Konuk Yazar: Esra Oruç
Yıllar evvel, zikir için Cerrahi Tekkesi’ne gitmeye karar verdim. Daha önce bu tür mekanlarda yaşadığım olumsuz tecrübelerden dolayı bu sefer hoşuma gitmeyen durumlarla karşılaşırsam görmezden gelip sadece zikrimle ilgilenecektim. Yine de pasif bir şekilde direniyordum tabi. Daha eril bir çağrışımı olduğundan herkesin “Efendi” dediği Şeyh’e “Efendi” dememekte ısrarlıyken yerine şeyh, hoca gibi kelimeler kullanarak kendimce çokta ikna edici olmayan çözümler bulmaya çalışıyordum. Bir gün zikir bitiminde mekandan çıkmaya çalışırken bana yol vermemeye direnen kadına anlam veremediğimde, “Daha efendi çıkmadı, ona arkamı dönmek istemem.” sözüne karşılık, kendime verdiğim sözü hatırlattım. Sonra regl dönemlerinde kadınların zikre katılmaması gerektiğine dair uymam gereken kurallar söylenmeye başlandı. Efendi bazen sinirleniyormuş, adet gören kadınlar çok olduğunda zikrin maneviyatı eksiliyormuş, o da bunu hissedip zikrin ortasında bağırıp orayı terk ediyormuş. Kişi Efendi’ye biat edecek zamana geldiğinde ise -ki bu da Efendi’nin senin gördüğün rüyadan bu anlamı çıkarmasıyla mümkün olabiliyor- yine kesinlikle adet döneminde olmaman gerekiyormuş çünkü Efendi bunu melekler aracılığıyla hissediyormuş. Ben zihnimi allak bullak eden bu hikayeler karşısında nasıl bir tavır takınmam gerektiğini bilemiyordum. Maneviyat eksikliğini kadınların adet dönemlerinde bulan bir zihniyetin karşısında zikir için kendime verdiğim sözü hala tutmalı mıydım? Zihnimi susturmaya gittiğim bu mekanda zihnim hiç durmadan konuşmaya başlamıştı. Şeyh’e bağlanan kişiler, Şeyh’le aralarındaki “muhabbet” den dolayı hayatlarına dair verecekleri kararları “danışma” adı altında Efendi’lerine soruyorlardı. Şimdiki Şeyh’in bir önceki Şeyh’den daha asabi olmasını ise nefsine değil Allah’ın “Celal” isminin tezahürüne bağlıyorlardı. “Muhabbet” adı altında ilerleyen sinsice iktidar kurma şekli, maneviyat eksikliğinin suçunun kadının bedenine yüklenişi, Allah’ın sıfatlarının böyle bayağılaştırıldığı bu tekkeye devam ederken bir gün rüyamda tekkenin içine ağzımdan sakız gibi uzayan bir şeyi çıkardığımı gördüm. Ağzımdan çıkardığım şey hiç bitmiyor, çıkardıkça daha fazla geliyordu. Kişi konuşmak ister de konuşamazsa o enerji akacak bir yer bulur ya. Ağzımı kapatıp sustukça başka bir boyutta onu tekkeye boşaltıyordum. Sonra anladım ki yaşadığı anda huzuru yakalamayan insan, manada da yakalayamaz. Sonra tekkeyle yollarımız ayrıldı haliyle…
Eğer bir tarikatın mensubu olmak istiyorsanız önce tasavvufun ne olduğunu bilmeniz gerekir ki bu yazıdan anladığım kadarıyla tasavvuf ve tarikat hakkında pek bir bilginiz yok sonuçta mürşid sadece sizin ibadet ya da zikir yapmanızı sağlayan bir hoca değildir.En avam şekilde mürşid sizin manevi dünyanızı (da) düzenlemenize ön ayak olur diyebiliriz. Size tavsiyem öncelikle tasavvuf ve tarikatla ilgili ön okumalar yapıp bir tarikat ortamına öyle girmeniz yoksa münkir olmanız içten bile değil.
Not: Kesinlikle Cerrahi Tekkesi mensubu değilim.
Çok geniş deneyim ve bilgi içeren tasavvufu bildiğimi tabiki de iddia etmem. Fakat mesele bu da değil zaten. Farklı bir şeyh-mürit ilişkisi mümkün olamaz mı? Farklı bir tarikat anlayışı mümkün değil mi? Kadim bilgilerin devam ettirilerek farklı bir gözle yaşatılması hiç mi olası değil?
Mesele bunları tartışmak…
Not: Ayrıca mürşitin manevi dünyamıza rehberlik etmesine itiraz etmiyor yazım, tekrar bir okuyu verin isterseniz.
