Konuk Yazar: Zehra
Emil Cioran, o dehşetengiz kitabı olan Azizler ve Gözyaşları‘nda der ki: “Tanrı, varlığını Bach’a borçludur.”
Ben Tanrı’ya inanırım ve O’nun büyüklüğünü tenzih ederim. Fakat burada Sayın Cioran’ın ne demek istediğini anlayabiliyorum. Siz anlayamadıysanız pek de kasmayın, vakti var demektir. Konumuza dönelim, “Müzik çok şeydir.” ya da “Müzik her şeydir.” gibi cümleler her ne kadar klasikleşmişse de hakikatinin taze buğusunu hâlâ üstünde taşımaktadır. Ne demek istiyoruz?
Müzik tanımı yapılamayacak bir trans hali veyahut insanın bir üst mertebesi…Her şahsın kendi nev’ine münhasır tamamlayacağı bir tariftir ve hepsi de şüphesiz haklıdır. Olmaz öyle şey demeyin, kimi dil bilimciler gibi tanımı yapılamayacağı şeyin varlığını da hakir görmeyin. Dil, hiçtir.
Benim müzikle hikayem ise doğumumun hemen ertesi kulağıma okunan hicaz makamındaki ezan ile başladı. Hatıralarım zihnimde her ne zaman canlansa onlara eşlik eden bir müzik arka fonda dilimi ve ruhumu beslemek için işe koyulur. Söz gelimi yaşadığım her aşkın evvela bir şarkısı vardır, ahiren şairi. Sonra hikayeler biter, tozlanır, elde var müzik… Aşk biter, sen şarkıyı hatırla. Sevgilim Halil Cibran’ın o çok sevdiğim “Bana ney çal, şarkı söyle…” mısralarını ne zaman yad etsem ruhumun köküne kadar tarifini yapamayacağım hislerle dolarım. İyi ki de tarifini yapamıyorum. Dil, hiçtir.
Bir şarkının elimden tutup bana tüm evreni gezdirdiği anlar o kadar çoktur ki… Buna ölümden sonraki hayatı da ekleyebilirim. Mesela mahşere giderken Leo Trio Joubran’ın Masar’ı bize eşlik etse… Melekler Tracy Chapman’dan Baby Can I Hold You ile dans etseler orada. Öldüğümde sanırım kulağımda hissedeceğim tını Mor Karbasi’den, Yasmin Levy veya Eleni Karaindrou’dan olabilir.
Angelepolus sineması baştan sonra Eleni’nin dudaklarından çıkan soğuk buğu değil midir? Nuri Bilge, sinemada müziğin çok abartılmasından hoşlanmazmış, zannediyorum görüntünün önüne geçeceği korkusundan. Hak veriyorum elbette. Hiçbir görüntü, insanı ruhun nirvanasına ulaştırmak için müzik kadar etkili olamaz. Mozart’ın filmini yapmışlar, ne oyunculuktu ama! Tom Hulce… Müziğin ne olduğunu tarif etmek mümkün olmasa da Tom Hulce azıcık ucundan koklatabilir size.
Şarkıdan, korkunç bir kasırgadan kaçar gibi kaçtığım günleri de bilirim. Her şarkıya bir anlam yüklemenin bedeli, vakti geldiğinde ondan kaçabilme istidadını taşır kendi içinde. Yazık! Çok yazık! Mesela bariz bir örnek vereyim, ben bir aşkın sonuna geldiğimi anladığımda önce günlüğümü yakarım sonra müzik kutumdaki tüm şarkıları silerim. Hâlâ bir enstrüman kullanamama ayıbını çok derinden bir teessürle taşıyorum kendi içimde. Mızıka aldım ilkin. Bazen çalarım kendi kendime ahenksiz, öyle olsa bile bir his bir heyecan…
Müzik coğrafyadır bir taraftan. İran’ı anlamak biraz Mohsen Namjoo, biraz Googosh, biraz Farid Farjad değil midir? Azerbaycan’ı anlamak biraz Qasimov, biraz Tebrizli demek değil midir? Rusya biraz da Evgeny Grinko’dur mesela… Batı’yı anlamak biraz Bach, biraz Mozart değil midir ve de Doğu’yu anlamak biraz Itri biraz Dede Efendi biraz Tanburi Cemil Bey, daha da doğusu biraz Kitarō değil midir? Bu böyle sonsuzluğa kadar uzayabilir Sevgili Okuyucu. Tek tek tüm üstatları sayamadığım için beni affedemeyin.
Müzik sadece insana has olan bir meziyettir. Dünyada o kadar çok ses var ki, evrenin kendi sesinden yaprakların hışırtısına, kuşların ötüşünden rüzgarın uğuldamasına…Ve fakat sese manayı giydirip musiki olarak sunmak insana hastır. Tanrımıza hamdolsun. Neredeyse her din, önemli ritüellerini musikiyle süsler. Hristiyanların gospel müziklerine bir kulak vermenizi rica edeceğim, Hindu ayinlerinde tütsü dumanlarına karışan nağmelere nitekim, cami veyahut türbelerde icra edilen ilahilere… Tanrıyı hissetmenin çoğu kere bir müziğin tınısında gizli olduğunu bilmek… Üstat Beethoven, “Tanrı sizin kulağınıza konuşurken benim kulağıma bağırıyor, ben bu yüzden sağırım.” der. Ne his, ne cümle, ne ruh ama… İşte böyle sevgili okurum. Muhabbetine doyum olmaz ama artık bana müsaade, zira bir deryaya daldık ki bugün ayaklarımızın yere değmesi nâmümkün.
Hoşça bak zatına…
Çok doyurucu bir yazıydı. Arada hatırlattıklarınızla kulaklarımızın, Gönüller’imizin pasını da sildiniz. Teşekkürler
İyi ama o halde inandığın tanrı kimilerini sağır yaratmakla haksızlık etmiş olmuyor mu bazılarına?