Yazar: Feyza
Görsel: Deborah Lott, United
Reçel-Blog olarak bir süredir sessiziz. Planlı bir suskunluk değil aslında. Burada hep birlikte kurduğumuz yaklaşımı başka mecralarda anlatmaya devam ettiğimizden. Biraz vakitsizlikten. Biraz da yaşamın ve sosyal medyanın hızı, blogger’lığa daha az alan tanıdığından olsa gerek.
Ancak bazen buraya dönüp duygularımızın yükünü paylaşmak gerektiğini hissediyorum. Geçen Cuma yaşanan iki cinayet, iki genç kadının planlı ve vahşice yöntemlerle katledilmesi sonunda birbirimize sarılıp “biz ne yaşıyoruz?” diyeceğimiz yer Reçel. O yüzden gelip buraya yazmak istedim.
Her gün toprağa gömdüğümüz kız evlatlarımız, kız kardeşlerimiz, ablalarımız, annelerimiz, komşumuz, sevdiğimiz ve sevmediğimiz tüm kadınlar, biz hayatta kalan kadınlara neyin içinde yaşadığımızı tekrar gösteriyor.
Biz, kadınların erkeklerle eşit olmadığını, yani “daha az insan olduğunu” kabul etmemiz gereken bir ideolojinin içinde yaşıyoruz. Her fırsatta bu ideolojinin toplumsal gerçeklikmiş gibi gösterildiği, bu eşitsizliği normal, hatta arzulanır kabul etmemiz gerektiği vaaz edilen bir toplumda yaşıyoruz. Erkeğin bir adım önde olduğunu kabul edersen rahat edersin diyorlar. Banka kartını ona ver. Parayı o yönetsin. Azıcık kıskanıyorsa sevgisindendir. Evinde kral gibi hissettir. Erkeğe sunumsuz yakalanma. Erkeği mutlu etmekten keyif almayı öğren. Daha az insansın işte, kabullen!
Şimdi cinayetlerle ne alakası var diyeceksiniz ama, kadınların öldürülebilirliği ailece oturduğumuz yemek masasından başlıyor desem?
Sofranın eksiğini herkesten önce fark edip fırlaması öğretilen kız çocuğu.
Kendi yetkinliklerini keşfedeceği değil, “kadınlara daha uygun” meslekleri seçmesi gereken genç kız.
Bedeni görünür olduğunda kusurlarını güzellik standartlarına göre filtrelemek zorunda kalan kadın.
Bedenini örttüğünde arzularını heveslerini bastırması beklenen kadın.
Sistematik olarak daha az okula giden, daha az eğitim alan, daha az pasaport edinen, daha az parası olan kadın.
Tüm bedenini, ruhunu, sağlığını, geleceğini etkileyecek olan gebelik, çocuk sahibi olma ve hatta doğum için alacağı medikal müdahalede bile söz hakkına göz dikilen kadın.
Anne olunca çocuğunun varlığında kaybolan kadın.
Yaşamın tüm yükünü üstlenirken, erkeklerin ceketleri, fikirleri ve ruhlarıyla kapladıkları karar verici koltuklara layık görülmeyen eğitimli ve becerikli kadın.
Soruyorum şimdi tekrar: biz ne yaşıyoruz? Bu kadar değersizleştirmenin sonunda, öldüğümüzde, öldürüldüğümüzde seçimlerimizle, giyimimizle, kuşamımızla, zamanında yardım istememekle suçlanmıyor muyuz?