Cerrahi Tekkesi’ni çok sevmeme rağmen her gittiğimde mutlaka bir şeyler yüzünden çok kırıldım.Yazıda geçen nedenlerin yanı sıra ziyarete gelen bayan turistlerin aşağıdaki salonda zikri izliyor olması ama bizim yukarıdan parmaklıklar ardından izliyor oluşumuz turistlere mi hakaretti yoksa bize mi hiç kestiremedim mesela. Hala oraya gitmeyi çok seviyorum ama kafamda deli sorularla…
Bakın onu tamamen unutmuşum:):)
Yazınızı iki defa okudum ancak kast ettiginiz manayi ortecek kadar karışık ve anlam karmaşası yaratan bir hali var. (Belki de cerrahi tekkesine hiç gitmedigim ve işleyişi bilmediğim için de olabilir) ilki, kafamdaki genel çerçeveye ve tanima uyarak, tekke düzeninde ve zikrinde sizin regl döneminde olup olmadığınızı nasıl anliyorlar ki size (yazinizda öyle geçtiği için ) tekkenin bu hassasiyeti hatirlatiliyor? İkincisi, yazinizdan cikarabildigim kadarıyla şikayet ettiginiz bu cehalet hali sadece tekkeye has bir durum mudur ki oraya gitmeyi kestiniz? En nihayetinde islami literatürün en bilinen dusturudur ki herkes kendi nasibini alır kendi kadar nasiplenir. Toplumsal cinsiyet algısını tekke üzerinden elestirmeye calistiysaniz kullandığınız dil, metod ve eleştiri noktaniz (regl olma durumu) bence sorunlu bir tablo oluşturmuş. Mesnetsizligi ve nihai çıkarımi açısından yazıyı okuyan birinde düşünmeye sevk etmekten ziyade, yıllardır dinledigimiz ve ezberledigimiz cahil dindar halk mitinin değişik bir örneği gibi duruyor.
(Elestirim asla şahsıniza yönelik değil sadece fikirlerinizi belli noktalardan kendimce eksik buldugumu ifade etmek istedim. Olabildiğince yumuşak ifadeler kullanmaya çalıştım kendinize bir saldırı veya hakaret olarak algilamayacaginizi umuyorum.)
Tekkede büyümüş, yıllarca tekkeye gidip gelerek ömrünü ve gönlünü adamış kimselerle sohbet etme imkanı buluyordum. Onlarla tekkenin kurallarına, işleyişine, tekkenin kendileri için önemi üzerine dair konuşuyordum. Orada yaşadığım tüm deneyimlerimi buraya aktaramam tabi, yoksa fikir olarak bir çok açıdan uyuşmadığım ve yazımda bahsettiğim meselelerin birkaçını bana anlatan bir kadınla yaptığım sohbetler, benim tekkede geçirdiğim en keyifli anlardı. Onun gerçekten farklı bir insan olduğunu düşünürdüm, halen bile mekana dair en taze anılarım onunla geçirdiğim hoş zamanlardır. Hiç kimse hakikati deneyimlemek için meselelere daha modern bir zihinle, eleştirel yaklaşmak zorunda değil. Orayı, insanları eleştiriyor olmam beni onlardan üstün yapmaz, bunun farkındayım. Ben şeyh’i samimi bulmayabilirim, gerçekten samimi olmayabilir de, fakat bu herkes için manevi gelişime engel olmayabilir.
Bu eleştirdiğim tutum, tekkeye has değil ama rastladığım en ileri boyutlardaki deneyimlerimden biriydi. Bu durum farklı yerlerde farklı şekillerde tezahür eden durumdur çoğu zaman, bu gibi durumlarla karşılaştığımda da oraya gitmeyi bırakırım.
Anlıyorum, yazınız tek bir anın resmi, öncesini bilmediğimiz için okuyanlarin zihninde askıda kalan bir iki nokta olabilir ki benim ilk hissettiğim şey buydu. Ve eğer sizi doğru anladiysam, sığ bir din algısı kişiyi ihya etmek yerine, mevcut durumun da aşağısına itebiliyor. Sizin yaşadığınız da sanırım böyle bir hal. Benim şahsi fikrim, bu tarz taassuplari üreten mekanizmanin insan zihniyle ilgisi var, düşünme sistemimizde gelişen hatalar, hazır bir şablon olarak önümüze konan inanç sistemini kabul ederken hata veriyor. Insan bu şahsi deneyimini kendi başına ilerletemezse ve en nihayetinde kendi iradesiyle evet veya hayir cevabını veremedikce, kendince inanç diye adlandırdığı şey en ufak bir zorlukta darmaduman olup, onu kurtaracak ve selamete çıkaracak yerde kocaman ağır bir yük olarak insanin sırtına biniveriyor. Bu hususta peygamber kissalarinin çok ehemmiyetli olduğunu düşünüyorum. Belki bir çıkış kapısı olarak en zor ve cehlin en karanlık noktalarini inanç ve teslimiyetle delmis bu kutlu sahsiyetleri mutlaka okumak gerek.
Allah kolaylık versin.
herkes kendi yolunu bulmaz mı?
başkasının sana bulacağı yol senin yolun olur mu?
kendi yolunda kendince bir yolculukla O’na gitmek yetmez mi?
başkalarıyla beraber, aynı ritimde-ritüelde arayış kendi yolunu bulmakta korkmak olmaz mı?
