Yazar: rumeysa ç.
Yaklaşık 10 yıldır 8 Mart geldiğinde beni acayip bir heyecan sarıyor. Etkinlikten etkinliğe koşturmak, kadınlarla bir araya gelmek, birlikte yürümek, slogan atmak, İstiklalde o kalabalığı görmek…
Bir yandan da bir gerginlik. Yine kendini açıklama, neden ve nasıl feminist olabildiğini insanlara açıklama derdi… Kafanın içinde de “aslında cidden de o fotoğrafın içerisinde miyim?” sorusu.
Bu sene işte tüm bu sorularla tekrar boğuşurken, 8 Mart vesilesiyle, kendi kafamdaki ve bana yöneltilen sorulara verdiğim cevapları derlemek istedim. Belki hem kendim rahatlarım, hem de var olan tartışmalara katkım olur.
- Nasıl feminist olduğuma karar verdim? Neden kendime Müslüman feminist diyorum?
Kendimi bildim bileli Müslümanım. Ortaokul son sınıfta da başımı örtme kararı aldım. Başımı örtme kararımı alma aşamasında, bugün nereye gidip ne söyleyeceğime karar verirken ne kadar etki altında kalıyorsam o kadar etki altında kaldım. “Özgür irade” ne kadar özgürse o kadar özgür irademle aldığım bir karardı velhasıl. Lise hayatım, başımı açarak okula girdiğim halde hayatımın en “başörtülü” bölümüydü diyebilirim. Başörtülü olduğum için ayrımcılığa uğradım, neredeyse her günüm mücadeleyle geçti. Üniversitede de sırf bu yüzden, başörtüsüyle sıkıntı yaşamayacağımı düşündüğüm için Boğaziçi’ne gitme şansıma öncelik verdim. 2008 yılında Boğaziçi’nde başörtüsü yasağının çok kısa bir süreliğine de olsa diğer okullardaki gibi uygulandığı bir dönem oldu. Ve o dönem feminist arkadaşlar edinmeye başladığım, farklı kimliklerden insanlarla politika ürettiğim bir dönemdi. Bana bir arkadaşımın “bu yasaklar yalnızca kadınların hayatlarını etkiliyor, bu meselenin kadınlıkla, feminizmle doğrudan bir ilgisi var” demesiyle ve o dönem yaptığım okumalarla kafamda onlarca şimşek çaktı, ampuller yandı. Senelerdir verdiğim mücadelenin aynı zamanda bir kadınlık mücadelesi olması gerçeği beni kısa sürede feminizmin içine çekti.
Duygusal olarak da bolca hezeyan yaşadığım o dönemde dinle olan ilişkimi de sorguladım. 2 gün dinsiz gezmeyi bile denemiş olabilirim :) Ama inanmadığım halimden pek memnun kalmadım. İbadetlerimi yerine getirmekten, din üzerinden kendimi tanımlamaktan, Allah’a ve peygamberlerine, kadere, hayır ve şerre inanmaktan mutlu olduğumu ve bu şekilde ihtiyacım olan huzuru bulduğumu hissettim. Hala da aynı şeyi düşünüyorum.
Yani bu bütünlüklü sorgulama döneminin sonunda elimde hem feminizmim hem de Allah’a olan inancımla kaldım. Bunlar bende var oldukları haliyle hiç de çelişik görünmüyordu. Kadınların kürtaj hakkını savunurken aynı zamanda bunu inancı gereği yaptırmak istemeyen kadınlara da destek olabiliyordum. Meselenin kendisi, başkası adına konuşanlara karşı konuşmak oldu. Kadınların kendilerini doğrudan ifade edebildiği her platformda kendimi ifade etmeye, farklı farklı insanlarla tanışmaya ve keşfetmeye başladım. LGBTi hareketiyle tanışmam da bu döneme denk geliyor. Çokça kişiyle çokça şeyi tartıştım, bazı sorularıma cevap buldum ve bazıları da cevapsız kaldı. Ama en azından etrafımdaki insanlarla ortak paydalarda buluşabilmeyi başardım, en azından birbirimizi üzmeden konuşabilmeyi öğrendik karşılıklı.
- Müslümanlık ve feminizm nasıl bir arada durur?
Müslümanlık ve bütün İbrahimî dinlerin ataerkil olduğu saptamasıyla karşımda kılıçlarını çeken insanlarla karşılaştım sonra. Kur’an ataerkil bir kitap, İslam ataerkil bir din… Önce tüm sorulara cevap bulmaya, tartışmalı ayet ve konuları öğrenmeye çalıştım. Okudum, araştırdım. Yine tüm bu sorulara kendimce cevaplarımı buldum ve benim gibi inanan, benim gibi düşünen Müslümanların varlığını, özellikle de Müslüman kadınların varlığını keşfettim. Amina Wadud’un şu an piyasada pek bulunmayan Kur’an ve Kadın kitabının Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar’la birlikte yaptığımız okumalarında okudum, oradaki tartışmaları etrafımdaki kadınlarla birlikte yaptım (İlgilenenler için bolca içeriği bir arada bulabileceğiniz bir okuma listesini de şuraya bırakıyorum).
