Yazar:Fatma Büşra Helvacıoğlu
Bir çocuk denize işiyor. Diğer taraftan bir kadın “Çek şunu şuradan, hepimiz giriyoruz bu denize be!” diye çocuğun annesine bağırıyor. Mısır satan kız sahilin başından sonuna sabahtan beri bilmem kaçıncı turunu atıyor. Cankurtaran kulesinden inmiş. Daha doğrusu hiç çıkmamış kuleye; arkadaşlarıyla sigara içerken denizdeki kadınlara “Fazla açılmayın” diye anons yapıyor. Büfeden gelen köfte patates kokusu. Sonra “Rakkas” şarkısı, neşeyle oynayan kızlar. Kadınlar evden yapıp getirdikleri sarmaları, kısırları deniz sonrası iştahla yerken kocalarını çekiştiriyor. Duş sırasında birbirlerine giriyorlar. “Allah bu ülkeye zeval vermesin” sesleri çalınıyor arada kulağıma, oğlu evlenme çağına gelmiş annelerin bakışları hepimizin üzerinde geziniyor.
***
Herhangi bir kadınlar plajında görebileceğimiz bu manzaralara ben Esenköy’den aşinayım. Bir kısım Müslüman ve mütesettir kadının bütün yazı kocalarına hizmetle geçirmeyip kendilerini atabildikleri, genç kızların günübirlik veya hafta sonu biraz kafa dinlemek, biraz da yüzüp eğlenmek için geldiği, Marmara kıyısında dağları kekik kokan, havası mis bir köy. Çocukluğumdan beri de gidip geldiğim için bildiğim kadarıyla “kadınlar plajı” işinin ilk başladığı yerlerden birisidir bu belde. 94-95 yıllarında Erdoğan’ın meşhur ettiği, yerlileri dışında gelip gidenlerin genelde Refah Partili olduğu bir yerdi o zamanlar. Duyulmaya başladıkça tabii insanları da çeşitlendi. Ben büyüdükçe muhabbetleri de çeşitlendi. En azından eskiden içinde müzik, çocuk ağlamaları, bilezik şakırtıları, tabak çatal sesleri, kadın bağırtıları, kahkahaları ve denizin dalgaları olarak hatırladığım ses yumağının içinden hikâyeler duymaya başladım. Anne ve teyzelerimden farklı kadınlarla kendi gerçeklikleri içinde tanıştım; politik açıdan angaje bir ortamdan ziyade, doğal, kimsenin kendisinden başka bir şey olarak görünme gereği duymadığı, herkesin hemen hemen benzer dertlere sahip olduğu bir ortamı da böylelikle gördüm.
Ben daha küçükken koca kayalarla dolu, sıkış tıkış bir plajın etrafını çevirip kadınlara tahsis etmişlerdi. O zaman için günlüğü pek de fena olmayan bir para alıyorlardı girerken. Denize girmek için attığınız her adımda ayağınızı başka bir şey kesiyordu ve herkes çok iç içeydi. Köyün merkezinden epey uzağa yapıldığından iki satır keyif için buraya gelen kadınlar bir sürü minibüs parası veriyordu.
Bir zaman sonra askeriye geldi, plajı yıktı. Allah’ın denizine parasıyla da giremez olduk anlayacağınız.
Kadınlar bir yordamını bulup burayı kendi kafalarına göre korumaya almışlardı ki bu sefer orada burada kendilerini dikizleyen erkekler, denizde çok yakından geçen tekneler olay mahalline dadandı. Hatta bir kadının röntgenci adamın tekine “Ne bakıyorsun lan şerefsiz, üç göğsüm mü var benim!” diyerek mayosunu indirdiği de anlatılagelen bir hikâyedir.
