REÇEL

Kimliğini Giyinip Dışarı Çıkmak

Yalnızca, yaptığıyla görünümüyle her bir kadının kendine has, biricik bir hikayesi, hayatı, mücadelesi var

Konuk Yazar: Mercan

Bundan tam 4 yıl önce birkaç aylığına Londra’daydım. Pakistan asıllı, Dubai’den gelen üniversite öğrencisi oda arkadaşım beni ve evdeki diğer iki arkadaşı da bağlı olduğu tarikatın zikirlerine çağırıyor. Benden önce orada olan ve Türkiye’de bir tarikata bağlı olan abla ilk başta sevinerek gelirim demiş, fakat Türkiye’deki büyüklerinin o grup hakkında kendisini uyarmasından sonra kızcağızın davetlerini hep geçiştirmiş (uyarının içeriğini ne ben soruyorum ne o açıklıyor). Ben de Londra’da farklı ortamları görmeye hevesli olsam da, oldum olası tarikatlara yakınlık duymadığım için geçiştirmekteyim. Neyse, bir gün bana Dergah’ta (kiliseden dönüştürülmüş camileri) bir ‘poetry workshop’ olduğunu, belki buna ilgi duyacağımı söyleyip davet ediyor. Bana zaten hep bir bahane bulmak dert olmuşken, evet bu olabilir aslında deyip gitmeye karar veriyorum.

Gittiğimde o arkadaş yok, işi varmış. Workshop’un olacağı odayı buluyorum. Halı ile kaplı, yerlere rastgele atılmış minderlerin odak noktasında workshop’u yürütecek olan Amerika’dan misafir şair Baraka Blue. Yanına daha sonra biri kendisi gibi ‘convert’ olan, gömleğinin bileklerinden taşmasıyla tüm kolunun kaplı olduğu hissi veren dövmeleriyle iki erkek daha geliyor. Geri kalanımız renk renk, farklı kıyafetlerle, örtülerle on kadar kadın. Birkaç tanesi benim hemen Dergah’a yabancı olduğumu anlayıp ilgileniyor. 5 pound ile kayıt oluktan sonra, elime papatya çayı ve Mevlana’nın orada okunacak olan Mesnevi’sinden bölümler veriyorlar. Nedense gözler bana çevriliyor ve Baraka Blue tane tane soruyor: “Nereden geldin?” Türkiye deyince ilk, İstanbul deyince ikinci bir heyecan dalgası oluşuyor. Hemen hemen hepsi, “Vaaaav, İstanbul müthiş bir yer!” diyor. Rumi’nin memleketindensin demek deyince, aslında üniversiteyi Konya’da henüz bitirip döndüğümü söylüyorum. Gözleri parlıyor. Oysa ki ben Mesnevi’den tek satır okumamış, Mevlana Hazretlerinin türbesine de her yıl bir, belki iki kez ziyarete gidip Kuran okuyordum sadece.

Mesnevi’yi ilk defa bir Amerikalıdan ve İngilizce dinleyecek olmak garip geliyor. Ama neticede workshop güzel geçiyor ve çevirisi bana ağır gelse de okunanlar hafızamda güzel bir anı olarak yer ediyor. Ayağa kalkıp dağılma vakti geldiğinde ise- büyü bozuluyor. Çünkü bana gülümseyen yüzlerle “birazdan zikir olacak, ona da kalsana” dediklerinde hayır diyorum, gitmem lazım. Zikir bana Türkiye’de bile farklı iken, orada daha da farklı ve benim için ürkütücü olabileceğini düşünmek zor gelmiyor. (Evet küçüklük anılarım var. 6 yaşlarındayken annemle böyle bir davete gidip, ikimiz de korkup, bir daha gitmiyoruz. Bireysel ibadetlere alışmışız daha çok). Meğer tek katılmak istemeyen benmişim. Israr ediyorlar. Ben kesin bir şekilde reddedince şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Ve en son çıkarken misafir şair bana “Konya’da… Rumi ve Şems’e selamlarımı ilet” diyor.  Bir teşekkür ve Aleykumselam ile eve dönüyorum.

Oda arkadaşım… Makyajını yapıp okula gitmeden önce bana “bye” derken farkettiğim boynunu ve saçlarını örtüp kocaman küpelerini açıkta bırakan başörtü örtme tarzını ilginç bulurdum. Kıyafetleriyle uyumlu olan bir küpe oradan görünürdü muhakkak. Sonra ev sahibimiz sayılan Türk kökenli bir British vardı, ilahiyat öğrencisi. Tek kendi ailesinin göçmen olduğu bir İngiliz kasabasında doğup büyümüş. Yazları İstanbul’a gittiğinde teyzelerinin hep onun başörtü örtme tarzı ile dalga geçmelerinden yakınmıştı. Çingene gibi oluyorsun diyorlarmış. Hoş, şimdi Türkiye’deki genç örtülüler o ve daha da çeşitli modelleri uyguluyorlar artık. O da makyajsız çıkmazdı hiç. Londra caddelerinde kırmızı ve pembe rujlu Müslüman, başörtülü kadınlar hep dikkatimi çekerken, evdekilerden sonra o görüntülere de alışmaya başlamıştım. O kadar farklı kadın, o kadar farklı görünüm vardı ki…

