Konuk Yazar: Haşime Elif Kılıçaslan
28 Şubat’a dair henüz doğru düzgün konuşabildiğimizi sanmıyorum. İslamcıların -kendi hataları ile yüzleşmekleri gibi- adeta çok kullanışlı bir aksesuarları. Diğer kesimler de ısrarla burun kıvırıyor. Kimsenin aynaya bakmak istemediği, habire birbirine tasma salladığı bir körlük hali. Bizimse bir yerlerde asılı kalmış ince bir sızımız.
Öğrenci evlerimiz, vakfımız defalarca basıldı. Uzun bir süre ardımda kendini pek de gizlemeyen bir polis memuruyla dolaştım. Vakfın önünde bir polis minibüsü park halinde dururdu. İçinde 3-5 polis. Kapısı her zaman açık. Sanki vakıftan çıktığınız an minibüse alıverecekler gibi.
Bir keresinde bir programımız basıldı. Daha doğrusu tam tiyatro oyunu esnasında kadın polis memuru avaz avaz bağırıp programı durdurdu. Birden salona onlarca polis memuru doldu. Aslında programı durdurma yetkisi yokmuş. O sıralar yetkiyi kim taktı ki. Korkunun hüküm sürdüğü sınırlarda kanunlar sadece zayıflar için değil midir? Tiyatromuz Bulgaristan’da zorla ismi değiştirilen Türkler hakkındaydı. Lakin Hürriyet gazetesine manşet olduk. Şeriat istemişiz. Savcının odasında ifade verirken savcı konuşmama izin vermeyip, bir saat “Atatürk olmasaydı ne olurdu”yu örneklerle anlattı. “Konumuz bu değildi” dedikçe, ben Atatürk’ten bahsetmek istemedikçe o daha çok sinirlendi. Susmamı ve onu dinlememi hatta onun yargılarına sahip olmamı istiyordu. Hiçbir hakikate tahammülü yoktu.
Korku imparatorluğu hüküm sürüyordu. En çok da onlar korkuyordu. İl emniyet müdürü makamına çağırdığında Balıkesir’de başörtüsü eylemi istemediğini ve olmayacağına dair bakana söz verdiğini söyledi. Bu söz nedeniyle üç kez makamında ağırlandık. Balıkesir’de ne kadar vakıf, cemaat, tarikat varsa onların erkek yöneticileri oradaydı. Bir tek kadın ben ve arkadaşımdık. İlla bizimle özel konuşurdu. “Onlardan korkmuyorum. Bunu burada yapabilecek tek güç sizde.” diyerek sadece bizden korktuğunu açıkça söylemişti.
Postmodern darbenin ertesinde de korku tüm hızıyla devam ediyordu. Fazilet partisi yeni kurulmuş, genel merkeze çağrılmıştım. Büyük bir program yapıyoruz. Bütün siyasi parti liderlerinin ve bakanların davetli olduğu bir program. Davetiyeler elden özel kaleme götürüyoruz. Bütün bakanlıkları gezdik. Sona ne hikmetse Milli Savunma Bakanlığı’nı bırakmışız. Bahçe kapısında iki asker. Bizi görünce önce korkuyla yüzümüze sonra birbirlerine baktılar. Hemen telefonla birilerini aradılar. Rütbeli bir asker geldi ve Milli Savunma Bakanlığı’nda ne aradığımızı sordu. Koşarak içeri gitti. Daha rütbeli bir asker geldi. Onu takip etmemizi istedi. Kafeterya tarzı bir yere girdik. Oldukça gürültülü. Biz içeri girdiğimiz an ses kesildi. Sanki yere iğne düşse sesi yankılanacak. Yirmiye yakın asker yüzümüze şaşkın şaşkın bakıyor. Rütbeli olan orada beklememizi istedi. O da koşarak gitti. Sonra üstünde bir sürü yıldız olan başka bir asker geldi. Bizi bu kılıkta içeri alamayacağını söyledi. Davetiyeyi bakana verilmek üzere ona verdik. Hatırımda sadece o şaşkın ve korkulu gözler kaldı.
Bu arada vakfın erkek yöneticileri de ortada yok. Biz eylem yaptıkça onlar daha fazla delleniyor. Aşırı gitmek, devlete kafa tutmak ya da devletle inatlaşıp Müslümanları zor durumda bırakmakla suçlanıyorduk ve aldırmadık.
28 Şubat direnişi ne diye sorsalar bir kadın hareketiydi derdim.
