Yazar:Huri
“Eşim gözüne yazık, niye yapıyorsun, diyor. Evet pek bir getirisi yok ama orada iki çocuk büyüyor, görüyorsun. Ne yapabilirim!”
Bu sözler geçen yıl misafirliğe gittiğim yerde tanıştığım bir ablanın sözleri. Bir tekstil firması için parça başı bluz, tişört vs. süsleme işi yapıyor. Her iş karşılığında sakız fiyatına denk düşecek bir ücret alıyor. Kocası ise asgari ücret ile çalışıyor. İlkokul çağında iki çocukları var.
Ablanın bu iki cümlesi onlarca tartışmanın kilit noktası ama bu tartışmaları tek seferde masaya yatırma imkânımız olmadığı için bir-iki noktaya değineceğim. Son dönemlerde; yoksulluk ve kadın, kadın istihdamı, kadın emeği, ev içi emek, esnek çalışma, sosyal politikalar ve bütün bu saydıklarımın neoliberalizm ile keşiştiği nokta üzerine önemli çalışmalar mevcut. Bu ablanın sözleri de bütün bu söylediklerim üzerine yazılıp çizilenleri bir yandan çok net ve çıplak hali ile resmediyor, öte yandan da nasıl bir yapının içinde bulunduğumuzu gösteriyor.
Kira, faturalar, çocukların okul masrafları… Bunların hepsi için para gerekiyor, o halde abla da “para” edecek bir şeyler yapmalı. Birçok kadının bu çıkmazın içinde olduğunu gören çakallar durumdan istifade etmenin bir yolunu buluyorlar hemen. Kadınların evde arz-talep ilişkisini düşünmeden, gündelik uğraş olarak kendileri için ortaya koydukları emeğe ve üretime akbabanın leşe üşüşmesi gibi üşüşmeyi iyi biliyorlar. O gün anlattığı kadarıyla zihnim beni yanıltmıyorsa, bu abla parça başına yirmi beş kuruş alıyorsa, bu işleri dağıtan adam bir buçuk lira alıyor. Evinin işlerini yapıp, çocuklarıyla ilgilendikten sonra kalan zamanda da bu işi yapacağını düşünürsek ablanın günde kaç tişört işlediğini tahmin edebiliriz; ne kadar “kazandığını” da.
Parça başı çalışmayla ilgili beni en çok vuran bu karşılaşma olmuştu. Ama kadının gündelik hayattaki üretimini bir “değere” dönüştürme çabasına çocukluğumdan beri şahidim. Evlerinde örgü örüp, el işleriyle uğraşıp, mantı vs. hazırlayarak para kazanmaya çalışan kadınlar tanımışızdır (Annem de hayatının belli bir döneminde dışarıya elişi yapmak diye tabir ettiği o işi yapmıştır). Mesela şimdilerde en vasatı bir-bir buçuk milyara kiralanan gelinliklerin evde süsleme işini yapan kadınlar var. Bir gelinliğin süsleme işi bir- iki haftada bitiyor, bunun karşılığı da kırk lira oluyor.
Baştaki örneği verirken ortaya konulan üretimin ve karşılığının nasıl olduğunu biraz göstermeye çalıştım. Şimdi buradan başka bir noktaya geçmek istiyorum. O da kadının çalışması meselesi. Bu konuya dair en basit tartışmalardan, en üst düzey entelektüel veya dini tartışmalara kadar kadının çalışması ya da çalışmamasına dair sunulan argümanların aynı olduğu aşikâr. Lafı uzatıp, bu argümanları burada tartışmaya gerek duymuyorum. Sadece yukarıda örneklerini verdiğim kadınların bu tartışmaların içinde olmadığına işaret etmek istiyorum. Parçabaşı iş yapan kadınlar, merdiven silen kadınlar, gündeliğe giden kadınlar ve daha niceleri bu tartışmaların içinde yoklar çünkü toplumdaki iktidar ve sermaye “dengeleri” açısından bir tehdit oluşturmuyorlar. Öte yandan zorunluluktan dolayı içinde bulundukları bu durum, ucuz emek açısından mevcut çarkın avlamaya fırsat kolladığı bir şey. Buraya kadar getirdiğimiz meselede sadece evli kadınları ve onların aile geçimini sağlama noktasındaki çalışma durumunu ve zorunluluğunu konuştuğumuzu da üzülerek belirtmek zorundayım. Meselenin çerçevesini daha da genişletmek gerektiğinin farkındayım, fakat tartışmayı daha ziyade karşılaştığım durumlar üzerinden sürdürmeye çalışıyorum.
Nihai noktada, yoksul bir ailede kadının çalışma zorunluluğu kocası ile arasında bir dayanışma kurulmasını sağlayabiliyor. Ama yoksul olmayan kesimlerde mesele biraz daha farklı ilerliyor. Evin geçimi noktasında, kadınların zorunluluğu söz konusu olmadığı için “keyfî tercihi” tartışılıyor. Yoksul olmayan ailelerde kadınlara “Senin evi geçindirmek gibi bir yükümlülüğün yok, o halde evde otur ve diğer ‘yükümlülüklerini’ yerine getir” deniliyorken, yoksul bir ailede kadının çalışma zorunluluğu, çalıştığı koşullar hiç gündeme gelmiyor ve “kadının çalışması” tartışmalarında yer almıyor.
