REÇEL

Mutaassıp Mahallenin Açık Kızı

Peki türbanı ile olur mu bu düşledikleri? Ayıplamazlar mı sesli gülerse bir akşam üzeri tam da sokak ortasında, ya da bir bankta bir sigara yakıp gözlerini kaparsa? Koşarsa dizlerinin üzerine kapaklanana kadar, sırf canı istedi diye…

Konuk Yazar: Ayşegülkimki

On yıl geçmiş üzerinden, oysa hissettirdikleri taptaze. Nasıl değişir insan? Değişir mi sahiden? Gelin, anlatayım hikayemi:

Kandil geceleri hep dolu dolu geçerdi bizim evde. Annem elinde tesbihi ile beliriverirdi evimizin herhangi bir yerinde. “Kıldınız mı namazlarınızı?” “Bu gece çok dua edin.” “Kuran okudun mu kızım?” “Uyuma, bu gece mübarek, yazık etme.”
O kandil gecesi de uyumadım işte. Ne bileyim; kalbim bir dolu, gözlerimde yaşlar, dünya öyle boş… “Değişeceğim,” dedim. “Başımı örterek başlayacağım.” Yaşım 17.

Ertesi sabah, bana o güne değin açık olmamla ilgili açıktan uyarılar savuran, bazen de kalbimi kıran yol ve sınıf arkadaşım Esra sokağın ucunda belirdi. Önce seçemedi, sonra idrak etti, suratı aydınlandı. “Ayşegül kapanmış!”

İlk günler ergen dostlarımın bazen yapıcı bazen densiz yorumları ile geçti. “Çok yakışmış.” “Olmamış, açıkken daha güzeldin.” “Ne bileyim, sanki sen değilsin.” “Hayırlı olsun çok sevindim.” “Hayret bir şey, sen ne has kapandın yahu?”

Sonraki her gün ise, kafamda yük olmuş ağırlaşan eşarbım ve dağılmış düşüncelerim ile geçti. “Bu ben değilim” hissi geldi oturdu göğsüme. Gelecek vadeden yazar adayı, okulun entel tipi… O varoş semtin ortasında Avrupa’yı gezme hayalleri kuran, ailesinin hayalperesti. Çok aşık olacak, çok uçlarda gezecek, çok sarhoş olacak kimbilir. Peki türbanı ile olur mu bu düşledikleri? Ayıplamazlar mı sesli gülerse bir akşam üzeri tam da sokak ortasında, ya da bir bankta bir sigara yakıp gözlerini kaparsa? Koşarsa dizlerinin üzerine kapaklanana kadar, sırf canı istedi diye… Deniz kenarında tenini kavursun isterse güneş mesela? Uzun şiirler yazarsa bir gün aşk ve şehvet üzerine… Üzmezler mi? “Başındakinden utan!” demezler mi?

Bir koca ay bu hislerle geçti. O zamanlar zaman bu kadar hızlı ilerlemezdi. Bir sürü bahanem birikti yeniden saçlarımı açmak için: E ben zaten tıpkı kapalılar gibi giyiniyordum, en fazla bi tişört canım, o kadar. Kapalıların kıyafetleri hep kadınsıydı, bense daha çok gençtim. (Şey, bu bahane değildi. Hakikaten o zamanlar bu kadar büyük bir yelpazesi yoktu tesettür giyimin.) Okuldan giriş ve çıkışta çok zorlanıyordum, pratik değildim. Öğretmenler tavır almışlardı bana, sevmemişlerdi yeni halimi… Falan filan…

Derken bir pazar günü, annemle markete kafamda şapka ile gittim. O yol nasıl uzadı, o adımlarım nasıl büyüdü, o çıplaklık hissi ne kadar ağırdı… Yeniden eşarbıma da gitmedi elim, itti beni sanki. Annem hiç karışmadı, hiç müdahale etmezdi zaten giyim kuşamımıza. İbadetlerimizi tam yapalım isterdi, hepsi bu. Bu durum da bana aralık bi kapı bırakmıştı tabi. Açıldım. Ertesi gün Esra beni görünce suratını ekşitti, adıma çok üzüldü, neredeyse ağladı. Ağlattı.

Mutaassıp mahallenin açık kızı olmanın ne menem bir şey olduğunu ancak yaşayanlar bilir. Oradasın. Ruhun da orada çoğu vakit evet, ama onlara benzemiyorsun. Bir şekilde ötekisin. Gel gör ki ötekilerin arasında da ötekisin. Ait değilsin işte onlara veyahut şunlara. Ne diğerleri kadar dinden uzak, ne de kendi cenahın gibi yakın. Araftasın. Bunu neden seçiyorsun, bu hayatı, bu tarzı? Orası muallak. Kendime bile itiraf edemiyorum, saçıma rüzgar değdiğinde yaşadığım mutluluğu. Yanlış olanın verdiği huzuru anlamlandıramıyorum. Bilip de yapmamak illeti, içinde olanı çıkaramamak gün yüzüne. Bir şey eksik gibi, bir şey yarım bırakılmış gibi.

