Konuk Yazar: Cemre Okumuş
“Soundtrack‘larında Nazan Öncel’ler dinleyeceğimiz kadın hikayelerimizi ne zaman izleteceğiz?” Sonbaharla gelen aşk furyasıyla, televizyonu her şeye ve herkese rağmen kendine mecra edinmeye niyetli kadınlar, rakı sofralarında bunları konuşur oldu. Aşk beraberinde uyumsuzluğu ve çatışmayı da beslerken, karşı tarafa durup bir sorasın gelir “Nazan Öncel dinletemediklerimizden misiniz?”
Hikâye çatışmadan doğardı doğmasına, lakin anlamalar dinlemeler eksikse, o çatışma sonuca bağlanmıyorsa, hikayeyi bitirmeye olanak yoktu, yarım kalmaya mahkum hikâyeler yaratılırdı sadece. Bir de ekranların bize sunduğu suni çatışmalar var ki, kanallar samimiyetten yoksun tektip hikayelerle dolu: Çok seven abilerimiz, tek rolü çok sevilmek olan kadınlarımız… Kadını sevmek fiilinden koparıp, sevilmek öznesi yapıyorsun, üstüne bir de arabeskin en baba isimlerini çaktın mı reytingler tavan tabi. Müslüm, Orhan, Ferdi ve bilumum babalarımızı baş tacı eden arabesk dizi furyamız! Bu adamların dinleyici kitlelerin bu vesileyle ölçüsüz artışı… Bayâ bir, bize kadar… Hani arabesk hep erkek ya, acıyı bile en iyi onlar çekecekler, en arabeski de onlar yapacaklar… Kadın arabesk deyince bir Bergen bir Yıldız. Birini “mağdur,” öbürünü “deli” diye yaftalamışlar ki… Yine ötekiyiz vesselam.
Nitekim bu ülkede bir Nazan Öncel gerçeği var. “Adam sen de yeter” diyor. Acılı, nağmeli, hönküre haykıra olmaz öyle; biraz mizah, biraz samimiyet, çokça açıklık netlik… Seven kadını duygu durum bozukluğu olarak işleyen çoğu günümüz televizyon yapımında eksik olan ne varsa… Nazan’dan prim yapın, onu da playlistlerin en tepesine birdenbire taşıyın demiyorum. Şayet yapılmamış da değil hani; ne zaman esas adam yahut esas “sevilen” kadın bavulunu toplamış şehirden gidecek olur, repliklerin sesi kısılır, müzik yükselir ve “Gitme kal bu şehirde…”ler başlar. Ben bunu kullanmalarını, kullanılması kaçınılmaz bir iş oluşuna yoruyorum biraz da. Başka kim böylesine bir “gitme” serzenişi yaratabilmiş ki…
Oysa Nazan’ın aşkı “Gitme” serzenişlerinden ziyade “Gel kıyılarıma” aşkıdır. Cömert ve cesur bir “göç”e davet eder. Kadının, aşkın ve göçün hikayesidir anlattığı. Aşk biraz da zorunlu göçe tabi tutulmadır. Bunu söyler, bunu yakarır, dostane ve barışçıl kıyılarına çağırır. “Kalp caysa da vur kıyılarıma” meselesi… Bir de “bu havada gidilmez, güneşli günde gidilmez, aslında hiç gidilmez” meselesi vardır ki “gitme kal”dan daha vurucudur bana sorarsanız.
Gidenin ardından “Nazlı ay”ı salıverir “Ülkesine beldesine”… “Ah bu inadımdan az mı ağladım”lar, “git söyle”ler peşi sıra sürüklenir. İnadından ağlanan bir gönül meselesi mevzu bahisken, aynı kadın “Ağlama gönül”ü söylemeyi de kendine görev bilir. Aşkı, acıyı tüm dürüstlüğüyle ortaya sererken bir yandan da doksanlara “Ben sokak kızıyım” şarkısıyla damgasını vuran kadındır çünkü Nazan Öncel.
Nitekim “Ben sokak kızıyım”ın ekranlara yansıması yine “öteki” kadın… Esas “sevilen” kadına rakip çizilen hastalıklı sevgilerin kadınını, Yeşilçam “fettan” kadın tipinin günümüz hikayelerine yansımasını izliyoruz. Kadının sevgisini, sosyopatlık derecesine indirgeyen ve bu kadını hikayede “alternatif karakter” olarak veren birtakım abilerimizin işlerinden geçilmiyor kanallar. Bu noktada Mahinur Ergun’un “Hayat Şarkısı”yla yarattığı “esas kadın” tiplemesini bir köşeye ayırmakta fayda var. Sountrack‘a bir Nazan Öncel iyi gider doğrusu dedirten cinsten.
Biz ki Yeşilçam Sineması’nın Neriman Köksalcı, Lale Belkısçı izleyici kitlesi; 90ların Nazan Öncel’i, Umay Umay’ıyla büyüyen “sokak kız”ları nitekim izlemeyelim izletmeyelim artık, hâlâ divan edebiyatı figürüymüşçesine kadının sevilen olmak dışında hiçbir vasfı olmadığı hikayeleri. Divan geleneğinin “gölge kadını” olmadığımız hikayeler diliyoruz efendim. “İşiniz gücünüz yok mu yani, herkes bu kadar hoş mu yani, bilmem anlatabildim mi” hikayelerinden sıkıldık diyoruz. Anlayacağınız “böyle sürmez yok efendim…”
Yorum Ekle