Konuk Yazar: Sıla Türköne
Görsel: Keyvan Mahjoor
Müslümansanız ve bunun işaretini üzerinizde taşımıyorsanız, hayır erkek değilseniz; demek istediğim kadınsanız Müslümansanız ve başınızda örtü yoksa, dışardan bakıldığında her şey olabilirsiniz. Müslümansanız ve kadınsanız, şeytan sürekli kucağınızda oturur, Müslüman değilseniz de oturur, kadın olmanız şeytan için yeterli.
Kucağınızda oturan şeytan sizi birtakım “kötü” yollara sokabilir, kulağınıza fısıldar, sizi erkekler için, evet Müslüman olanlar da dahil, çekici kılar. Kuyruğunuz sallanıyorsa bilin ki, sebebi kucağınızdan bir türlü indiremediğiniz şeytandır. Başınızı örtseniz de, şeytan bu, daha güçlü abanır kucağınıza. Kadınsanız ve Müslümansanız siz şeytanla yatar şeytanla kalkarsınız. Gündelik hayatta bir çok tacize maruz kalırsınız, şeytanın bütün baskılarına rağmen hala tecavüze uğramadıysanız şanslısınız. Dahasını da ekleyim, cehennemin bütün köşeleri sizin için tutulmuş durumda. Tacize uğrarsınız, tecavüze uğrarsınız, kürtaj yaparsınız, cehenneme gidersiniz… Kadınsınız, elma seversiniz, baştan çıkarırsınız, şeytan hep fısıldar. Müslümansanız ve kadınsanız, inancınızın işareti olan herhangi bir şeyi bedeninizde taşımıyorsanız, neye ve nereye ait olduğunuzu bir türlü kestiremezsiniz.
Camiye girersiniz, cemaatle namaz kılmak istersiniz, biri mutlaka oraya ait olmadığınızı hissettirir:
“Rükùda fazla eğiliyorsun yavrum çirkin gözüküyor.”
“Yalnız senin kolun kısa, öyle kabul olmaz.”
“Daha uzun bir etek giyemedin mi?”
…vs gibi birçokları sürekli kulağınızda fısıltı halinde, her gittiğiniz her camiide kıldığınız her namazda sizi takip eder, hayır şeytan değil bu kez fısıldayan. Ait olmaya çalıştığınız mümin kardeşlerinizin oluşturduğu bir cemaat. Niyetleri kesinlikle kötü değil, yalnızca ibadetinizin kabul olmasını isterler. Kabul olmadığından o kadar eminler ki, “Acaba mı…” diye bile düşünmezler. Camide durum böyleyken, hayatınızın herhangi bir kısmında bir yere ait olduğunuzu hissedeceğinizi düşünmüyorsunuz heralde. Neticede, Sürekli “Neden buradayım?” diye sorgulamaya başlarsınız. Nihayetinde şeytan bu, bir dakika bile yalnız bırakmaz sizi. Ama unuttuğunuz asıl şey, Allah kulunu asla yalnız bırakmaz. Şeytan kucağınızda, kulağınızdayken, Allah tam olarak kalbinizin içinden seslenir size. İşte o zaman dersiniz ki; “Ben buraya aitim.”
Bütün bunları yazma sebebime geleyim fazla uzatmadan. O hafta ilk kez girdiğim bir derste hoca, “Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?” diye sordu. Hiç düşünmeden ilk cevabı ben verdim “Hiçbir yere.”
Sanki yıllardır bu soruya cevap vermeyi bekliyormuş gibi heyecanlıydım. Belli ki uzun uzun düşünmüşüm bunun üzerine. Son zamanlarda bir yere ‘ait olamayacağım’a dair tecrübelerimin artmasının da etkisi vardı tabii. İlk ne zaman bu soruyu sordum kendime bilmiyorum, annemle babam boşandığında belki. Kendimi bir aileye ait hissedemedim, çünkü aile demek anneyle birlikte, baba da demekti. Gerçi o zamanlar bütün bunlara kafa yoramayacak kadar küçüktüm. Yine de bölünmüştüm, tamam değildim. Sanırım hayatım bu bölünmüşlüğü tamamlamaya çalışmakla geçti.
Liseyi bitirdikten sonra babamın yoğun uğraşları neticesinde üniversiteyi okumak üzere 12 saat yolculuk edeceğim bir ülkeye gidecektim. Havaalanında o uzun labirenti geçerken arkamda annemle babam yanyana bana el sallıyorlardı. İşte o an tamamlanmıştım, ama gidiyordum. Gitmeseydim tamamlanmayacaktım. Gittim, yine bölündüm. Abim yolcularken sımsıkı sarılıp “Kendini yalnız hissetme, orası da Allah’ın, burası da. O her zaman yanında.” demişti. O an daha önce eksikliğini yaşadığım her şey tamamlanmıştı sanki. “Her yer Allah’ın…” mıydı gerçekten? Yurtdışı tecrübemde beni ayakta tutan abimin söylediği bu cümle olmuştu, bir de okumam için verdiği kitap: Mekke’ye Giden Yol.
Orada bir cemaat evinde kaldım, yine kendimi ait hissedemediğim bir yer. Ablalar, abiler tarafından alınan her karara sorgusuz itaat ediyordu. Bir keresinde niye demiştim, “Niye Mavi Marmara eylemlerine katılamıyoruz?” “Şşşt…” demişti abla “Abiler öyle karar verdi, bunu sorgulayamayız.” Abim “Her yer Allahın…” derken bunu kastetmiş olamazdı, bu yer abilerin değildi, ve abiler Allah hiç değildi. Sonuç olarak ben buraya da ait değildim ve üniversiteyi okuyamadan döndüm. Babamın deyişiyle ‘hayatımın fırsatını’ teptim. Şimdilerde yine gündemimizde bu laf var, mastera kabul aldığım okulun benim için hayatımın en önemli fırsatı olduğunu söylüyor. Ne yazık ki, ben buraya da ait hissedemiyorum kendimi. Bugün tez hocamın, konuyu daha detaylandırmak üzere dersi bırakmam gerektiğini söylemesinin ardından, bir sonraki dersin sınıfını sormak için bölüm çalışanının yanına gittiğimde “Alış bu okula artık Sıla.” demesi üzerine burdayım. Türkiye’nin en eski okullarından birinin daha birkaç sene önce açılmış mescidindeyim. Ve sanırım ben buraya, bu ana aidim, tıpkı havaalanında ailem tarafından uğurlandığım ana ait olduğum gibi.
Velhasılı, bir yerlere ait olmayı beklemektense; kendimi ait hissedeceğim anların peşinde olmayı öğrendim. Bu tecrübelerimin neticesinde ve sanırım bana bu hissi yaşatan herkese teşekkür borçluyum. Siz ne söylerseniz söyleyin, ben kucağımda oturan şeytana değil, havayı her soluduğumda nefesini hissettiğim Allah’a aidim. Elhamdüllilah.
Ne güzel bir yazı, “ölümcül kimlikler”i getirdi aklıma. Bazıları için aidiyet duygusu bi yaşam sigortası iken bazıları bundan kıyasıya kaçınıyor. E tabii dışlanmak ise paha biçilemez. Bence hepimiz kendi içimizde heryere aidiz ve birbirimize bağlıyız.