28 Şubat aynı zaman da kendi kahramanlarını da yarattı. Fadime Şahin ekrana düştüğünün ertesi günü artık hepimiz potansiyel Fadime Şahin’dik. Arkamızdan öcü diye bağırılmasına alışmıştık ama Fadime Şahin diye dalga geçtiklerinde itiraf edeyim ağır geldi. Lakin Fadime Şahin’den daha çok aklımda o Atatürk posterli kız kaldı. “İmam hatipler kapatılamaz” yürüyüşü yapanlara koca bir Atatürk posteri açmış ve öylece dikilmişti. Ertesi gün Ali Kırca ekranda onu kahraman ilan etti. Nerede yaşadığı, ailesi, her şeyi haberdi. Kızı bugün görsem tanırım. O bermuda pantolonunu, hatta rengini bile hatırlıyorum.
Sanırım asıl darbeyi okul bitirememişler olarak sonradan aldık. Herhangi bir ortamda “Ne mezunusunuz” sorusuna: “Okuldan atıldım” diye cevap verince, o sıkı İslamcı abiler, ablalar: “Ya demek lise mezunusun. Aslında keşke meydanı solculara bırakmasaydın, yazık.” dediklerinde küçümseyen gözlerine kaç kez şahitlik ettim.
Fazilet’de defalarca lise mezunu olmam yüzüme tokat gibi vurulmuştur. “Bu konuda iyisin ama lise mezunu birini bu makama getiremeyiz”. Hatta oğullarına da layık olamadık. “Benim oğlum üniversite mezunu istiyor.”. Kaç tanemiz bu cümleyi duymuştur tahmin bile edemezsiniz.
Bir de çalışmak zorunda olan arkadaşlar. Hasbelkader mezun olmuş ama hala başörtülü. Onlar da İslamcı okul, hastane, kurumlarda işe girdiler. “Seni benden başka işe alan olmaz.” diye başına kaka kaka maaşın yarısını ancak hakedenler(!)…
Bir de akıl veren abiler illa olurdu. “Şurada peruk taksanız, yani siz de …”
Başörtüsü yasağının kabahati Kemalistlere kalsa da muhafazakar kesim de onlar kadar sorunlu ve sorumluydu. Sonra onlar bol bol ekmeğini yerken bizim payımıza hep ötekilik, bölücülük, hainlik düştü…
28 şubat’ın esasında bir dinsel gericilik-din ve vicdan hürriyeti geriliminden öte, tamamen kadın meselesi ile bağlantılı olmasını açıkça gösteren ve bunu gerçek hayattan örneklerle yapan harbi bir yazı olmuş. yoksa sahiden komik kaçıyor akp güngören gençliğinin “gerekirse tank yürür, silahlar patlar” temalı telmih sanatlı pankartları. müslümanın eline top, tüfek, tank geçti mi pervasızca kürtlerin üzerine sürdüğünü de şahit olduk, oluyoruz neticede.
Hala ötekilestirildigimiz ortamlar, “basortulu baci” sifatindan oteye gidemeyisimiz… Şu gün olmuş hala başörtüsü gibi aleni müslümanlık simgesi taşımayan müslüman erkekler “yok canim senin kuruntun, kimsenin ötekilestirdigi falan yok sizi” modundalar, ne anliyolar(diy)sa super batili gorunumleriyle kalkmis yorum haklari var saniyorlar bir de…
“Sonra onlar bol bol ekmeğini yerken bizim payımıza hep ötekilik, bölücülük, hainlik düştü…” iste bu cümle özetliyor herseyi. Hala yiyorlar, dün, bir kac saat sonra sabah olup da uykudan kalktiklarinda, öteki gün…igreniyorum hepsinden. Biz de okula alinmayinca, napsak napsak diye düsünüp, sarhos gibi etrafta dolasirken, cahillik iste, o zamanlarin mücahit gazetesinde yaziyordu azcik bir tiraji vardi ama bizim kahramanimiz olan entel gazetemizde pöh!, sonra tü-kaka olan bir gazetede yaziyorlardi, bir kac zaman önce yandas koca bir gazeteye transfer olmus bir yazara gitmistik cagaloglunda, “napsak?” diye :). Kem kümledi, gecmis gün cok da hatirlamiyorum, pek de bisey söyleyemedi, acikca okula devam edin de diyemedi.biz bizi destekler hak verir bizim sokaklarda haykirdigimiz gibi, en azindan o makam odasinda kükrer sandiydik ama… Sonradan ögrendik kizi herseye ragmen üniversitesini okuyormus. Tabi kirildi, bitti hersey… Artik agizlariyla kus tutsalar bizi inandiramazlardi. inanmadim, seneler oldu, hep yazdi biyerlerde ama hic ciddiye alip okumadim, tv.lere