Konuk Yazar: Bir Merve
Hele hele kariyer için boşandılar, daha fazla para yetmediği için boşandılar, okudular bunlar bir âlem oldular, okudukça bunlar evde kocalarıyla yarışa girdiler, aile huzuru kalmadı söylemlerinden de bıktık, vallahi, billahi usandık! Erkeklerin asli görevlerinin konuşulmadığı Cuma hutbelerinde kadınların görevlerini dinlemekten vallahi, billahi, tallahi usandık!
http://recel-blog.com/eski-kocami-afiyetle-yedim/
Aslında uzun zamandır kız kardeşlerle ve vicdan sahibi erkek okuyucuyla paylaşmak için beklettiğim, belki demlediğim, belki henüz acıttığı için zaman verdiğim bazı sözlerim vardı. Reçel’de bir gün, yukarıdaki satırların da içerisinde bulunduğu kocasını afiyetle yiyen kadının hikâyesini okudum. Önce derin nefes alır gibi “Afiyet olsun, oh olsun. Keşkee, neredee!?” dedim, “Sonra da zamanı geldi, ”dedim kendime, “Artık yaz”.
Öncelikle, alıntıladığım kısma dair, hani biz okuyup okuyup kudurmuşuz, okuyup da kocalarımızla yarışır olmuşuz ya, ona bir şeyler söylemek istiyorum. Bir kere bir insanın istidadına, karakterine, yeteneklerine uygun alanlarda eğitim alması, kendini ve yeteneklerini keşfetmesi benim için bir “okuma” meselesi olmaktan daha yüce anlamları ihtiva ediyor. Ne gibi mi?
Şayet inanıyorsak Yaradan’ın elinden çıktığımıza ve her birimize genetik-çevre-eğitim üçgeninde unique yani eşsiz ve biricik hayatlar lütfettiğine; o zaman şuna da inanmamız gerekiyor: Her birimiz bu evrende başka bir misyonu ve kendine ait eşsiz bir hayatı gerçekleştirmek üzere geldik. Bir insanın kendi kaderini, yaratılışındaki temel istidatlar üzerinden açımlamasını yasaklamak veya bunu lüks saymak da bence büyük küstahlık. Yani; Tanrı kime ne yetenek, ne eğilim lütfetmişse bırakınız insanlar onları keşfetsin ve o yolda yürüsünler.
Dolayısıyla biz okuyunca kudurmadık. Okumadığımızda; esas kuduranları tespit edemiyor, etsek de gücümüz yetmiyor, yetse de bastırılıyorduk. Şimdi bu devran birazcık dönünce biz “kudurmuş” olduk. Bu sadece okumakla değil dünyanın işleyişinin değişmesiyle de birazcık değişti. Hamd olsun. Yetmez ama buna da şükür.
İkincisi yarışan biz değiliz, maalesef kocalarımız… Koca yerine sevdiğinizi, nişanlınızı, sözlünüzü, babanızı, amcanızı, sınıf ya da iş arkadaşınızı, amirinizi de koyabilirsiniz. Kendisinin oturacağı kürsüde, kendisinin gireceği yolda, kendisinin bineceği arabada, kendisinin söz söyleyeceği konuda bir kadın görünce deliren kim varsa onu düşünün işte. Bunu da bi’t-tecrübe vurgulamak istedim. Evli olmayanlar üzülmesin, ben de değilim. :)
Bizden hem asker arkadaşlarıymışız gibi “dışarıda” güçlü, adeta bir pehlivan olmamızı bekleyen hem de kendisinin yanında bir yavru kediye dönüşmemizi bekleyen onlardı. Bu işi bir erk yarışına dönüştüren, kendi varlığını bizim “zayıflığımız” üzerinden konumlandırıp güçlü hissetmeye çalışan, ona muhtaç olmamızı varlığının aslî parçası olarak gören, tüm bunlar istediği gibi olmayınca veya istediği miktarda olmayınca da kendilerini ezik hissedip gerekli gereksiz yerde hayatındaki kadına saldıranlar da onlardı.