Buradan hareketle birincisi kadınlar arasında sınıf farkları olduğunu görmeyen ve kadının çalışması denilince yalnızca “beyaz yakalı” olarak çalışmayı merkeze alan tartışmaların nasıl kendi topuğuna sıktığını ve belirli kadınların hayatından, toplumun belli kesimlerindeki kadınlardan ne kadar kopuk olduğunu görebiliriz. İkincisi mücadelelerimizin de bulunduğumuz sınıfla çerçevelendiğini anlayıp, imtiyazlarımızın farkına varabiliriz. Mesela ben klavye başında yazımı yazarken, çok fazla sayıda kadın, tekstil atölyelerinde, evlerinde, tarlada çalışmak, üretmek ve mücadele etmekle meşgul. Bu yazıyla onlara en azından selam etmiş olalım.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
Ellerine sağlık Huri. Yazıyı okuyunca aklıma 15 yaşında tanesi 4 buçuk liradan 10 tane işlediğim ve parasını alamadığım gelinlikler geldi. O zamanlar 14-15 yaşlarındaydım ve o gelinlikler de gerçekten iğne ucu kadar küçüktü. Parmaklarım delinmesin diye parmaklarımı plastik bantlarla sarardım. Ama işleri aceleyle yetiştirmemizi isteyen işveren kadın gelinlikleri teslim aldıktan sonra ortadan kaybolmuştu ve tabiki 45 liramı vermemişti. Belki insanlar için çok küçük ve önemsiz bir olay gibi dursa da ne zaman işçilerin özellikle de kadın işcilerin hakkının yendiğini duysam hep bu yaşadığım olay gelir aklıma ve üzülürüm.
Ellerinize Sağlık
Konuyu, bir tarafta iki haftalığın emeğin karşılığı 40 lira iken diğer tarafta bir-bir buçuk “milyar”a kiralanan gelinlikler olarak koyunca ortada ciddi bir sömürü varmış gibi görünüyor, ama gerçek hayatla çok örtüşmeyen bir değerlendirme bu. Bir kere, emeğin karşılığını 6 sıfır atılmış yeni Türk lirası, kiralanan gelinliklerin bedelini ise 6 sıfırlı, milyarlı, katrilyonlu eski Türk lirasıyla vererek, tarafınızı daha baştan açık ediyorsunuz.
“Gerçek hayat” derken neyi kastettiğimi örneklerle açıklayayım. Diyelim parça başı iş yapan bu teyzenin liseye giden bir genç kızı var. Bu kızımız, teyzenin işlemelerinin fotoğraflarını çekiyor. Instagram’da “gelinlik süslemeleri” diye bir hesap açıp orada paylaşıyor. Bu şekilde, kısa zamanda takipçi sayısını 5 bine çıkarıyor. Derken, takipçilerinden bir gelin namzedi, evde anneannesinden kalma, üstünde pek az süsleme olan “vintage” gelinliğin fotoğrafını gönderiyor ve bu gelinliği işleyip işleyemeyeceğini soruyor. Teyzemiz bu gelinliği 100TL karşılığında işliyor ve ortaya nefis bir iş çıkıyor. Vintage gelinliğin işlenmiş halinin fotoğrafları 700’den fazla beğeni alıyor. Bu fotoğrafları, televizyondaki “Güller Arasında Yarim” adlı dizinin kostümlerini hazırlayan bir tasarımcı görüyor ve teyzemizden, dizinin başrol oyuncusu Rümeysa’nın düğününde giyeceği gelinliği süslemesini istiyor. Sonra olaylar gelişiyor… Diyeceğim o ki, bugün artık insanların emek mahsulü eserlerini ulaştırabilecekleri çok çeşitli kanallar var. Instagram, pinterest gibi sosyal medya araçları, etsy, sanalpazar, ebay üzerinden, “sömürücü” mağazaları baypas edip doğrudan müşteriye ulaşma imkanları var. İstanbul’da üretip Dubai’ye, Singapur’a, Londra’ya satmak mümkün.
