Konuk Yazar: H
Birkaç ay önce, kimin olduğunu hatırlayamadığım bir köşe yazısında okumuştum bu kavramı. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre İngilizler farklı görünen insanları sokakta görmekten tedirginlik hissetmiyorlarmış ancak bir insanın kendilerine günlük hayatta -güncel bir rıza beyanı olmaksızın- 60 santimetreden fazla yaklaşması kaygı hissi uyandırıyormuş. Bu mesafenin adı da ‘medenî mesafe’ymiş. Köşe yazısı da bu kavrama karşı duran bir pozisyondan, Türk-iye toplumundaki sarmalayıcı dokuya artı puan verip ‘medenî mesafe’nin soğukluğunu ve gereksizliğini işlemekteydi.
Herkesin fikri kendine tabii, ancak Türk toplumundaki sarmalayıcı doku kısmında bir nefeslenmek istiyorum. Çünkü bugünlerde nefesimi kesiyor bu sarmalayıcı doku.
Reçel’de aylardır kadınlara değen yanı yazılıyor. Kadın-erkek, kadın-toplum, kadın-devlet ilişkilerinde zamanlama hatasıyla ya çok sarmalayan, yahut hiç sarmalamayıp tüm sorumluluğu kadınların omzuna yükleyip rahatlayan eğilimler arşivde mevcut. (Ebeveynin çocuğu sarmalayıcılığı üzerine yazılmış zihin açıcı Reçel yazısına da selam olsun.) Bugünlerde, ayrıca, erkekliği sorgulamayı önermek de revaçta, yoksa genç kadınlar üzerinden başlayan tartışmaların yapıcı bir sonuca ulaşamayacağı tespiti popüler.
Mesele daha da budaklanmış durumda, gibi geliyor. Bireyin pratiği ne ise, toplum ve devlet ile ilişkiler de o ton/üslup üzerinden devam ediyor, kendini -karşılıklı- yeniden üretiyor, yerleşikleşiyor. Bir kadın olarak benim tarihime ve şu ülkenin geçmişine günceline sinmiş; artık nefes aldırmıyor bu zamanlama hatasıyla malul Türk-iye toplumunun sarmalayıcı dokusu. Hiç bir aktörü suçlamadan, aksiyon hatasına dikkat çekiyorum. Herkes yapıyor aksiyon hatasını, ancak çoğu kişi ehven-i şer olmama açıklaması üzerinden kendini temize çekiyor (bkz. ‘Cetvel Kim?’ yazısı).
Aktüel politikada olan nedir, dün ve bugün? Sarmalayıcı devlet ya çok sevip sarılırken canını çıkarmış oluyor toplumun ve bireyin, ya yanlış zamanda sevgisiyle boğmuş oluyor vatandaşını. Vatandaş/birey/toplum, devlete ve birbirlerine olan sevgiden ötürü devleti korumaya çalışırken bir başka vatandaşın bedensel bütünlüğüne yahut devleti oluşturan fizikî varlığa kastediyor. Kadınlar çok sevildikleri için öldürülüyor erkekler tarafından; onlar için en iyisi başlarını açtıklarında modernleşmek olduğu için okul kapılarından hakaretamizce kovulmuşlardı. 1970ler devleti en çok sevip koruma/ilerletme iddiasındakilerce kanlı bıçaklı ölümlü işkenceli geçti. Bir eylem olduğunda polis müdahalesi olmaması, bu ülkede olmuş muydu, unuttuk. Yapılan eylemlerdeyse, devleti devlete karşı şiddet içeren araçlar olmaksızın koruyamadığımız için şehrin ortasında hayatın normal akışında devam etmesi mümkün olmuyor. Erkeklerini çok seven kadınlar, herhalde güçleri o kadarına yettiği için, saç baş yolma edebiyatı üzerinden devam ediyorlar. Bu sıralar mütedeyyin genç kadınlar kariyere odaklanıp evliliği geciktirdikleri savıyla onları pek seven toplum tarafından yakın markaja alınmış durumda. Çocuklar mevzusuna girmiyorum, şiddet görenin şiddet uyguladığı karikatürlerini tekrarlamak gereksiz. Bir kadın olarak erkeklerin gördüğü baskılara/sevgi kaynaklı sarmalamalara yabancı kalmışım, bu konudaki boşlukları tahayyülünüze bırakıyorum.