Tüm sorulara bütüncül ve derinlikli cevaplar bulabildiğimi iddia edemiyorum. Öğrenmeye, tartışmaya ihtiyacım var hala. Alanım da fıkıh, hadis gibi İslami ilimler değil. Derinlemesine bir analiz ya da cevap verme sorumluluğu da hissetmiyorum omuzlarımda bu nedenle. Ama kendime bulduğum cevaplar bana şunu gösterdi: Bal gibi hem Müslüman hem de feminist olabilirim. Müslümanlık, benim anladığım haliyle Allah’a, peygamberlerine ve adaletine, kadere inanmanın kendisi; feminizmi, benim anladığım haliyle cinsiyetçiliğe karşı çıkmayı ve ayrımcılıkla mücadele etmeyi dışında bırakmıyor. Kendi hayat pratiklerim içerisinde hepsini birden yapabiliyorum ve kendimi bu iki kimlikten birinin dışında hissetmiyorum. Sevmediğim, inandığı ve yaptıklarıyla özdeşleşemediğim ve hatta karşısında mücadele ettiğim çokça Müslüman ve yine hayata bakışıyla, konulara ve özelde de dindar ya da inanan insanlara olan yaklaşımıyla ortak noktada buluşamadığım çokça feminist var. Ama bu durum bu inanma biçimine ve dünyaya yaklaşım hallerine sahip olmama engel olmuyor. Başka türlüsüne ikna olmadığım sürece de bu durum böyle devam edecek.
Dine dair öğrendiğim her tartışma kafamı karıştırdığı kadar beni güçlendirdi. İslam’ın toplumsallaşması aşamasında ortaya çıkan ve özellikle de gelenekle dini baskının bir biçimi olarak kadınların karşısında yükseltilen söylemlerin karşısında mücadele etme motivasyonumu artırdı. Doğru bildiğimi, doğru inandığımı söylemeye beni teşvik etti. Bu anlamda tek bir İslam olsa da, birçok Müslümanlık olduğunu ve kendi inandığım Müslümanlığın da nasıl bir şey olduğunu anlatmaya her gün daha çok inanıyorum. Şunu özellikle söylemek istiyorum: “Gerçek İslam bu değil!” diyerek yola çıkmıyorum. Gerçek olan ancak Allah’ın indirdiği Kur’an. Ancak bu metni bu kadar farklı şekillerde uygulayan onlarca insan varken benim söyleyebileceğim tek şey “Benim inandığım din bu değil” olabiliyor. Yakın zamanda da Zahra Ali’nin derlediği, “İslami Feminizmler” metnini okurken kendimi şu paragrafta buldum:
“ ‘Liberal reformist’ olarak nitelendirilebilecek üçüncü görüş, Müslüman kültürden gelen feministler, yani illa gelenekselciliğin tanımladığı gibi bir uygulama talep etmeyen, ancak Müslüman kültüründen ve/veya dininden sayılan, İslamî dini bir çerçeveden toplumsallaşan Müslüman feminist kadınlar arasında en yaygın olanıdır. Bu görüş, Kur’an ve Sünnet’ten çok daha fazla olmak üzere, dinî metinlere aşağı yukarı bağlıdır. İslam’ı illa içtihat gerektirmeyen, hukuki ve resmi talimatlardan bağımsız olarak öznel bir şekilde oluşan ve gelişen bir felsefi ve ahlaki prensipler bütünü olarak görmektedir. Bu görüşü savunanlar cinsiyetler arası toplumsal ilişkileri toplumsal bir sonuç, geleneksel Müslüman anlayışı da cinsiyet eşitliği temelinin ataerkil bir deformasyonu olarak görür. Burada, özellikle antropoloji kullanılarak cinsiyetler arası farklılıkların ve ataerkil dinî sistem tarafından uygulanan cinsiyetler arası hiyerarşinin ortaya çıkış nedeni sorgulanmaktadır.” (Nasıl liboş oldum? Yazısına da buradan selam olsun :))
Kısacası İslam’ı, dini metinleri eleştirmekte, tartışmakta herhangi bir sorun görmüyorum. Tüm sorulara cevap vermekle yükümlü olduğumu da düşünmüyorum. Her yerde bir insan grubunu temsil ettiğimi de düşünmüyorum. Kendimle yükümlü olduğum her konuda, özelde de kadınlarla ilgili konularda doğru bildiğimi söylemeye çalışıyorum. Bu noktada İslam’a dair yapılan eleştiri ve yorumları da üstüme alınmıyorum ve bunlara “İslamofobi” ismini de vermiyorum. İslamofobi nefretle birlikte başlıyor benim gözümde. Diğer fobilerde olduğu gibi, tiksinmeyi, nefret etmeyi, sakınmayı, tek tipleştirmeyi, had bildirmeyi, yerini öğretmeyi de beraberinde getiren bir algı benim gözümde İslamofobi. Bana gelen eleştirilerde de bunu hissettiğim yorumlara cevap vermemeyi ve hatta görmezden gelmeyi tercih ediyorum. Hem akıl sağlığım hem de nefretin dünyada yok olmasını istediğim için. Aynı şekilde feminist olduğum için “alkışlandığım”, “aşırı” sevgi gösterilerinden de mutlu olmuyorum. Sadece “öyle olduğum için” inandıklarıma inandığım, inandıklarımı ifade ettiğim ve mücadele ettiğim bir düzlem arayışına giriyorum. Sorulara da bu şekilde cevap veriyorum.