Mutaassıp mahallenin açık kızı sonraki on yıl içinde şehir değiştirdi, üniversite okudu, ülke değiştirdi, Avrupa’yı gezdi, istedi ama hiç içmedi, içilen yerlere gitti, aşık oldu, evlendi, anne oldu. Saçlarını rüzgarlar savurdu bin kere.

Ne değişirdi başka o eşarp o gün çıkmasaydı mesela? Değişir miydim? Başka bir hayatı başka bir yoldan yaşar mıydım acaba?

On yıl geçti, hala taptaze, o şapkalı halimin ürkekliği…

Konuk Yazar

6 yorum

  • Ben de Modern Bir Mahallenin Mutaassip Kiziydim..
    10 yaslarindaydim sanirim.. bir sonbahar gununde halamlardan bizim eve kosarken kisa sari saclarimin ruzgarda estigi ve serin ruzgarin kulaklarimi oksadigindaki hissi hic unutmadim ..
    Orta okula baslayinca ortundum. Ilk iki yilda saclarim onden biraz gorunuyordu ve bir gun aynaya baktim. Boyle olmamali Allah’in emri tamamiyla kapatmakti dedim ve esarbin ucunu one dogru cektim ve ondan sonra hep oyle kapattim.
    Kapanma kararimdan da hic pisman olmadim. Kapali olmamayi, acik olmayi hic dusunmedim. .
    Benim de hayallerim vardi, muhendis olacaktim, yurt disina gidecektim master yapacaktim ama o hayallere ulasmak icin citalar cok yukariya cikartilmisti. Cok calistim. Rabbimin izniyle ve yardimiyla istediklerime,hayal ettiklerime hep ulastim.
    Rabbime sukurler olsun ve ben hic “Keske…” demedim.
    Arada bir geceleri balkona bas acik cikarim yuzume saclarima serin ruzgar vurur ve ben hep O gunu hatirlarim..

    • Cevabın o kadar hoşuma gitti ki Irmak. Genelde senin baktığın aynaya bakanlar o iki tutam saçı örtmeyi degil de aksini tercih ediyor. Sen canının istediğini degil rabbinin istediğini tercih etmişsin o küçük yaşında. Bu tercihin dünyanı ve ahiretini mâmur etsin kardeşim

  • Yazıyı okuduğumda aklıma şu söz geldi: özlem dünyaya alabildiğine içtenlikle kucak açış ve yine dünyadan alabildiğine çılgınca bir ayrılış, insanın kendi karanlık ruhuna yakıp kavurucu bir tutku ile kulak verişi, teslimiyetteki esriklik ve harikuladeliğiyle ve harikuladeliğe karşı derin bir ilgi.
    Demian, Hermann Hesse.

    İnsanoğlun karmaşasından ibaret tüm hayat.

  • ….olmayacaktı elbet olmayacaktı. evlilik mesela . başı kapalı kzı alalım da evinde otursun namusuyla diyeceklerdi. okullardaki başörtüsü yasağı kucağına itecekti düşmemizi bekleyenlerin. hasbelkader okudun diyelim , başındaki örtüyü gören mutaassıp beyler “ne gerek var diyecekti, sen çocuklara bakarsın ben çalışırım NE GEREK VAR” . kız bakınan kayınvalidelere altın bulmuş gibi sevinecekti, seni tanımadan konuşacaklardı “hanıım hanımcık sessiz edepli maşallah” örtün karakterini örtecekti tanımak için çabalamayacaklardı bile başörtülü kız tabi gülmecek sokak ortasında, tabiki yakışık almaz koşturması bi yere yetişemiyorsa bile. hem 90 km sınırı yok mu canım nereye gidecekse ailesiyle..

  • Ben de baş örtüyü önce gereksiz görüp, çeşitli nedenlerle önemini anlayıp, sonra da onu en üst seviyeye çıkartmak amacıyla takanlardanım. Takmak için çok mücadele ettim. Hem ailemle hem toplumla. Büyüdüğüm yerde başörtülülere sarkıntılık yaparlardı. Sürekli aşağılarlar ikinci sınıf insan muamelesi yaparlardı. Hakettiği saygınlığı kazandırmaya ant içtim. O günden beri onu yüceltirken ben de onunla yüceldim.

  • “Yanlış olanın verdiği huzuru anlamlandıramıyorum.”

    Bu cümleye takılıp kaldım. Ben de kendi “mahallemde” aynı şeyleri yaşadım, yaşamaya devam ediyorum. Kadın değilim, başörtüsüyle ilgili kısım yazının temelini oluştursa da size hissettirdiklerini bir yere kadar anlayabiliyorum bu yüzden; fakat içimde bir yerlere asıl dokunan şey, takılıp kaldığım cümleyle tasvir ettiğiniz hikâye oldu aslında. O hep hayâl kırıklığı yaratan, çevresindeki erkeklerin oturup konuştuğu sohbet masalarında, dizildiği namaz saflarında yüzlerine sirayet eden huzuru kendi içinde bir türlü bulamayan, ne bu mahallede kalmak ne de öteki mahalleye yerleşmek isteyen hâlimi gördüm hep. Çok teşekkür ederim.