Örnekler kolaylıkla çoğaltılabilir, o kısma takılmadan devam edelim istiyorum. Muhakkak burada, bu örnek olayların okumasını, benim konuma yansıdığını düşündüğüm görüntüsü üzerinden yapıyorum. Biz medenî mesafeye gelelim tekrar. Herhangi bir çeşit mesafenin Türk-iye toplumunun sarmalayıcı dokusunda nasıl kaybolduğunun görünmesi, mühim olan. 60 santimetreden yakın bir insan ya da varlık tedirginlik hissi uyandırmıyor olabilir Türk-iye toplumunda. Elimizde cetvel mezura ile gezecek halimiz yok elbet. Ancak bizdeki şu aşırı ve/ya yanlış zamanda sarmalayıcılıkla aramıza bireysel olarak mesafe koymamız gerekiyor, sanki. Bizim dışımızdaki her insanın da bir bedensel ve ruhsal/entelektüel bütünlüğü var ve çok fazla sevmek bile bu bütünlüğün devamının önüne geçemez. Geçmemeli. Çıkmalıyız bu mesafesiz sevmelerden, devletin de toplumun da bireyin de canını yakıyor bu tarz.
Medeni mesafe değil de, yaşamaya tek parça halinde devam edebilmek için bir takip mesafesi filan bıraksak, belki de hallolacak herşey. Hatta böylece, önlenemez temaslarla gelen sarmalayıcı dokunun bünyelerde oluşturacağı sarsıntının etkisi azaltılabilir bile?
Yüzümde acı bir hüzünle okudum yazıyı, beğenmediğimden değil kesinlikle. Hislerimin tercümanı olduğu için. Ben bilmem kaç yıldır uğraşıyorum olup bitenlerle mesafe koymaya. O kadar zor ki! Hele insanlarla o mesafeyi koymak daha da zor. İngilizler belki en iyisini yapıyor, insanlara “medeni” mesafe koymak batı kültüründe daha kolay sanki. Yok onlar da aşmış ya da çözmüş değiller bir dolu meseleyi ama bizler kadar karalar bağlamıyorlar. Daha sakin ve mesafeliler gibi geliyor bana. Bizdeki kocaman sorunlar ve biraz sahte yakınlıklar. Sürekli çalkantılı, sürekli devinim içinde, yorucu aynı zamanda. Hangisi daha iyi kuşku götürür. Böyle bir yazıyı kaleme aldığı için çok teşekkür ederim H’ye.
Sevgili nuquedb,
Ortak bir derde dair kalbe dokunabilmek H’nin entelektüel/manevi varlığının bereketi olur, samimi beyanın için ben de müteşekkirim :)
Dilerim, yaranın iyileşmesinin de bir parçası ve tanığı oluruz hepimiz..
Not: reçel blog’daki büyük ve küçük H kontenjanlarını işgalimin beyanını da ben yapmış oluyorum böylece :)
Yukarıdaki ifade, 6-7 Eylül 1955 olaylarının Rum şahitlerinden birinin ifadesi. Bugün medya vasıtasıyla bizim de tanık olduğumuz, vatandaşın vatandaşa edepsiz muamelesi ve şiddetine de uyan, talihsiz taşkınlıklara ve ‘medeni mesafe’ ihtiyacına işaret eden bir not olsun.
*Ifade P. Öğünç’ün Cumhuriyet’teki köşe yazısından alındı.
↓↓↓
‘Talatlar, Enverler, Evrenler, Hrant Dink’i vuranlar Türkiye’yi benden çok seviyor. Kadınları öldürüp ‘Çok seviyordum, öldürdüm’ diyen erkekler gibi. Allah bizi çok sevdiğini söyleyip sevmenin ne olduğunu bilmeyenlerden korusun” diyordu Vasiliadis.