“Gerçek hayat” derken, 40 liralık işleme ile 1-1,5 milyara kiralanan gelinlik arasındaki bir sürü basamağı şöyle bir örnekle açıklayayım. Diyelim bu teyzemizin, instagram’da hesap açan kızından 4-5 yaş büyük, üniversiteye giden bir kızı daha var. Bu kız, KOSGEB, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, AB, Şekerbank vs derken annesi için 50 bin liralık (1), ilk 2 yılı sıfır faizli (2) bir girişimci kredisi alıyor. Gelinlik kiralayan bir mağaza açıyorlar. Eldeki paranın 10 bin lirasını mağazanın kirası (3), hava parası (4), depozitosu (5), stopajı (6), belediye ve ticaret odası harcına (7) vs yatırıyorlar. Sonra gidip toptan kumaşçıdan, 20-25 gelinlik için kumaş (8) alıyorlar. Başka bir yerden boncuk vs aksesuarları (9) 3 ay vadeli senetle (10) alıyorlar. 3 kadını terzi olarak tutup (11) gelinlikleri diktiriyorlar. Broşür, katalog vs bastırmak için matbaayla anlaşıyorlar (12). Bir web sitesi kurmak için bir reklam ajansıyla anlaşıyorlar (13). Mağazada duracak tezgahtar, temizlikçi vs tutuyorlar (14). Gelinliklerin işlemelerini teyzemiz yapıyor. Kendi işi olduğu için tabii hiç para almıyor (15). Yeni mağaza oldukları için gelinlikleri 1-1,5 milyara değil, 700-800 milyona kiralıyorlar (16). Bu arada, kiralandıktan sonra geri gelen gelinliklerin kuru temizlemeye gitmesi gerektiğini farkediyorlar ve kuru temizlemeciyle, her bir gelinlik için 100 liraya anlaşıyorlar (17). Mağazada, kazanlı profesyonel bir ütü olması gerektiğini farkediyorlar ve böyle bir ütüye 1500TL veriyorlar (18). Mağazada bekleyen müşterilerin oyalanması için duvara, gelinlik defilelerinin görüntülerini yayınlayan bir televizyon koymaya karar veriyorlar, 800 TL televizyona veriyorlar (19). Bir pazar günü zabıta geliyor ve belediyeden pazar günü çalışma ruhsatı alınmadığı için ceza kesiyor (20). Derken Eylül ayının ve de düğün sezonunun sonunda, 3 ay boyunca günde 16 saat çalıştıkları halde, 2 gün sonra ödemeleri gereken 3 milyarlık KDV için kasada hiç para kalmadığını görüyorlar (21). 6 ay sonra mağazayı kapatıyorlar. Ellerindeki 25 gelinliği maliyetinin yarısına, teyzenin daha önce iş yaptığı mağazaya devrediyorlar. Teyzemizle birlikte, biri liseye diğeri üniversiteye giden 2 kızı da parça başı iş yapmaya başlıyor.
Yukarıdaki hikayede 21 parametreye yer verdim. Pekala 50ye de çıkarılabilir. Her biri için alt ve üst limitlerde farklı sayılar öngörülebilir. Demek istediğim, gelinlik kiralama işi, 40 liraya parça başı süsleme yaptırılıp 1 buçuk milyar liraya kiralamaktan çok daha fazlası. Eğer bu kadar basit olsaydı, herkes gelinlik kiralama işine girerdi.
Gerçek hayat maalesef sizin hayal ettiğinizden çok daha karmaşık bir yer.
Şevket bey 21 parametre için teşekkürler. Tabii bu ara hikayeler arttırılabilir, misal Çin karşısında mağdur olan orta ölçek üreticiye de üzülebiliriz. Mesele o değil. Mesele 40 tl’lik parça başından 1500 tl’lik gelinliğe giden yolda en tabanda kadınların emeğinin sömürülüyor olduğu gerçeği. Ayrıca burda ele alınan örnekler, sizin yorum yazarken atladığınız başka yapısal sorunlara işaret ediyor. Mesela akıllı telefon ve Instagram kullanmanın da belli bir sınıfsal pratik olduğunu, bin tane “like” almanın belli bir sosyal “network” gerektirdiğini de düşünmek gerekiyor. Diğer taraftan parça başını da, Instagram’da parça başının bir başarı hikayesine dönüşmesini de mümkün kılan aynı sosyo-ekonomik sistemdir. İnsanlar bu yapısal sömürüye, verdiğiniz örneklerdeki gibi çeşitli ihtimalleri hayal ederek rıza gösteriyorlardır belki.
Şeyket bey yorum için teşekkürler. Bir gelinliğin kumaşının seçilmesi-dikilmesi-süslenmesi……..-satışı/kiralanışı ve devamındaki sürecin nasıl ilerlediği elbette bir cümle ile özetlenemez. Sizin 21 ya da 50 parametre ile hikayesini anlatabileceğiniz o süreç meselenin bir boyutudur sadece. Dolayısıyla bahsettiğinizin dışında, sosyal medyadan vs. haberdar olmadan, olsa bile bunları kullanmadan semtinde bulunan gelinlikçiden gelinliği alıp süsleme işi yapan kadınlar mevcut ve bu yazıda da bu kadınları düşünerek vermiştim o örneği. (Aman canım o kadınlar da bir instagram hesabı açıp kurtulsunlar diyecek halimiz yok herhalde :) Dolayısıyla gerçek hayatla ilgisi olmayan bir durumdan söz etmiyorum. Paranın sıfırlı-sıfırsız kullanımına gelince, gündelik dilde kullandığım gibi yazmıştım, belki dikkat etmek gerekir ama taraf olmaya dair bir okuma yapmaya gerek yok, çünkü yazıda baştan aşağı tarafım zaten.