Konuk Yazar: Lilith
Türkiye’de bipolar bir Müslüman kadın olmak üzerine konuşmak istiyorum. Burada uzun uzun bipoların ne olduğuna değinecek değilim, sadece şu kadarı yeterli olur herhalde:
İki uçlu duygu durum bozukluğu ya da manik depresyon olarak da bilinen bipolar bozukluk mani ve depresyon krizlerini içinde barındıran bir rahatsızlıktır. Adından da anlaşılacağı üzere kişi aniden çok canlı, neşeli ve pozitif bir ruh hali içerisine girerken, yine ani bir şekilde çok üzgün, depresif ve ümitsiz bir ruh hali içerisine girebilir.
Bu durumun “Türkçesi” ise genelde çevre tarafından “Yine sapıtmaya başladı bu kız” cümlesiyle “Üzerine ölü toprağı mı serptiler senin?” cümlesi arasında yaşanan diyaloglarda gizli…
Günler ve geceler boyu bitmeyen bir enerjinin etkisinde uyumadan ve zihniniz hiç durmadan çalışırken yaşamanız ile manikleşip günlerce uyanamama akşamları sabahların yerine koya koya yataktan kalkmalarla depresifleşebilirsiniz. Bu gitgelli ve dengeyi bulamama halinin kişinin üzerindeki bireysel zorluklarını söylememe gerek yoktur diye düşünüyorum: Sabahı geç, bazen öğleden sonra derslerine dahi gidemeyebilir, bitmeyen enerjinizle çevrenizdekilerin başını şişirebilir ve en önemlisi, herkesin size hayret dolu gözlerle bakmasına sebep olabilen “uç” hareketlerde bulunabilirsiniz. Bu uç haller asıl çevresinde dolanmak istediğim toplumsal yaşam içindeki sorunların asıl noktası.
İzole depresifliğinizde kimseyi arayıp sormayıp kendi karanlığınızda boğulurken aslında hiçbir problem yok gibidir. Kimsenin tavuğuna kış demeden yaşamak ne de olsa buralarda hayat mottosu. Bir de toplumun normları içinde sıkışmış bir yerlerde içinizden her şeye isyan ettiğiniz, karşı koyma gücüyle dolup taştığınız bir zamandaysanız patır patır dökülür ayıplamalar, dudak bükmeler, dedikodular. İçinizdeki bitmeyen neşeyle önünüze gelen gülümserseniz ya herkese çiçek dağıtıyor ya kimlerin kimlerin sevgilisini elinden almaya çalışıyor ya da deli gözüyle izleniyor olursunuz. Bu delilik üstünde biraz daha duracak olursak siz neşeyle kahaha atarken zaten bazı sınırları aşmışsınızdır, hele bir de ağzınızda patlattığınız bir sakızınız varsa edepsizleşip arsızlaşır kim bilir hangi yakıştırmalara davetiye çıkarırsınız. Olsun dersiniz devam edersiniz hayata duyduğunuz o kocaman sevgiyle ve sevinçle. Sonra içinizde o bastırılmanın da ters etkisiyle bir bakarsınız kendinizi sokaklarda coşarken bulmuşsunuz, belki kendi kendinize, belki sevgilinize, arkadaşınıza yürüye yürüye değil hoplaya zıplaya eşlik edersiniz. Oldu mu size bir büyümüş delilik daha…
Gece olur kendinizi sokağa atmak istersiniz, hayatı görmek iyice sokağı deneyimlemek bitmeyen o enerjiye bir yön bulmaya çalışmak. Hoop kendinizi dans ettiğiniz bir yerde bulursunuz, eğlenirsiniz deli gibi. Deliliğin daniskası, artık siz o herkesten başka bir yerdesinizdir. Etraftaki asılmalara sözde karşıdan görülmekte olan kendini pazarlamaya sert ve sivri dilinizle alaycılığınız ve umursamazlığınızla karşı koymaya alışır, yine bir şekilde kendinizi kurtarırsınız. En kötü senaryoları çizmiyorum, başınıza neler gelebileceğini siz kendiniz düşünün, benim deneyimim bana kalsın. Bu işin bir de binbir bela dürtü kontrolü kısmı var ki kilittir bu konuda, kendinizi manikken dolu dolu dişi hissedersiniz, depresifken cinsiyetsiz… İçinizdeki sevgi patlamasını akıtacak bir yerler ararsınız, kuşu, böceği, otu, şehri, sizi seveni sevmeyeni, çocuğu, erkeği seversiniz de seversiniz. Zihninizin gerisinde bir yerlere gizlenmiş bir ses size durmadan 90’lar popun cüretkar şarkılarını söyler durur, “Kır zincirlerini”, “Gir kanıma”, “Gel günaha girelim” “Yanarız alimallah” ve daha birsürüsü hep bir ağızdan size yüklenir. Bu noktadan itibaren siz artık deliden ziyade, ahlak kuralları olmayan, sınırları bilmeyen, ne inanan ne edebiyle oturan birine dönüşmüş sayılırsınız. O kadar maniksinizdir ki düşük çenenizden hayatınızın mahremiyeti kaybolalı çok olmuştur zaten. Önüne gelen size dair bir şeyler söylüyordur bilirsiniz, görmezden duymazdan gelip içinizde pişmanlığınızı yaşayacağınız depresyonunuzu beklersiniz. O da çok değil üç güne dayanır zaten kapıya. Yaptıklarınız için kendinizden nefret etmeye, o maniklikteki sevginin tam tersinde bir kin gütmeye, insanlardan tiksinmeye, herkesten kaçmaya, yalnızlaşmaya ve en önemlisi de içinizde sizi kemirip duran vicdanınızı bastırmak için uyumaya kaçarsınız. Bu sefer deli demiyorum, artık şeydasınızdır. Toplumun dışında bir yerdesinizdir artık. Üstüne üstlük kimi insanlar ne kadar yakınınız olursa o kadar sizi kırmayı başarıyordur, işinize bir dünya zorluk da onların sesi katıyordu.Kaçmak istersiniz. Bu en derin halidir artık işin, yeniden başlamak istemek ama gücü bulamamak. Aileyi katmıyorum bile, üzülen anlayamayan bir yandan da ille de “doğru”yu göstermenin peşine düşen bir kurum o ne de olsa.