Sonra başka bir kadınlar plajı kuruldu. Onun ardından bir tane daha, bir tane daha… Alanları giderek genişliyor, otoparkları ve ayrıca oturulacak yerleri oluyor, hizmetleri iyileşiyor ve giriş ücreti artıyordu. Bu beldede karışık plajların hiçbirisi paralı değilken, Türkiye’nin pek çok yerindeki halk plajlarının pek çoğu paralı değilken, Müslüman kadınlara ayrılan belli ve zaten az sayıdaki plajlar her yerde paralıydı. Üstelik içeride şezlongu, masası, çayı, sütü filan da saçma sapan fiyatlara satılıyor, kiralanıyordu. Zaten bu meseleyle ilgili her sene itinayla söylenirken, yaz sonunda babam durup durup “Yani siz şimdi denize parayla mı giriyorsunuz Allah aşkına?” diye sorunca içinde bulunduğumuz garip halin hatları daha da belirginleşti. Evet ya, denize parayla giriyorduk. Karma plajları kullanma konusunda hassasiyeti olmayan kadınlar ve erkekler herhangi bir ücret ödemezken, Müslüman kadınlara verilmesi gereken hizmet kâra çevriliyordu. Evet, serbest piyasa ne hoştu. Herkesin ihtiyacına göre bir güzellik yapıyordu.
Plajlar kaliteli hale geldikçe (suyu daha temiz, sahili daha düz yerler kadınlar plajı yapıldıkça) daha paralı kadınlar oralara gitmeye başladı; böylelikle her sınıftan kadının karşılaşma alanları daralır oldu. Ama tabii müşteriler keyif çatarken cep harçlığını çıkarmaya çalışan kızlar, bütün gün sıcakta yemek yapan büfe görevlileri, sabahtan akşama kadar gözünü sağa sola kaydırmadan masa başında gidip gelenin hesabını tutan kadınlar “her yerdeydi.” Bu kadınların hayatlarının her döneminde çalıştıkları gerçeğinin ağırlığı her plajda karşımıza çıkıyordu. Gerçi içlerinden birisinde kapıda bir erkek duruyordu ve zaman zaman kadınların “cazgırlığından” şikâyet ediyordu. Toplu gelince indirim talep ediyorlarmış, ha bir de çok suratsızlarmış.
İşte yeri gelince şirret, yeri gelince munis; bazen çok anlayışlı, bazen kin dolu bir dünya kadın bütün yaz bu sahil şeridindeydi. Hamam dememin sebebi de bu. Şimdi artık eskisi kadar işlemeseler de hamamlar bir zamanlar kadınların haftada bir rahatlamak için gittikleri, kurtlarını döküp gerginliklerini attıkları, oğullarına kız baktıkları, dedikodu kaynattıkları yerlerdi. “Bir lüksüm bu” diyen babaannelerimizi hatırlarız belki. Hamamlar artık bundan bir 10 yıl öncesi kadar bile kullanılmazken kadınlar plajının aynı işlevi gördüğünü söylemek mümkün. Zira çok kereler “bütün sene kocalarına hizmet etmekten iflahı kesilen kadınlardan” duymuşumdur “Amaan, bir lüksümüz bu kız, ne yapalım?” cümlesini.
Bununla birlikte bu plajlar müthiş bir çöpçatanlık potansiyeli barındırıyor. Bu sene bir kadın sürekli ah vah ediyordu “Gitti oğlum, canım oğlum, kurban verdim oğlumu” diye. Neden? Gelin, oğlanı kapmış götürmüş. Hem görüşmelerini istemiyormuş, hem de “Annenlerin senden çıkarı var, ondan seni seviyorlar” deyip ortalığı karıştırıyormuş. Tabii dedim, kendi kafanıza göre iş yapmışsınız. Seçseydiniz kadınlar plajından bir kız, baş göz etseydiniz. Ölene kadar sürecek evlilik garantisi. Böyle diyorum çünkü burada yıllardır birileri birbirine uygun görülür, evlendirilir ve yıllar sonra o kadını çoluğu çocuğuyla görürsün. Evliliği kötü gidene, ayrılana hiç rastlamadım! Artık tecrübe mi konuşuyor, niyetler çok halis olduğundan mıdır nedir gençler birbirine zamkla yapıştırılmış gibi, yıllarca mutlu mesut yaşıyorlar. Bu yüzden 17-27 yaş arası (27’den sonrakilere evlenmiş boşanmış erkeklerin anneleri bakıyor galiba) kızların oynadığı dans pistinin etrafı annelerle kaplı. Hepsi Tarkan’a benzeyen oğullarına şöyle ince belli, güzel kıvıran, güler yüzlü, sakin, hamarat kızlar arıyorlar. Bu yüzden iki göbek atmaya çıktığınızda kendinizi karpuz gibi hissediyorsunuz, kurtlarınızı şöyle rahatça dökemiyorsunuz. Üstelik Tarkan’a benzediği iddia edilen oğlanın Ankaralı Turgut çıkması da olasılıklar dâhilinde. Ama keyfinizi bozmayın ha, önemli olan kaynanayı sevmek.
