Konuk Yazar: İrem
Arada kalmanın o çekişmeli ruh halini hepimiz iliklerimize kadar hissetmişizdir. Lakin bu ülkede İslamiyet’i yaşamaya çalışan ve aynı zamanda dünya düzenini sorgulayan kadınlar olarak arada kalmak bizler için bir ikametgah olmuş durumda. Bir kitabı okurken kendinizle özleştirdiğiniz karakterin tanımlamalarına bir sayfada “Evet işte aynen öyle hissediyorum.” derken arka sayfada “Bunun durumla ne alakası var şimdi?” der gibi yaşıyoruz. Son zamanlarda bu hissi Reçel-blog okurken de yaşıyorum. Hepimizin hemfikir olabileceği başlıklar altından bambaşka sloganlara pencere açıyoruz. Bazen sırf yorumları okumak için dolaşıyorum sayfalarda, fikir farklılıklarını görme açısından çok geniş ve besleyici bir pencere oluyor bana. Fakat peş peşe gelen yazılarda “Üreten, sorgulayan fakat gelenekselci bir yaşam var olamaz.” fikrinin yerleştiğini sezinliyorum. Oysa annelerinden daha fazla eğitim almış, onlara benzemeyen fakat onlara öykünmekten de geri duramayan bir nesil olarak günlük hayatta “saçma” diye tabir ettiğimiz insanı boğan, haksız yere baskılayan düşünceleri çürütürken hak dediğimiz o gerçek çizgiyi korumamız gerekiyor. Bu gerekliliğin en büyük nedeni ise bizden sonra geleceklerin yani bizim yetiştireceklerimiz neslin o çizgiyi şahsen görmeyi bırakın üzerine yazılanları dahi okumadan büyüyecek olması. Nasıl ki toplumun temelini şekillendiren kadını daralan bir pencerede düşünmek mümkün değilse toplumdan soyutlanmış, tabiri caizse “kafasına göre takılan” bireylerle bir gelecek düşünmekte mümkün değil.
Toplumumuzda erkeklerin yaptığı ve yapmadığı her şeyin faturasının kadınlara kesilmesinden rahatsızız. Oysa kabullenemediğimiz asıl şey kadınların yakındığı çoğu şeyin yine kadınlar eliyle yapılıyor olması. Blogdaki birçok yazıda da ele alındığı gibi muhafazakar kesimin çektiği sıkıntılardan gelecek nesli korumak adına takındığı tavırlar sayesinde çarpık bir muhafazakarlaşma içerisindeyiz. Acaba özgürlük diye naralar attığımız şeyi limitsizlik olarak gördüğümüzden midir etrafımızdaki bu karmaşa? Eskiden kızlara, gelinlere koruma kisvesi altında uygulanan baskıcı tavırların kadın-erkek ilişkilerine dair oluşturduğu çarpık algı zincirlerini kırmak adına girişilen değersizleştirme çabalarının sonunda geleceğimiz yere de bakmalıyız artık. Aile içinde ve dışında kadınların nasıl davranması gerektiğine ilişkin örf, anane, töre, adet, gelenek gibi isimler altında birçok farklı çerçeve var. Çoğu temelsiz, yapıla gelmişliğinde İslamiyet’le arasındaki bağı koparmış şeyler. Edep, haya, görgü, ahlak nedense bunların gölgesinde kalmış hep. Peki bu yanlışlardan kurtulalım derken oluşturduğumuz yeni çerçevenin sınırları olmazsa nasıl bir ortak noktada buluşmayı bekliyoruz? Hele ki günümüzde” trend” denen şeyin gölgesinin her yeri kapladığını ve zifiri karanlıkta fil tasviri yapmaya çalıştığımızı düşünürsek, gelenekselci denilebilecek aile yaşantısından uzaklaşma konusunda gereğinden fazla bağrı açıklık yapmıyor muyuz sizce de?
Ben şimdilik araftayım, hatta olması gerekeni sorgulayan biri olarak büyük ihtimalle her zaman da arafta kalacağım. Nasıl ki günümüzde yaşayan Müslüman bir kadın olarak her alanda hareketlerimin kısıtlanmasından, eleştirilmesinden, üzerinden anlam çıkartarak tartışma üretilmesinden, haksız görülmekten, çaresiz bırakılmaktan rahatsızsam ve bunlara karşı duruyorsam, aynı şekilde ortak akıl anlayışının sınırlarını zorlayan “aşırı” diye tabir edilecek limitsizliklerden de rahatsızım. Hiçbir kadının yüksek tahsil görmek, çalışmak, evlenmek, çocuk doğurmak, mantı yapmak, hanım hanımcık olmak, modayla ilgilenmek gibi zorunlulukları olmadığı gibi hiçbir kadının da bunlar üzerinden insan sarraflığı yapmasını mazur göremiyorum. Tüm bunlar yüzünden elimize pankart alıp bir değişiklik yapmak için slogan atmaya başlamadan önce her konuya bu şerhi düşmek gerektiğini düşünüyorum.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Gerçekten güzel bir yazı olmuş, yazarın eline sağlık.. Yazının başında yazarın belirttiği gibi “evet işte tam da böyle hissediyorum.” Belki bu yazıya acizane bir şerh de düşebilirim..
Tabi ki sevinirim.
Zili çaldıktan sonra bir adım geri çekilmek de gelenek. Ya da misafire aç olup olmadığını sormak. Mesela alevi köylerine gittiğinizde ilk su ikram ederlermiş. Sebebini, nereden çıktığını kolayca tahmin edebileceğimiz bu gelenek (/adet) muhtemelen otomatik, kaynağı düşünülmeden yapılmakta. Bugün gelenek diyince akla dini olanlar geliyor. Kültürel olanları temellendirmek bu bakış açısıyla güçlesiiyor. Bir de bizde dini düzeltmek hep başkasının dinini düzeltmek olarak anlaşılıyor :) Geleneği, kültürü temellendirmede tek bir kaynak problemli. İşe biraz antropoloji penceresinden bakmalı. Geleneğin, kültürün icadı birlikte, barış içinde yaşamak neticede. Sosyologların bahsettiği geleneksel toplumdan moderne geçişimizin ya da tarım toplumundan endüstri toplumuna geçişimiz neticesinden din iki konuya cevap vermek zorunda kaldı: kadın ve emek. Bence din (adamları) henüz bu iki konuya cevap vermede yan çiziyor.
Gelenek bize her şeyi düşünmeden, temellendirmek mecburiyetinde kalmadan otomatik yapma lüksü veriyor. Geleneği kültür bazında aldığımızda kültürsüz bir tolumda yaşamak mümkün değil. Bazı şeylerin değişmesi ihtiyacı söz konusu olduğunda bu değişikliği yapacağı mı bir takım ilkelere gerek var. Kadın ve emek sorunları ele alındığında gelenek daha özgürlükçükçü ve daha adil gelir dağılımını (/iş güvenliğini) sağlayacak yeni geleneklere öncelik verilebilir sanırım.