Peki, bu erkek arkadaşların neden babalarıyla evlenmeleri gerektiğini söylüyorum ona geleyim. Bu kısımda, büyük bir genelleme yapacağım ama bunun da büyük oranda haklı olduğunu defalarca gerçekleşen müşahitliklerim sayesinde ve dar bir çerçevede olsa da çok anlamlı tecrübem üzerinden okumuş oldum. Bu yüzden genelleme yapmamın sebebi, bu erkeklerin büyük oranda anlattığım kalıplara uygun olmaları.
Muhafazakâr camia erkeklerinin çoğunluğunda ciddi bir karakter sorunu var. Bu sorun bu toprakların genel sorunu aslında. Seküleri, muhafazakârı hiç fark etmez. Ama bu yazıda, söylem ve uygulamadaki iyi yüzlülüklerine çok kez şahit olduğum için benim de içerisinde bulunduğum muhafazakâr toplumun erkeklerini kast ederek konuşacağım. Tipleri çok olgun, kerli ferli “herif”ler. Ama kadınlara bakışlarına, davranışlarına, triplerine bakarsanız karşınızda bir ergenlik çağındaki birinden beter, dürtüsel, benmerkezci, istediğinin anında olmasını isteyen çocuk, hem de kötü çocuk, tutumlu bir yetişkin bulursunuz (Çocuk doğasının yüce masumiyetini beri tutarak bu kelimeyi kullanıyorum). İşin kötüsü bu beyler dışarıda öyle ağır duruyorlar ki, herkes abi diyor, molla sanıyor. Dolayısıyla ilişkilerde yaşanan sorunlarda suçlu, toplumun o kenafir gözünden bakınca hep kadın.
Bence bu erkeklerin tutumlarındaki ve karakterlerindeki sorunun menşei biraz da bu camianın babalarında. Babaları ve anaları çocuklarını, özellikle babaları erkek çocuklarını öyle bir bastırıyor ki, belki kimi zaman fiziksel türü de dâhil çeşitli şiddet tavırlarıyla onları ciddi anlamda pusturuyorlar. Fakat sıkıntı şurada ki bu erkekler büyüdükçe babalarının hatalarını görüp ders çıkaracaklarına, Stokholm sendromuvari bir tavırla, onları mükemmel görmeye, idealleştirmeye, onlara tapınmaya başlıyorlar. Mesela bu tiplerden biri, çocukken el yazısı kötü olduğunda babasının cetvelle parmaklarına vurduğunu anlatıyor ve o zamanları hayırla ve minnetle yâd ediyordu. “İyi ki öyle yaptı yoksa yazım böyle güzel olmayacaktı” diyordu. Üstelik bir de babasıyla arkadaş gibi olduklarını zannediyordu. Keşke yazın berbat olsaydı da, yanlışı yanlış olarak görüp tanıyabilseydin, karakter gelişimi gösterebilseydin. Babana da böyle tapınmasaydın…
Bu erkekler babalarından gördükleri şiddeti meşru sayarlar, annelerine babalarından her zaman daha az saygı duyarlar, daha az severler. Bir kadına âşık olurlar. Duygularıyla babaları arasına sıkışırlar nedense. Hayatlarındaki yegâne otorite figürü babalarıdır çünkü. Onaylanma açlıkları yetişkin oldukça geçmez ve belki de derinleşir. Artık sadece el yazılarına değil evlenecekleri kadınlara da babalarının cetveli iner şak diye. İşte bu yüzden diyorum bu erkeklerin babalarıyla evlenmesi gerekir. Mevzu bahis ettiğim tipoloji; güya muhafazakâr, güya dindar olanlar. Hakiki inanmış herkes sözümün dışındadır. Samimi kalpleri dahil etmekten kaçınırım.