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Maalesef mesele tasavvufu tartışmak gibi durmuyor, daha ziyade belli bir tarikat üzerinden (muhtemelen bilinirliği veya popülerliği yüzünden) adres gösterme söz konusu (editörlerin gözünden mi kaçmış?). İronik olan şey rüyaların önemini yadırgamasına karşın yazarın tek isabetli yorumunun kendi rüyasının tabiri olması. Kişilerle sohbet bazında bilgi edinerek veya zikire katılarak tarikatleri ve tasavvufu (herhangi bir olguyu) sorgulamak ‘modern bir zihinle, eleştirel yaklaşmak’ gibi bir işleve sahip olmaktan çok uzak.. Amacım burada yazarı veya şahısları eleştirmek değil, ANCAK, ‘müslüman’ kimliğini diğer tüm kimliklerinin önünde tutma gayreti olanlara bir şey söylemeyi murat etmekteyim. Zihnimiz her zaman bir entelektüel akıl olarak konuşmaz, çoğu zaman nefsimize sözcülük de yapar. Mürşidin varlığı da buradan doğar, bunun için “Mürşitsiz seyahat edene bir günlük yol için iki yüz yıl lazımdır” demiştir Mevlana. Mesele bir müslümanın Allah’ı arayış haliyle ilgilidir: tasavvuf yolunun büyüklerinden İbrahim Edhem bir zamanlar Belh şehrinin sultanıydı. Rivayet edilir ki, bir gece sarayında uyurken kalbine bir his gelir: “gitmeliyim, Hakk’ı bulmalıyım”. Birdenbire çatıdan sesler duyar, cama çıkıp: “kim var orada, ne yapıyorsunuz gecenin bu saatinde çatıda?” diye bağırır, “tarlayı belliyorum” der ses. İbrahim Edhem: “ne biçim cevap bu, sarayım çatısında toprağın, tarlanın işi ne?!”. Ses şöyle cevap verir: “Madem ki sen sultanlara has yatakta ipek çarşafların içinde Allah’ı bulacağını düşünüyorsun, biz de sarayın çatısında toprağı belliyoruz!”.
Bence siz rüyanızı rüya tabir eden bir efendiye anlatın orada size birşeyler anlatılmak isteniyor olabilir,ikinci mesele adet döneminizde tabiki nasıl Namaz kılınmıyorsa zikre de giremezsiniz hatta dergaha bile gitmemeniz gerekiyor çünkü Biliyorsunuz Mescit lere ancak adetli olmamak şartıyla girilebilir hatta camii veya mescitlerin zorunlu kalmadıkça havuzundan bile gitmemeniz geçilmez hal böyleyken dergahta Namaz kılındığı için kadınların özel günlerinde bu tür ibadethanelere gelmemesi uygun görülmüş burada şeyh efendiyle alakalı birşey yok tamamen fıkh’i bir mesele bilmem anlatabildimmi; peki Allah yarîn’iz olsun diliyorum.
Adetliyken neden mescide girilmez?
Edeb izin vermez.
bunun icin soyledigimiz sebepler bizim kendi yakistirmalarimiz.
aslinda Allah adet degilken namaz kilin deyince kiliyoruz.
adet degilken namaz kilma dedigi icin de kilmiyoruz,
birisi digerinden daha ustun degil, ikisinde de Allah’in emrini yaptigindan dolayi hem vazifeni yerine getirmis hem de sevap almis oluyorsun. birinde yaptigin bir seyden, digerinde yapmadigin bir seyden dolayi.
-asagisi kendi yorumlarim-
belki adet zamanlari yorgun olan bunyeye bir kolaylik saglamak icindir, Allahualem..
Mescide girilmemesi konusunda kesin bir hukum var mi bilmiyorum, ilahiyatci kisiler belki daha iyi cevap verebilir. Ama benim bildigim camiye girilmeyecegi ( o da farz mi bilmiyorum, belki sadece tavsiye edilmistir), ama mescide girilebilecegi (caiz ama hos gorulmemis alimler tarafindan, temizlik vs gibi sebeplerle diye duymustum, eskiden ped vs olmadigi icin herhalde- bu kendi yorumum)
–
islami hukumlere gore adetli kadinin pis oldugu vs gibi hukumler yoktur, sadece belli yapilmamasi istenen seyler var, namaz, oruc, cinsel iliski gibi. genel olarak kadinlarin adetliyken pis oldugu vs toplumdaki yakistirmalardan kaynakli seyler.
adetli iken zikredebilirsiniz, eger sizin takip ettiginiz tarikat usulunde adetliyken zikir halkasina katilmanizi istemiyorlarsa, o da size kalmis, sonucta tarikat/tasavvuf belli metodlari olan pratikler.
ama adet olan dua okumaya, zikretmeye, tefekkur etmeye, gulumsemeye, esini opmeye, sarilmaya vs engel degil.