Yazar: Feyza
28 Şubat döneminde Milli Görüş ve Gülen cemaatinin başörtüsü yasakları konusunda tutumları taban tabana zıttı. Bu farklılığı dışardan bakanlar bilmez, ama yaşayanlar iyi bilir. Devlet yasaklarına ve ayrımcılığa karşı mücadeleden çok, birbirini yıpratmakla geçen yıllar… Bir taraftan cemaat kararıyla başını açan kadınların devlete itaati ve takiyyeciliği telin edilirken, diğer taraftan üniversite kapısında direnen kadınlar “ortamı germekle” suçlanırdı. Kadınların kendilerine açtıkları mücadele alanlarından bahsetmiyorum, o çok daha çetrefilli bir konu. Ancak birbirine zıt ve birbirine karşı çalışmış iki Müslüman grup tarafından başörtüsü yasaklarının, iki farklı politik projeye yatırım olarak kullanıldığını söylemenin yanlış olmadığını düşünüyorum.
Yaklaşık 10 yıl bu iki grubun Türkiye’yi ortaklaşa yönetmesini izledikten sonra, son 2 yıldır kıran kırana birbirinden intikam almalarını izliyoruz. Bu hesaplaşmaların son noktasında bir yardım kuruluşunda çalışan kadınların elleri kelepçelenerek tutuklanmasını izledik. Tekrar ediyorum: elleri kelepçelenerek! Türkiye için çok sıradışı bir habermiş gibi konuştuğumuz bu olay, yerde sürüklenerek, bebeği düşürtülerek gözaltına alınan kadınları, gözaltında çıplak aranan kadınları düşününce, iyi muamele bile sayılabilir.
Fakat fotoğrafın çerçevesi ellerdeki kelepçe değil, baştaki örtüye çizilince, olayın haber değeri katlanarak artıyor. Zira yukarıda bahsettiğim gibi, mevzu oldukça büyük, oldukça karlı bir yatırım alanı olan başörtüsü. Kimse bir diğerine bırakmak istemeyince, hükümet-cemaat savaşları bambaşka bir boyut kazandı. “Başörtülü kadınlar kelepçelendi.” haberine, “Kaçma ihtimali olmayan başörtülü hanımların gözaltına alınmasını kınıyoruz!” (hayır neden kaçamıyormuşuz acaba?) tepkileri gelince, hükümet harekete geçti. Meğer başı örtülü kadınları kelepçeyle gözaltına alanlar cemaatin polisleriymiş, aslında yine olayın mağduru hükümetmiş, bu nedenle ivedilikle polislere soruşturma açılmış. Yani hükümet bu belirli bir yasal ve etik çerçeveye göre yanlış olduğu için değil, başörtülü kadına kelepçe takılması tabana yanlış mesaj verir kaygısıyla, kendini koruyacak bir hamle peşinde.
Bu kısır döngü içinde tutarlı bir hikaye bulan çok insan var, ama ben bulamıyorum. Tutulacak hiçbir yeri olmayan bu hikayede, kendi tarihimden, kendi hayatımdan çok şey buluyor, sonra bulduklarımı bir bir kaybediyorum. İki düşmanın kıymetli yatırımını başında taşımak kolay değil elbet. Üzerinde tepine tepine birbirlerinden intikam almalarını sessizce izlemek kolay değil. Yani bir yanıyla evet, başörtülüysek gerçekten bir tarafa kaçamıyoruz, başımızdaki örtüyü ayağımıza dolamaya meraklı bu kadar taraf olduktan sonra…
Bir başka yüzü daha var bu hikayenin. Bahsettiğim iki siyasi proje içinde kadınlar için türetilen/kadınların kurduğu çeşitli hayaller de vardı. Bu projelerin ana hattı, yine dışardan ve önyargılı bakışların aksine oldukça kentli, ilerlemeci, gelişmeci hayallere tekabül ediyordu. Başörtüsü kentli müslüman kadın kıyafeti olarak dönüştü, kendine göre bir moda akımı oluşturdu. Üst sınıf kadınlar daha çok STK’cı oldular. Kızlarına okuyup meslek sahibi olmayı öğütlediler. Doktorlar ve hukukçular kendi meslek örgütlerini kurdular. Siyasi parti kadın kolları çaylar, İslami defileler, yardım yemekleri düzenledi. Yurtdışı gezileri, Kudüs ziyaretleri, Umre organizasyonları düzenlendi. Böyle bir ortasınıf Müslüman kadın öznelliği kuruldu, bunun içinden çıkan kadınlar geleneksel rolleri, aileyi, anneliği kutsadılar; ancak ayrıcalıklı hayatlar içinde bahsettiğim hatlarda çalışmaya devam ettiler. Bugünün yeni yönetici ve sermayeci orta sınıflarının nüvelerini oluşturdular.