Eskiden müstakbel damat adaylarını değerlendirme kriterleri arasında sıkça annesine, kız kardeşine nasıl davrandığına bakılması gerektiği tavsiyesi yer alırdı. Bu tavsiye demode oldu artık. Ben şunu fark ettim; babasıyla ilişkisi insanî düzlemde merhamet, vicdan, saygı hiç değilse asgari sevgi özelinde ilerlerse erkekler karşı cinse daha “normal” davranıyor. Bu işin algoritmasını henüz tam olarak çözemedim fakat muhtemelen baba figürünün kadına, eşine, çocuğuna davranışı kaba saba olursa erkek çocuk bu kalıbı mutlaklaştırıp doğru olarak kabul ediyor. Aynısını uygulamaya çalışıyor. Annenin saygı gördüğü bir çevrede yetişmek ise, bir erkek çocuğunu kadına karşı daha saygılı, daha vicdanlı bir bireye dönüştürüyor.
O yüzden bir insana hayatınızda yer açmaya karar verirseniz babasına ve onunla ilişkisine bakın. Evet, kimse anne-babasını seçemiyor, “kötü” insanlar olmaları kişinin suçu olmayabilir. Ancak bir yanlışa yanlış demeyip bir de o yanlışı tebcil etmek kişinin suçu…
-Babam ilişkimizin yürümeyeceğini düşünüyor. (Bu, tarihi geçmiş damat adayının vecizesi. Not: Baba gelin adayıyla hayatı boyunca karşılaşmamıştır bile.)
-(Eee yani ! Sakin ol kızım) Peki, tamam, neden anlamadım ama baban öyle düşünüyor, ne yapalım. Sen ne düşünüyorsun?
-Ben de onun gibi düşünüyorum.
– ???
(Beyler, bizi bırakın, babalarınızla evlenin. En olmadı, onun bulduğu kızlarla evlenin. Cetvel parmaklarınıza değil belki ama kalbinize inmeye devam ediyor. Geçmiş olsun.)
merhaba,
yazının son kısmı bana şunu düşündürdü:
bu sanırım anneler ve kızları için de geçerli. bazılarımızın erkekleri bırakıp annemizle evlenmesi gerekiyor çünkü annelerimiz öyle düşünüyor, çünkü annemizin beğeneceği gibi bir damat arayıp duruyoruz, çünkü annemiz her şeyin en iyisini bilir, çünkü annemiz çok çekmiştir, bizim çekmemizi istemez. annemiz, annemiz, annemiz…
ayrıca yazının ondan öncesi bende çok yer etmedi, çünkü genelde erkeklerin babalarıyla olan gerilimlerine şahit oldum ve bence onlar bu gerilimi çözmek yerine aradaki bağı kopartmayı tercih ediyorlar. o yüzden şöyle dedim hatta “evlenmek mi? nasıl mümkün?”
Bizim toplumda anne ve babayla gerilim kötü ilişki çok yaygın. huzurlu aileler pek yok. Nadasa mı bırakalım kendimizi 1 kuşak. çevre gerçekten bu kadar etkili mi? Y nesliyim. Dedemlerin kuşak kadına zerre saygı duymaz, anne-babamız öyle bir ortamda büyümüş. bizi de onlar büyüttü.
yazının başındaki alıntı yapılan yerde yazanlarla paralel düşünen bir erkeğin yani okudular söz dinlemiyorlar tarzı, anne ve baba ilişkileri iyi midir? yoksa öyle düşündüğüne göre hiç iyi olma ihtimali yok mu? Öyle düşünmüyorsa biri gene de babasıyla ilişkileri mi önemli?
Yazının birçok kısmı havada kalıyor, çoğu kişisel gözlemlere ve deneyimlere dayalı. Tamamen haksız demiyorum ama söylenenlerin altının doldurulmasına ihtiyaç var. Erkeklerin kadınlara kötü muamelesinin arkasında baba-oğul ilişkisini aramak eksik bence. O zaman kızların anneleriyle olan ilişkisine de bakalım veya her iki ebeveynine de. Yeterli mi?