cikti dinlemedim. (yanlis anlasilmasin herkes istedigi tercihi yapar, isterse birdaha hic takmaz basörtüsünü, hic ayiplamadim kinamadim okula perukla veya basini acip gidenleri ) ama hem kanaat önderligi yapacaksin hem böyle olacak, yok öyle bisey. Simdi agzini, “benim basörtülü bacim” diye acanlardan igreniyorum en cok. Cünkü 28 subat saniklarinin tümü disarda en son da Cevik Bir’i saliverdiler 19 aralik 2013’te yani tam 800 gün önce. Simdi siz neyin 28 i neyin subatini konusacaksiniz ve magduru rolüne yatacaksiniz beyler. Evet magdursunuz The imam filmiyle imamhatiplilik magduriyetinizin filmini cektiniz komik, misal, bizim nisa taifesi olarak, kafamiz kesilirken, siz derinden kesilen tirnaklariniz derdindeydiniz. iste böyle. Komik, hep komik, cok komik…
28 şubat..ne zaman bu tarihi duysam hemen peşine o tarihlerde nispeten daha az acı,sıkıntı çekenlerin şimdilerde kahraman olarak haykırdığını duyarım..bir şekilde ucundan yaşadıkları baskıları sanki katliama uğramış gibi anlatırlar..onlar olmasaymış sahipsiz sessiz kalırmışız..peh!..uğradıkları azıcık ayrımcılığın mükafatını misli ile almış insanların Suan avazlari çıktığı kadar bağırmalarının en temel sebebi çoğunun cebinin dolu ve ankarada dayı edinmeleridir..bunların erkek olanları en şık takımlarla alman otomobillerine binmekteler,,ülkenin önde gelenleriyle oturup kalkmaktalar,,bunların kadın olanları ise (ayiplamiyorum ancak 28 subat ve baş örtüsü lafzı geçince bu kadar sinirlenmelerini anlamıyorum) aaa öyle mi tüh madem öyle babacığım bir hocadan cevaz alsın da ben okumaya devam edip yararlı olayım dedikten sonra suan zengin abilerin zevceleri olmuş büyük şirketlerde,prestijli derneklerde ön koltukları isgal etmekten öteye gidemediler..her haksızlık tartışmasında sanki elele kenetlenip arkasından sovulmus kahraman ablalarmış gibi ver yansın ettiler….ama tüm bunların ötesinde..suan hala o tarihten itibaren hapishanede yatan büyük adamlar,,başörtüsüne sarılıp senin sisteminin yerin dibine batsın deyip polisten jop yiyen büyük kadınlar,,ne zaman 28 şubat lafını duysalar içlerinde bir yer hala kanar..onların sesi de çok çıkmaz…televizyonda da pek gorunmezler de..(gerçi cidden sıkıntı yaşamış sonra köşeyi dönmenin popüler olmanin yolunu acitasyonda bulananlar da yok degil)..,işte böyle benim için 28 şubat…elbet o koca koca yüreklere sahip ablalar abiler de bilirlerdi elbet dayak yememeyi,suan hukuk-tıp-mühendis olmayı amma lakin onları büyük yapan inançları ve tutkuları maddeden ağır geldi..
yazıdan alakasız olacak ama amargi’de mustang filmiyle ilgili yayınlanan bir eleştiri yazısı çok hoşuma gitti ve reçel okuyucularıyla paylaşmak istedim ^_^ 5harfliler’de de bir eleştiri yazısı okumuştum, belki reçel bakış açısından da bir eleştiri okuruz kimbilir :) http://www.amargidergi.com/yeni/?p=1700
Sosyalistlere ne düştü; anımsadığım kadarı ile… Başörtüsü yasağına karşı çıkanlar oldu, dergilerinde, okullarında. Ama tam o sıralarda “Türban neyi örtüyor” gibi bildiriler dağıtan o dönemki TKP gibi eğilimlerin daha çok sesi çıktı. Feministler İslamcı siyasal hareketin yükselişine her zaman olumsuz baktılar. Ama kadınların istedikleri gibi giyinmesine ve dilerse başını örterek okuması, çalışması, sosyal hayata katılmasını her zaman savundular.Bugün başörtülü kamusal alanda olmayı seçen kadınlara şallılar diyerek her türlü hakareti eden ve amacı tüm kadınları eve kapamak olan İslamcı çizgi kalemşörleri feministlerin ne kadar haklı olduklarını gösteriyor. Sosyalistler feministlerin tutarlılığında olamadı. Baykal çizgisi ise felaket ötesiydi, haksızdı, ahmaktı, kadın düşmanıydı.