Yıl 2014. Yerel seçimler. Seçimlerin ertesi günü Facebook’ta bir sürü hayali, önkabulü, alışkanlığı yerle bir eden bir kadının videosunu izledim. Erciş Belediye Başkanı Diba Keskin, balkon konuşmasını yapıyordu. Yukarıda bahsettiğim hiçbir hayale, modele uymayan bir kadın. Diba Keskin, başka bir siyasi geleneğin ve toplumsal hayalin açtığı yoldan kurulmuş politik bir öznellik. Yaptığı icraatlara hiç girmiyorum, ama o günden beri bana büyürken, yetiştirilirken, mücadele verirken, hayatımı kurarken dertlendiklerimi ve hayal ettiklerimi yeniden sorgulattı. İki farklı sınıfsal ve politik öznelliği birbirine karşıt kurmuyorum, ancak bize gösterilen patikalardan başka bir yol daha olduğunu görmek böyle bir sorgulamayı da beraberinde getirdi.
14 Ekim 2015. Savaşın en kızıştığı günlerdeyiz. Diba Keskin tutuklandı. Onu mor koltuğundan mı aldılar, kelepçeli miydi, nasıldı görmedik. Ama şu kesin ki başı sıkı sıkı örtülüydü. Anaakım medya onun siyasi mücadelesini terör diye adlandırdığı için ne örtüsü örtü, ne Müslümanlığı Müslümanlıktan sayıldı.
Memlekette adalet aramayı çoktan bıraktık. Ama yine de bu tablo karşısında benim gibi yay olup gerilen kadınlara sormak isterim: ismimizin önüne konan ve ayağımıza dolanan tüm sıfatlardan kurtulup, kadınlar olarak gördüğümüz özel şiddet ve kötü muamele biçimlerini tartışabilecek miyiz? Bunu yapabilirsek barış daha çabuk gelir mi?
basortululerin kelepcelenmesi sorun degil zaten, kelepceli resimlerinin gorselde yerini almasi, infial yaptirdi. yoksa kimse onlari suclu/sucsuz olma ihtimallerine binaen “insan”olarak ele almiyor.aynen yazida deginildigi gibi basortusu bir malzeme,provakotorlerin ekmek kapisi hala.
hukumet gazetelerinden birinde 28 subat magdurelerinden biri oldugunu soyleyen basortulu bir hanim, o resmi gorunce eski gunlerin aklina geldigini ve cok kahroldugu minvalinde birseyler yazmis. su bencillige bakar misin? karsisinda bir insan yok, bir basortulu var. yine gozaltina alinsalarmis ama yeterki o kareyi verdirtmeselermis. kadinlari basortusu uzerinden insani da kadin-erkek uzerinden okumaya devam ettikce,bizim kesimin güdük kalmaya mahkum oldugunu dusunuyorum.
insanlari basortulu basortusuz olarak siniflandirmayi birakabildigimiz gun adam oluruz belki. biri kelepceleniyorsa ortada bir suc vardir ki kelepcelenmistir. ay bu suc isledi ama basi ortulu o yuzden kelepcelemeyelim biz bunu derseniz ulkenin icinde bulundugu adaletsizlik batakligina katkida bulunmus olursunuz. sanki ulkede “basortulu kadinlarin kelepcelenmesi yasak” gibi bir kani olustu bunun da 28 Subat’ta gosterilen tavirdan bir farki kalmadi.
hepimiz ortunelim o zaman eger suc isleyen basortululere farkli muamelede bulunulacaksa?
” biri kelepceleniyorsa ortada bir suc vardir ki kelepceleniyirdur”
Insanlar bosuna hukuk siralarinda dirsek curutuyor. Bu akil herkese lazim, simdi muzik simdi dans:)
bir gulen cemaat mensubu erkek ve feminist olarak bu yazıya kesinlikle katılıyorum belli bir amacı olan dini bir hareket hep erteleme siyasetinin kurbanı edilmiş (kendi kendini kurban etmiş). Baş örtüsü bir kitle imha silahı halini almıştır. Yanlıştı ve yanlış olmaya devam ediyor.
yanliz o kelepcelenen “basortulu” hanimlar hala hapiste, disari falan cikmadilar daha yani