Bence kadın erkek fark etmez herkesin idrak etmesi gereken ama yüzleşmeye korktuğu bir realite var: her insan içinde doğduğu ailede gördüklerini, bildiklerini kendi evliliğine/ilişkilerine (sadece romantik değil, karşı cinsle olan her türlü ilişki) de yansıtmaya meyilli. Bagajımızda biriktirdiğimiz meseleleri yeni bir insana yüklemeden önce onlarla başa çıkmayı, acziyetimizi/kör noktalarımızı fark etmeyi ve bunlar için önlem almayı öğrenmek zorundayız. Aksi takdirde içine tıkılıp kaldığımız bu kuyuya, hayatımıza giren her insanı tekrar tekrar düşürmeye meyilliyiz. İnsanlar geçiyor, ilişkiler değişiyor ama yaşananlar, “hep mi beni bulur” dediğimiz vakalar bitmek bilmiyor.
Terazinin bir kısmına erkekleri diğer kısmına kadınları koymak tek başına çözüm getirir mi emin değilim. Bence kadınların da ilişkilere, beklentilerine, güçle ve acziyetle nasıl başa çıkacaklarına dair öğrenmesi gereken çok şey var, erkeklerin olduğu gibi.
Ne kadar da doğru tespitler. Ben de evleneceklere şunu öneriyorum: birbirini seven sayan ebeveynleri olan biriyle evlenin! Yoksa adam er ya da gec onu mağdur eden babasına dönüşüyor, kendi evladına aynı şekilde davranıyor.
Çok haklı buldum. Oğlan çocuğu gelişimi sürecinde bir noktada babasını geçmek zorundadır. Bu sporla olur, akılla olur, ilişkisel becerilerle olur… Ve olgun ve sevebilen bir birey ise baba da oğlunun bu gelişimini, kendi yaşlanmasının ve mutlak ölümlülüğünün bir işareti olduğunu hissetse de, gururla karşılar, oğlunu bir “neredeyse” yetişkin olarak tanır. Babasının aynasında kendini erkek olarak görebilen çocuk da büyümekten, yetişkin olmaktan, kendi duygusal ve fiziksel sorumluluğunu almaktan utanmaz, erinmez, çıkar dünyaya kendi payına düşeni keşfetmeye, özgür seçimler yapmaya.
Böyle babaları olmayan kızlar ve oğlanlar biraz daha buruk olur, kendilerini tam kapasite yaşamaktan geri durur, bunun da vicdan azabını yaşar çünkü babaya (veya anaya, kendisi olmayan bireye) sadakat kendine ihanet anlamına gelir. Kendine ihanet, ihanetlerin en ağırıdır. İnanıyorsa, kendi içine eğilim ve yetenekleri, tam bir birey olma ihtimalini Tanrı’nın koyduğunu düşünüyorsa, hisseder ki kendini seçmeyerek Tanrı’ya gerçek ihaneti işlemiştir.
Çok haklı bulduğum bir yazı. Aynısı kızlar ve anneleri için de geçerli ki Aşkı Memnu dizisi çıkmadan evvel okulda kitabın analizini yaptığımız sırada beni en çok etkileyen şey; Bihter, annesinin en nefret ettiği davranışını kendisi uygularken buluyor oluşuydu. Bu sanırım benim ta o zamanlar yaşadığım bi aydınlanmaydı. O yüzden nedense(!) tek taraflı olan ‘Anasına bak kızını al.’ atasözü bizler için ‘Babasına bak oğlunu al. ‘ olmalı. Bu söze dikkat etmeden evlenen çevremdeki sayısız kişi evlilik hayatında -özellikle ‘saygı ve değerli hissetme’ konusunda- oldukça zor zamanlar geçiriyor.