Makarası bir tarafa, bu plajdaki kadınları gerçekten dinlemek gerek. Birbirinden en uzak görünen dünyaların bile ortak duygularla kurulduğunu görmek için, kadınların söylemde değil de gerçek hayatta neler yapıp ettiklerini öğrenmek, anlamak için kendi dillerinden dökülen sözcüklere kulak vermek gerek. Zira kavgalarını, hikâyelerini, anlattıklarını, tavsiyelerini dinlerken hayatı dümdüz, dalgasız geçmiş diyeceğiniz bir kadının bile ne badireler atlattığını, aile içindeki dengeleri nasıl sağladığını, herkesi idare etme görevinin nasıl ona kaldığını, bunun da kendisini ne denli diri ve mücadeleci hale getirdiğini görüyorsunuz. Tabii, güçleniyorsunuz da.
[…] Yazının tamamı için Reçel Blog’a devam edin […]
bir iki yerde zoraki “bütün yazı kocalarına hizmetle geçirmek..”diye bir ifade kullanilmis. hic butun yazi kocaya hizmetle geciren gormedim. kocaya hizmet denen sey,ev ,cocuk,akraba, komsu sarmalinda donen evli kadinin hayat mesgalesi sadece..kocalarin oyle buyuk beklentileri yok,evlilik kocaya hizmetten ibaret degil,kocaya hizmet etmek kotu bisey degil..
sevgili maryams,
her seferinde sizin bu reçel yazarlarına reçete yazma, onlara sürekli iyiyi-kötüyü söyleme havanızdan içim kurumuş olsa da cevap vereyim: o ifadeler orada vakit geçiren kadınların kendi ifadeleri. o kısmı tırnak içine almayı unutmuşuz. hafta sonlarını kocalarına ayırıyorlar, kocaları gidince kendilerine vakit ayırabiliyorlar ve şu cümleyi geçen yaz kulağımla işitmiştim: “allahtan burası var, yoksa bütün yaz kocalara hizmetten iflahımız kesiliyor.” vallahi reçelci değil bu abla bakın, feminist filan da değil.
ama siz sürekli orada burada genç kızlara dadanan teyzeler gibi “o kötü değil, bu kötü değil, şu da kötü değil” deyince ben bi kötü oluyorum. zira mesele İYİLİK-KÖTÜLÜK değil.
hahah:) ben subliminal mesaj gibi sezdim kulaginizi cekiyim dedim, abla zaten feministlikten soylememis onu, ama bir feminist yada recelcinin bu ifadeyi istedigi gibi malzeme yapacagini da sezememis bellki…mesele iyilik kotuluk degil demissiniz ama beni neden kotu bellediniz bilmiyorum,kendinize yaptiginiz husnu zani baskalarina da bagislayin sayin yazar,bak iste yine akil verdim,recete yazdim halbuki icinizi kurutmus olsam da beni ciddye aldiginiz icin tesekkur edip kaybolmaliydim,ayrica” genc kizlara dadanan teyze” ne ayol:) guldurdunuz vallahi,hadi optum..
