Konuk Yazar: Betül Duran
Mağdur edebiyatı…
Ne kötü bir tanımlama değil mi?
Bu cümleye maruz kalıp da sinirlenmeyecek insan var mıdır?
“Maruz kalma” diyorum bakınız, çünkü kelimelerin gücüyle yapılan bir saldırıdır bu.
Senelerce biz mütedeyyin kesimin, “28 Şubat’ta biz…” diye başlayan, kendini ifade etme amaçlı cümlelerimiz, ama başında ama ortasında ama sonunda bu çirkin cümleye maruz kalmıştır.
En güzeli öfkeni bastırıp, kötülüğün kelimeleri ele geçirmesinden uzaklaşmak olmuştur akli selimin yolu.
Tamam itiraf ediyorum kimi zaman, haddini aşan kelimelere karşı “savunma” asla değil, sınırı aşanı kendi sınırları içinde kalmaya iten hamlelerimiz olmuştur. Ki bence düşünen insana sınırlar çizmek en büyük cezadır.
Şimdi kaç gündür ana akım medyayı izliyorum ve okuyorum. İletişimde okurken, program yapımcılığı dersinde bize öğretilen birkaç esas geliyor aklıma. Bakın geliyor diyorum, keza hatırlamak için uğraşmıyorum. Ayağını zihin duvarıma vurduğu gibi dalıyor içine:
Programda bir fikrin ön plana çıkmasını, vurgulanmasını ve izleyene “doğru bu” mesajının geçmesini istiyorsanız, çarpıştırdığınız fikrin temsilcileri önemlidir. Esas önemli nokta şudur ki, ön planda olmasını istediğin fikrin, konunun temsilcisi donanımlı ve hitabeti güçlü olarak seçilirken, karşıt görüş olabildiğince güçsüz kişiler tarafından temsil edilmelidir. Bu medyanın kullandığı önemli bir yöntemdir. Bazen iki taraf da güçlü olur, o zaman da oturumu yönetenin yani sunucunun eğilimi, hangi fikri benimsediği, programda hangi fikrin parlatılacağını belirler.
15 Temmuz’dan beri halk olarak ayrılıkçı söylemlere tahammülümüz yok, olmamalı.
Fakat medyanın yeni yeni üzerine çalıştığı bir alan var.
TSK’nın eski subayları, Balyoz ve Ergenekon davası sanıkları.
Ülkesini seven, birlik olma duasını eden bir vatandaş olarak tamamen nötr izlemeye çalıştığım bu programlar, insanı çileden çıkarmaya yetiyor. O kadar tek yönlü, o kadar haksız, o kadar bilinçli yapılan çalışmalar ki!
TSK içindeki 40 yıllık konuşlanmış terör örgütü mensuplarının yaptıkları kötülükler ortada iken ve bunların kullandıkları boşlukları tam olarak da eski ordu mensupları açmışken, ben diyorum ki madem yeni bir dönem inşa edilmeli, bütün yapılan hatalar bir bir konuşulmalı.
İçinden geçtiğimiz süreçte suçlular bellidir ama kimsenin kahraman ilan edilmesine gerek yoktur, halk kendi kahramanlığını ilan etmiştir çünkü.
Halk teröristleri ordusunda istememektedir ama dibine kadar siyasete batmış bir ordu da istememektedir.
Misal asker oğlunu, kardeşini görmeye giden anneye kardeşe “Eşarbındaki iğneleri çıkar ve boynundan bağla, bak şu resimdeki gibi yap.” diyenleri unutmadık hala.
Ben özgür irademle ülkemde, vatanımı, bayrağımı, insanımı sever ve sayarken, benim ordum sadece dahili ve harici düşmanlara karşı beni koruma işini düşünmeli ve geliştirmelidir.
Siyasetimi inşa eden benim oyumla meclise gidenler olmalıdır.
Mahkemelerim, adalet mekanizmam herkese eşit bir mesafede durmalı ve olası adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için hızlı ve adil davranmalıdır.
Bu ülkede mağdur çok… Dindarı, dinsizi, Alevisi, Sünnisi, Türk’ü, Kürd’ü, fakiri, Doğulusu, İzmirlisi…
Özgürlüğü daha da fenası, yaşam hakkı elinden alınan çok insan var çok farklı kesimlerden.
Yapılan haksızlıklar unutulmamalı evet ama eski hatalar da patlatılmamalı, eski hatalara dönülmemeli.
Asker kendi alanında güçlü görünmeli ve halka güven vermeli, burada vurgu yapmak istiyorum “tüm halka” güven vermeli. Asker mağdur edebiyatı hiç yapmamalı.
Evet, bu ülkede yaşayan herkesin dimağından atılmalı mağduriyet ve edebiyatı.
Ve mağduriyetleri yaşayanlara tekrar o günlere dönüş korkusu hiç yaşatılmamalı.
Askeri ya da dindarı. Kimse düşünceleri sebebiyle saldırıya maruz kalmamalı. Bu linç kafasıyla gidilirse, eski ya da yeni fanatizmlerin oluşması kaçınılmaz.
Fanatiklerin ülkesinde kim kendini güvende hissedebilir ki?
Birilerinin güvende yaşaması başkalarının haklarının kısıtlanmasıyla olmamalı.
Demokrasi anlayışınız batsın dedirtmeyin, rica ederim!
Yorum Ekle