Siz kendi sesinizin bu manik ve deprsiften sıyrılmış biçimde ne dediğini duyamaz haldeyken yıpranırsınız, hırpalanırsınız, yorulursunuz en çok da. Sonunda inansanız da kimi zaman kendinizden kurtulmak istersiniz de yapamazsınız şanslıysanız. Şanslıysanız yalnızca gerekli dozlardaki ilaçlarınızı kullanıp dengeyi bekler durursunuz. İsyanlar baş göstermeye başlar, en sakıncalısı da zihninizin size asıl haliyle geri dönmeye çalıştığı anlardır. Ataklar durulurken sizin içinizde krizler başlar, kendinizi yeniden tanımanın ağır yükünü tüm yorgunluğa rağmen taşımaya kararlısınızdır. Peşi sıra sorgulamalar başlar, “Ne kadar İnanıyorum, ne kadar ona göre yaşıyorum, ne kadar kendim gibi davranıyorum, giyiniyorum konuşuyorum görünüyorum?” Sonra yavaş yavaş bir yol tutturulur, iyi kötü kendini kabullenmenin bir yolu bulunur. Bu yolun çeşidine göre bir de o çok sevgili toplumun önüne çıkmak derdi kalır. Günlerce aylarca da onla cebelleşirsiniz, bütün yanınızda taşıdıklarınızı da yanınıza alıp dikilirsiniz karşılarına. Yine başlar konuşmalar, gülüşmeler, dedikodular, kadınsınızdır bi kere üstünüze yapışmış bir sürü sakız vardır hani çiğnemiştiniz ya? Nanelidir hem de bu sakız, kimbilir amma da türlü türlüdür. Topla bakalım sakızları, saçınıza yapışmışsa kesmeniz gerekir, elbisenizdeyse çekip alabilir, çıplak dımdızlak kalırsınız gözlerinde. Sonrasında bir yeniden giyinme hali başlar. Kat kat elbise giyseniz anca geçen o çıplaklığın soğukluğu. Heh işte tam da burada, ben kat kat elbise giydim üşümemek için, kendimi yeniden bulmak için, içimi herkese göstermemek için, zihnimi görmemeleri için, kendimle dengede kalabilmek için, için oğlu için.
Bir gün onun da bir ucundan başlar yapışmaya bir şey üstünüze. Bu sefer mesele görünürlüğünüzün hali vakti yerindeliği değildir, anlarsınız, bir yerlerde içinizde bir kadın halen üstüne giydirilenlerin ağırlığıyla içinde kalanları sevmeye çalışıyordur, kendini bilip kabul etmeye, dümdüz olmasa da o yolda yürümeye çalışıyordur. Ayağına çelme takmayasınız gelmelidir artık. O büyüteçi fırlatıp atmanız, zayıf yanlarına dokunmamanız, dengesini bozmamanız gerekiyordur. Zaaflarını bilememeniz,zar zor var ettiği doğru bildiklerine “Heeeyt!” dememeniz gerekiyordur. Uyuyan devi uyandırmamanın tam vaktidir.
“Sonra yavaş yavaş anımsıyorum. Ben: benim. Yirmi beş yaşındayım. Kadınım. Coşkuyla gelen deliliğin ikinci bölümünü yaşıyorum. Arada durgunluğun acısını çektim.”
Bir derin denge meselesidir bir durulup bir çalkalanıp gidiyordu. Artık daha sağlam basılıyordu o adımlar bunu biliyordunuz. Ama yine de bir yerlerde herkesin başka şekillerde sahip olduğu bazı noktaları vardı buton buton. Onlara basmamak en güzeliydi, en içteni, samimisi. Denge butonlarıma basmayınız ey kari! Fırtına bulutlarını savuruyorum, hafif manik hafif depresiften kalmış savunma mekanizmamı paldır güldür üstünüze gönderiyorum, alaycıyım, umursamazım, güvenim tam. Ama biliniz ki bir yerlerde en uçların ucundaki hisleri yaşamış biri olarak halen onları içimde barındırıyorum.
Yorum Ekle