bizim burada feminist veya şucu bucu olmaktan önce insanları dinlemek ve kendimizin, etrafımızdaki insanların, öncelikle kadınların, sesini aktarmaya çalışmak gibi bir derdimiz var. öyle olmasa salt politik veya sadece kendi durduğum yerden bir kadınlar plajı nedir? yazısı yazardım. bunun yerine orada gördüklerimi, sığdırabildiğim kadarıyla ve mümkün olduğunca yorum katmadan, gerçekliği mümkün olduğunca yansıtmaya çalışarak yaptım. koca bir konuşma içinden kimsenin lafını cımbızlayıp bir yerlerin lehine/aleyhine servis etmiyorum, görüldüğü üzere? dolayısıyla “istediği gibi malzeme yapmak” yersiz bir itham. oraya gelen başka kadınlardan da bahsediyorum, yazıda bir sürü unsur var, bir sürü kadının ne yaptığından bahsediliyor; ama sadece burası alınıyor ve “hizmet etmek kötü değildir” filan gibi konuşuluyor. bu nedir şimdi? kimsenin kocasıyla ilişkisine filan karıştığımız yok. ama oradaki kadınların rahatlığını görseniz neden bahsettiğimi, bu lafı da niye yazıya aldığımı anlarsınız. gerçi yazının hamamla bağlantısından da belli zaten. kocaya hizmet etmekte kötülük yok diyorsak, herhalde bu hizmetin sürekliliğinden ve yoruculuğundan yakınıp kendini hamama, plaja, kafa dinlenilecek bir yerlere atmanın da kötülüğü olmadığını teslim ederiz.
bunlar dışında: kafanızda bu mecrayla ilgili bir şey belirlemişsiniz, iyice bellemişsiniz, bunu da reçel’in bütün yazarlarına sürekli teşmil edip kulağımızı çekiyorsunuz. e siz her seferinde yazılarla ilgili görüş belirttiğinize göre, benim de bir zahmet yorumlarin nasıl göründüğüne dair bir yorumum olsun.
birincisi sizin kadar sitede yetkili olmasamda bu platformun tek sesli,yazanlarin tek cesit olmadigini dusundum hep. o yuzden sanki ben bu sayfaya karsiymisim yada elestiri icin hazir olda bekliyen bir karsit gorusluymusum gibi muamele etmeniz beni sasirtti.kulak cekmek ifadesi beni gulumsetn yorumunuz uzere yaptigim bir kinaye idi,iddia ettiginiz bir tutumumu gosteren onceki bir yorumumu getirin onume sizi tebrik ediyim.
ikincisi bu yazdiklariniz sizin yorumunuz ise bu da yazinin bana hissettirdikleri,paylastiklarim benim yorumum.okuyucuyu genckizlara dadanan teyzelere benzeteceginize, tekrarli kullandigim o ifade gercekten sakil ,gereksiz mi durmus,mesaj verir gibi algilanmasi normal mi diye kendi icinize yonelmeniz daha elverisli olurdu. diyelim ki kendi elestirinizi zaten yaptiniz bir problem gormediniz.o zaman ben subjektif yaklasmisimdir meseleye belki,cunku objektif olmak zorunda degilim,yapici olmak zorunda da degilim. iyi yada kotu bu size bir geribildirimdir,sizin icin degerli olmasi gerekir. hepsi bu.
Siz bütün yazı kocaya hizmetle geçirmeyen kadın görmemiş olabilirsiniz ama ben ömrünü kocaya hizmetle geçiren kadınlar görüyorum. Bir de sarmal var. “Evli kadının hayat meşgalesi” dört duvar arasında bu sarmaldan ibaret olmak zorunda değil, kadın ve evli de olsa insan olmanın bir gereği olarak nefes almayı hak ediyor. Kocaların, hepsi için söylemiyorum tabii ki, ömür boyu hizmet dışında bir beklentileri yok. Özellikle şu an 45 yaş ve üzeri kocalara bakarsak bunu görmekte hiç zorlanmayız.