Yazar: Fatma Büşra Helvacıoğlu
Ev kızlarını nasıl bilirsiniz? Muhtelif. Dışarıda çalışmayı tercih etmeyen, çalışmak istese de aile baskısından dolayı çalışamayan, evliliği aileden kurtuluş olarak görse de bir türlü kısmet olmadığı için hababam ev işi yapan ve denetim altında tutulan, bazen bunu bir hastalığa dönüştürüp bütün hayat enerjisini ev işi yapmaktan devşiren, kimi zaman dikiş-nakışlarıyla, yaptığı yemekleri dışarıya satıp para kazanan, bazen anne-babasından emanet kardeşlerine bakan, bütün evin düzeninden sorumlu olan… Bense başka bir ev kızlığından bahsedeceğim.
Bir süredir müzmin ev kızıyım. Okulun, piyasanın, dışarıda hızla akıp giden gündelik hayatın bütün koşturmacasından uzakta; evin işlerini ve kendi işlerini hallettikten sonra sakin sakin çay içip, istediği şeyle uğraşan birisi yani. Evde durmanın pek de makbul olmadığı şu zamanda gönüllü ev kızlığının bazı tatlı yanları var.
Bir kere istenmeyen misafirden kaçış biletidir. Hepimizin sevmediği misafirler vardır. Ancak kariyer basamaklarını hızla tırmanan, pür makyajlı ve şekil saçlı ablalar attıkları her adımla ilgili sorguya çekilir, abiler ne zaman daha fazla para kazanıp ev taksidine girecekleri yönünde baskılara maruz kalırken beni kimse öyle uzun uzadıya sorgulamaz. Bu büyük rahatlıktır. Birkaç genel soruya cevap verdikten sonra gece boyunca sofra kurar, kaldırır, mutfağa koşar, çayları tazelerim. Yani mutfak-salon arası alan çoğu zaman kadınların ruhunu daraltan bir yer olurken, yetmiş kere yapılmış ve hiçbir amacı bulunmayan siyasi konuşmalara girmek istemeyen şahsım için bir özgürlük alanına dönüşür.
Salonda yapılacak iş bitti de evlilik ve para muhabbetlerinin yine beni bir yerimden yakalayacağını mı hissettim! Kendimi mutfağa kilitlerim. Mutfağa kilitler ve bulaşık yıkamaya başlarım! Düşünsenize bir, yıkanması gereken onca tabak, bardak, çatal, kaşık, kap kacak, tencereler vb. dururken ve siz bulaşık makinesi olmayan bir evde bütün bunlarla cebelleşirken kimse gelip de “Ne zaman evleniyorsun?”, “İşe girmeyi düşünmüyor musun?”, “Kaç para alıyorsun?”, “Görüştüğün kimse yok mu?” sorgulamalarına girmez, tuhaf yöntemlerle fikirlerinize meydan okumaya kalkmaz ve 25’in yüzde 25’inin dörtte üçü kaç eder gibi dahice soruların cevabını istemez. Hem bütün işler hallolur -işleri birisinin yapması gerekiyordur neticede ve anneniz bütün gün yemek yapmaktan yorulmuştur-, hem de “Bunun elinden hiçbir iş gelmiyor” diyen ev ahalisi ters köşeye yatar. İş yaparken kafamda beliren fikirler, yeni yazı konuları, efenime söyliyim öykülerden filan bahsetmiyorum bile!
Tabii ömrü hayatımda işitemeyeceğim “Aman kızımız da pek hamaratmış” gibi cümleler de duyarım bazen iş güç arasında. İnsana bir iyi geliyor ki sormayın, anamın karnından hamur yoğurur halde doğmuş hissediyorum kendimi, sonra da bu “hamarat” lafının kadınlar daha çok iş yapsın diye hazırlanmış bir tuzak olduğunu fark ediyorum gerçi.
İşin şakası bir yana bu stratejiyi bazı ağır durumlarda da kullanmıyor değilim. Bütün sülale ağlıyorsa, evden ölü çıkmışsa, evde ağır hasta varsa kalkıp kesinlikle iş yaparım mesela. Mutfaktan salona, oradan diğer odalardaki misafirlere koşturur; sürekli sofra kurup kaldırır, insanlara bir şeyler ikram ederim.
Çünkü her zaman iş yapacak birilerinin olması gerekir etrafta; her durumda. Düğünde de, cenazede de, ilkbaharda da, sonbaharda da iş yapacak kadınların etrafta bulunması gerekir.
Müzmin ev kızları cenaze evini toplarken hayatın devamlılığını sağlar yani biraz da.
Ay ne güzel yazı diyerek açtım ama tadimlik olmuş. Belki de ben de part time ev kızı- part time yüksek lisans öğrencisi olmanın ne demek olduğunu anlatarak devam etmeliyim bıraktığın yerden diye düşünüyorum şu an, du bakalım :)
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]