Biz kadınlar, bu dünyanın camını çerçevesini indirmiyorsak, erkek egemenliğin ortaya çıkardığı tüm saçmalıkları, kendimizi bildik bileli “idare edivermemiz” söylendiği için indirmiyoruz. Evde otururken kapıya gelen kargocuya, en itibarlı mesleklerimizi icra ederken meslektaşımıza “yanlış mesaj” vermemeye çalışarak yaşıyoruz. Sistemi azıcık zorladığımızda karşımıza samuray kılıçlarının çıkacağını bildiğimiz için gülümseyerek “evet” diyoruz, “tabii ki” diyoruz, “eşitlik, kapsayıcılık, he for she, sürdürülebilirlik, sözleşme, dayanışma, mutabakat” diyoruz. İçimizdeki kız çocuğunun öfkesini gizleyecek, özenle ortaya atılmış havalı kavramlarla iletişim kurmaya çalışıyoruz. Temiz ve şık kavramlarla kadın erkek eşitliği söylemi tutturursak diyoruz, belki bir gün, belki bir gün bir erkek ve bir kadın bir masaya oturduklarında konuşmaya aynı seviyeden başlayabilirler.
Yazıyı buraya kadar okuduysanız eminim ki soruyorsunuz, kafanızın uyuşturucu bağımlısı bir manyak tarafından uçurulmasıyla evde sofrayı kurma sorumluluğunun size yüklenmesi arasında ne gibi bir alaka var? Bu konuda açıklamam çok net: Akıllı da olsa deli de olsa, cahil de olsa eğitimli de olsa, erkeklerin kadınları kendileriyle eşit, eşdeğer, aynı insani vasıflara sahip görmediği bir dünyada, kadınlar her zaman harcanabilir olur. Temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için var olduğunu düşündükleri kadınları, akılları başlarındayken de akılları gittiğinde de tehlikeli oyunlarının, savaşlarının, kasaplıklarının nesnesi haline getirirler. Kadınların nesneliği değişmez.
Dünyalar güzeli iki kız çocuğu, madde bağımlısı bir deli tarafından katledildi diye, sorumluluk erkeklerin üzerinden kalkıp madde bağımlılığına ihale edilemez.
Tüm evin yükünü ömür boyu kaldırdığı için belinde fıtığıyla yaşayan, şiddet içinde yaşadığı için ruhu yaralı, ailenin parasına erişimi olmadığı için güçsüz ve kırılgan, kadınlık halini iş yerine yansıtmamak için yorgunluğunu bastıran kadınlardır hayatta kalanlar. Hayatının baharında, sokağa çıktığı, topluma karıştığı ilk yıllarında erkeklerin göz hapsine, ısrarlı takibine, sıradışı isteklerine maruz kalıp şaşakalan kızlarımızdır öldürülenler.
Bizi koruması gereken kurumlar korumuyor. Birbirimizi kolluyoruz. Ama gücümüz yetmiyor. Emniyet, okul, sosyal hizmet, hastane, koruyucu ve önleyici tedbirler alması gereken kurumlar kadınları korumuyorlar. 6284 hâlâ yürürlükte ama uygulanmıyor. Ölümle tehdit eden, tehdidini gerçekleştirene dek hiçbir engelle karşılaşmıyor. Güpegündüz en vahşice yöntemlerle öldürebiliyor. Kendini öldürmese, cezasız kalacağını biliyor, kahroluyoruz.
Ve biz buna rağmen yine de yaşamı sürdürmeye devam ediyoruz. Bize daha az insan olduğumuzu kabul ettiremiyorsunuz. Yaşıyoruz, büyüyoruz, güzelleşiyoruz, birbirimize destek oluyor, büyüyoruz.
Münevver’i, Özgecan’ı, Şule’yi, Fatma Nur’u, Başak’ı toprağa verdik. Daha dün Ayşenur ve İkbal’i toprağa verdik. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler. Evlerinden neşe ve güzellikle çıkan kadınlar, sağ salim dönemediler. İsmini sayamadığım yüzlerce kadını, kız çocuğu ölürken; onları korumaya çalışan yakınları ya onlarla toprağın altına girdiler ya da yaşayan ölüler haline geldiler.
Bu ülkede kız çocuklarımız tam güvende olmadan, toprağa verdiklerimiz huzura eremeyecekler.
Ailelerine sabır, tüm kadınlara isyan diliyorum.
Yorum Ekle