Sözün özü, bu 8 Mart’ta da, muhtemelen sırtıma oğlumu takarak İstiklalde slogan atıyor, şarkılar söylüyor, dans ediyor ve oradaki diğer kadınlarla birlikte o bir aradalığı hissediyor olacağım. O anlık güzelliği koruyacak şekilde birbirimizin kafasını karıştırsak, birlikte konuşsak, birlikte değişsek güzel olmaz mıydı?
Teşekkürler rumeysa hanım.Icimdeki ses gibi hissediyorum sizi.Herhangi bir temele dayandirma zorunlulugu olmadan, sadece ben öyle hissettiğim ve düşündüğüm için öyle olabilmek büyük bir lüks gibi geliyor bu ülkede :) Belki de artık bir seyleri yaristirmak yerine “ben buyum” deyip kenara cekilmek gerekiyor.Cikar yine burada dahi “musluman feminist olmaz!” diyen.Yazinizdaki tavir en mantikli olan.Kendini anlatma cabasi anlamamada israr edenler icin bos bir caba.
Vay be diyorum. Çok güzel anlatmışsınız. Ben feminist değilim, olmayı da düşünmüyorum. Ama feminizmi çok özendirmişsiniz, yazık gençlere ;) Cemiyeti koruyucu beyler de dikkat çekecektir bu konuya :)
Her neyse ben rumeysa c. feminizmini sevdim. Ya da o öyle değil miydi?!
Tamam şaka bitti, sizin gibi düşünen ve birbirini dinleyip konuşabilen kadınlara sevgiler!
8 mart aksami oğlanı babası sırtlasa da anası yürürken oğulcuğunu da dövizler vb olası kazalardan koruma tedirginliğini hissetmese
hem insanın beli de ağrıyor
sevgiler
Babası sakat ne yazık ki :) yoksa ilk tercih o tabii ki… Ama tehlikeli bir durum da yok, meraklanmayın :)
Birlikten kuvvet doğuyor. Kadın olmak ve çalışıyor olmaktan gurur duyuorum. Taksime gidemedim ama evden tv üzerinden izledim bende.
deist bir feminist olarak yazınızı büyük bir keyifle okudum, umudum yeşerdi, kadınların sağduyusuna bir kere daha güvendim. “Meselenin kendisi, başkası adına konuşanlara karşı konuşmak oldu. ” ifadeniz, benim için adalet ve vicdanın en özet hali. sadece bana yapılan haksızlığa değil, yapılan tüm haksızlıklara karşı durabilmek, bu haksızlıklar karşısında elinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışmak… benim adıma konuştuğunu iddia edenlerin aslında başkasının konuşma hakkını engellemesine karşı durabilmek, herkes eşit hak ve özgürlüklere sahip olarak konuşabilmeli diyebilmek…iyi ki varsınız…
Sizin fikir özgürlüğü için söylediğiniz şeyler benim çok ilgilimi çekmedi,bunlar ve türevleri etrafı çok süslü laflarla yıllarca empoze edildi zaten kadına.
Benim kafama takılan Müslüman bir kadın olarak Allah’ın açıkça sapkınlık olarak gösterdiği davranış sahiplerini normalleştirmeniz.
İşte buna modern hayat diyorlar sanırım.Sınırlarınız olması iyidir,sonu kendine tapan bireyler.
Ellerinize sağlık, çok güzel yazmışsınız. Mutlu oldum okurken, biraz da kendimi gördüm sanki. Selamlar
Selam Rümeysa abla, dün yapılan taksimde ezan protestosu içinde müslüman biri olarak nasıl feminist durabildin? Lgbt’liler ezana söverken sen onları güleryüz ve sıcakkanlılıkla özgürlük olarak mı baktın? Gerçi Saadet partisi de aynı söylemlerle oradaydı fakat bu blogun içinde de bir çok kişinin yazdığı gibi amaçları feministlik, özgürlük değil. Bu başlıkların içinde nefret söylemlerini kolayca anlatma imkanı mücadelesi. Başörtüsünün, ezanın, dinimizin bizim kutsalımız olduğunu bile bile bu söylemler üzerinden nefret kustular.Kuranda da ölçüsüz olmayan her milletin helak olduğunu görüyoruz. Yapmayın, etmeyin, artık ellemeyin!