Ben de o zaman, hemen hemen bir yıldır pardesü giyen, ve oraya gitmeden önce henüz Hac’dan dönmüş bir Hacı olarak başörtümü/şalımı geniş bağlamaya karar vermişim. Görüntüm benim için de yeni. Dil okulunda farklı farklı ülkelerden gelmiş öğrencilerin karşısında tek başıma, nerdeyse hepsi için ilk defa tanıştıkları bir Müslümanım. Bazen çekingenlik, bazen görmezden gelme, bazen içtenlik, bazen meydan okuma, bazen de “nasıl göründüğünün benim için hiçbir önemi yok :)” tavrı… Ve tabi ki sorular! Güney Amerika ve Uzak Doğulular zaten “habersiz” oldukları için saf ve komik sorular soruyorlar. Duşa girerken çıkarıyor musun, diye soranın gözlerine bir an şaka ya da alay mı diye baktığımda gözlerinde ciddiyet ve merak gördüm. Tabi ki, evde zaten takmıyoruz ki dememle merakı geçti, mantıklı geldi cevap. Koreli bir kadın İngilizcesi pek iyi olmadığından benzer soruyu el hareketleriyle anlatarak daha da trajik hale getiriyor. “Eve… girdiğin ANDA, HEMEN örtünü… (elini başından aşağıya hızla indirme hareketi)??” Evde örtülü durmuyorum, başım açık duruyorum deyince bir an omzundan bir yük kalkmış gibi gevşiyor ve “ohh” diyor. Ülkelerinde başörtülü azınlıklar olan Avrupalılar ise belli başlı söylemlere “hakim” olduklarından onların soru veya yorumları genelde “baskı” teması etrafında şekilleniyor.

Müslüman kasiyerler çoğunlukla “Assalamualaikum” deyip küçük bir sohbet başlatıyorlar… Metroya giderken bir anda eskiden dinlediğim şarkıyı duyup duygulanıp ‘busker’a bozukluk verirken o da “beyaz bir adam ve Müslüman bir göçmen, siyah adama bozukluk veriyor. İşte müziğin birleştirici gücü” temalı kısa bir konuşma yapıyor mikrofonuyla… Bir Müslüman, İngiliz bir askeri “Allahuekber” diyerek öldürünce, ertesi gün metroda gazete okuyanlar bir bana bir habere bakıp duruyorlar… Yunan bir zeytinci beni standına çekmek için gülümseyerek “selamaleyk” diyor… Bir sokağın başında bir Müslüman adam “selamun aleykum sister” diyerek laf atıyor… Londra’da sadece dört ay kaldım, ama Müslüman ve başörtülü olmamla ilgili o kadar çok şeyle karşılaştım ki… Bu da insanı kimliğiyle sürekli yüzleştirip; kimliğini sürdürmeye ya da değiştirmeye sebep oluyor. Hele ki orada doğup büyüyen, okumaya, yaşamaya giden Müslümanları; görünür, başörtülü Müslümanları bir düşünün. Onların iyi-kötü hatıraları kim bilir ne kadar çoktur.

Bu yazıyı blogda yayınlanan Mona Haydar videosu üzerine yazdım. Videoyu izleyenlerin bir kısmı beğenip, bir kısmı ise çok ‘yanlış’ bulup eleştirdi; bir kısmı da ne düşüneceğini şaşırdı muhtemelen. Şarkı söylemek, dans etmek, hamile kadın, makyaj… Başka? Bir de “all around the world- love women every shading- be so liberated”!

Avrupa’daki, Amerika’daki başörtülü kadınlar her gün tekrar tekrar başörtülü/Müslüman oluyorlar. Yeniden ve yeniden. Kendi iç dünyalarında yaşadıkları, ailelerin söyledikleri, dışardakilerin söyledikleri… Londra’daki ev sahibimiz lisedeyken sınıfta “17 yaşında olduk artık cinsel ilişkiye girmeyen kimse yoktur” diye konuşulurken bütün sınıfın kendisine bakıp güldüğünden ve bu durumdan çok utandığını anlatıyor. Pakistanlı arkadaş ise yine o Sufi grupla bir parkta oturup gitar eşliğinde nasheed/ilahi söylerken yanlarına nikaplı bir kadının gelip “bu yaptığınız haram, haraaam, haraaam!” diye bağırdığını anlatmıştı. Oradaki Müslümanlar hem kendi, hem ailesi, hem Müslüman topluluk, hem de Müslüman olmayan topluluk ile sürekli karşı karşıya, kimliğini yeniden üretiyor. Bir şeyleri terk ediyor veya yeni ediniyor. İkinci, üçüncü nesil göçmen kadınlar olarak hem kendi ailelerinden, geleneklerinden, hem de  diğer Müslüman topluluklardan farklı bir hayat tarzı geliştiriyorlar. Tıpkı bizim gibi. Farklı kültürleri ve farklı kültürlerin karşılaştığı bir ortamları var. Bizim sınırlarımızı aşmış Mesnevi okumasını, arkasından yapılan kadın-erkek karışık (bizim pek aşina olmadığımız) zikir ortamını düşünelim. Bunları, “o kadar sıkıntıdan/farklılıktan sonra yaptıkları gayet normal” ya da “çok başarılı, çok iyi, çok haklı” minvalinde söylemiyorum. Yoksa yine oradan biri olup o videoya ve kadınlara karşı çıkan Müslümanlar da var. Yalnızca, yaptığıyla görünümüyle her bir kadının kendine has, biricik bir hikayesi, hayatı, mücadelesi olduğunu unutmayalım diye Reçel’e bir not da ben düşmek istiyorum.

 

Konuk Yazar

2 yorum

Merve Safa Likoğlu için bir cevap yazın İptal Et