocuk isteyen kadın… İşte hepsi yüzlerce yıllık aynı hikâyenin bir göz göze gelme mesafesindeki kız kardeşlerim…

Kendi için bir çocuk… Kendi için bir ev… Kendi evi olmaya karar verdi. Bedeni evi olsundu, çocukları onun. Anahtar sesi… O yoğun bir günden aramıza katılan biriydi. Aşk tanışık olmayı, bir olmayı, birbirini görmeyi gerektirmiyordu belki de her zaman.

Bunları kafamda kurarken, evimde Slyvia Path’in intiharını izliyordum… Bunları gidip onun da kulağına fısıldamak istedim. İçim acıdı hikâyesini, kendini kimsesiz bırakışını izlerken. “Bu öyle kolektif bir yalnızlık ki, hiç yalnız değilsin” demek istedim. Ve korktum hayat denen şeyin onun gibi bir kadını dahi nasıl bir hızla yok edebildiğini görünce.

Kendisi için çocuk yapan kadınlar. Kendisi için evde duran ya da kendisi için sokağa çıkan kadınlara miras bırakıyordu cümlelerini ve Slviya diyordu ki: “Gerçek beni seviyor, gerçek beni buluyor”

Biz de gerçeği sevelim. Sevdiğimiz adamlar birer anahtar sesine dönüşmüşse eğer hayatımızda, işte bu gerçektir. Gerçekten vazgeçersek geriye hayat dedikleri şey kalır ve hayat çoğu zaman kapalı kapıların ardında kadınların içlerinin daralmasıdır.

Dedi ki: “Aşkı sürdürmek çoğu zaman gerçeği aldatmak. Peki hem kendi gerçekliğimize hem de aşka aşık olabilir miyiz?”

Belki de yeni mücadelemiz, aşkı gerçek kılmaktı. Bebekler ve bebeklerin bize getirdiği yalnızlığın hepimizden eski hikayesi bize bunu hatırlatacaktı.

Gerçek bizi seviyor, bizi buluyor. Ama biz onu sevmeye cesaret edemiyoruz belki de. Çünkü gerçek, kadınlara hep yeni mücadeleleri işaret ediyor. Sürekli yolda olmaktansa evde kendimize dar gelme anında pes edip kalıyoruz. Gerçek kadınlara hep sandıklarından daha yalnız olduklarını hatırlatıyor. Belki de bu yüzden sevmiyoruz bazen, kendine dar gelmemeyi seçen, varlığını atmosfere saçan kadınları.

Kimse kimsenin hayatında anahtar sesi olmasın… Hayatla kendi gerçekliğimiz bu kadar yabancı olmasın, bu kadar parçalamasın bizi… Ve aşk çoğaltsın bizi, n’olur kimsesizliğimize dönüşmesin!

Konuk Yazar

2 yorum

  • “Biz de gerçeği sevelim. Sevdiğimiz adamlar birer anahtar sesine dönüşmüşse eğer hayatımızda, işte bu gerçektir. Gerçekten vazgeçersek geriye hayat dedikleri şey kalır ve hayat çoğu zaman kapalı kapıların ardında kadınların içlerinin daralmasıdır.”
    Üç sene önce “aitlik eki” diye bir yazı yazmıştım var olmak için sürekli koşturduğum ve bulunduğum yerlerde hep etrafta daha fazlasını aradığım zamanlardı. Şimdi ise anahtar deliğinin iç tarafındayım ve hayatın gelip beni bulmasını bekliyorum. Çabasızlaştım, kendimle kendim arasında kaldım. Ve dediğiniz gibi içim daralıyor kapalı kapılar ardında aynı koştururken daraldığı gibi. Sanırım gerçeği sevmek için önce kabul etmek gerek.