REÇEL

Eksik Ol Paşam

Bazı erkek kardeşlerimizde şöyle bir temayül var: “Bu iş böyle yapılmaz, hak mücadelesi böyle verilmez.”

Yazar: Fatma Büşra Helvacıoğlu

bleuvous-sexist-ads7

Bazı erkek kardeşlerimizde, ideolojisi fark etmeksizin, şöyle bir temayülün geliştiğini görüyoruz son dönemlerde:  “Bu iş böyle yapılmaz, hak mücadelesi böyle verilmez, bu yöntemlerle bi’ halt edemezsiniz, elinizdeki araçları doğru dürüst kullanamıyorsunuz!” (Pardon, tam olarak hangi araçlar? Kavanoz, kepçe, Sürmene bıçağı, rende?)
Genellikle kanlarına dokunan, ikiyüzlü tavırlarını veya haksızlıklarını yüzlerine vuran yazılardan ya da yorumlardan sonra, daha da önemlisi, çıkarlarına uygun düşmeyen, söylediklerini kabul ettiremeyeceklerini hissettikleri bir tartışma içerisinde kalınca böyle şeyleri söylediklerine şahit oluyoruz. Önceden meseleleri sakince, tane tane anlattığımızda kafası karışan adamlar şimdi mücadelemizi beğenmez olmuşlar, vay arkadaş!
Paşalar istiyorlar ki direniş biçimimize de onların onayı ve desteğiyle karar verelim. Evin içinden, arkadaş ortamlarındaki muhabbetlerinden akademiye kadar görülen bu kibir ve daha da önemlisi ezilenin/mücadele verenin direniş biçimine kendi imtiyazlı konumundan laf sokuşturma hali karşısında bazen gülüyoruz, bazen sinirleniyoruz. Bazen cevap veriyoruz, bazen de sessizliğimizi koruyup kibirlerine kibir katmayalım diyoruz. Ama illa ki bir şekilde canlarını sıktığımızı, keyiflerini kaçırdığımızı da biliyoruz. Zira söylediklerimiz ne kadar doğruysa yapıp ettiklerimiz de o kadar itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Hemen sosyolojik terimler yardıma çağrılıyor, “büyük” yazarlardan alıntılar yapılıyor, post-modern teoriler çarşaf çarşaf. Kardeş sakin ol! Sadece sen de ev işi yapsan fena olmaz demiştik, yani peygamber sünnetini hatırlatmıştık.
Bir kere ömrü hayatında tecrübe etmediğin bir konumdaki insanın direniş yöntemine karışmak her şeyden önce ayıptır. Bize bu mücadeleyle bir yere varamazsınız diyen arkadaşlar gidip de Kürt özgürlük mücadelesine fikren ve/veya topyekûn destek veren herhangi bir kişiye Türk olarak “Bu mücadele biçiminiz çok yanlış. Bu ne saldırganlık? Hem bu ne genellemecilik, Türk bir özneysem günahım ne?” şeklinde konuşsun bakalım başına neler geliyor. E, tabii, Kürtlere asla laf söyleyemez; nitekim kafasının kaç yerden kırılabileceğinin farkındadır. O zaman, ne yapacak? Kadınlara sataşacak. İstiyor ki direniş biçimlerimiz de onun kafasındaki kurgulara, barış ve esenliğe uysun, onu rahatsız etmesin, kendinden ve dünyanın ahvalinden hoşnut, direnişçilik oyunlarına bir yenisi daha eklensin, e beyimiz de canhıraş destek versin.
Bu tipin babası evde annesinin dırdırından şikâyet ederdi, oğlu hayatındaki yalanları açık eden yazılardan şikâyet ediyor. Babası havada uçuşan tabaklardan, tavalardan şikâyetçiydi; oğlu annesinden, kız kardeşine, teyzesinden karısına o tavaların neden havada uçtuğunu anlatmaya çalışmamızdan şikâyetçi. Babası “karı dırdırı” diyor, oğlu “kız tribi”. Sen o gül yatağından kalkma, erkekliğin incinir cicim!
Ben nasıl mücadele edeceğimi Sara Ahmed’e, efenim Ayşe Düzkan’a, Hidayet Tuksal’a, hatta bazen anneme, teyzelerime, radikal feminist kankalarıma filan sormuyorum da sana mı soracağım? Yazı yazarız beğenmez, iddiasına karşılık veririz beğenmez, hislerimizi dökeriz beğenmez, düşüncelerimizi iletiriz beğenmez. Feysten laf sokarız fazla duygusal bulur, kendisi sabah akşam sosyal medyada analiz kasmıyormuşçasına bizim yazdıklarımıza modern insanın konuşma hastalığı der; mantık çerçevesinde yazı döşeniriz, “kadın sosu” az olmuş bunun der. Ne yapalım canım sana biz? Ne istersin? Nasıl mücadele etsek beğenirsin, hangi epistemolojik kopuşları yaşamamız gerekiyor? İyisi mi sen bize güzel bir check-list hazırla.
Bak canım kardeşim, biz burada sen beğenesin diye hakkımızı savunmuyoruz. Bilakis sen bizim hakkımızı kendi hakkın sayıp mütemadiyen yediğin için tam da senin çıkarına ters hareketi yapmakla mükellefiz. Önemli olan senin bu mücadeleye onay vermen değil zaten, verdiğin her onay bizi, yapıp ettiklerimizi sorgulamaya götürecektir. Çünkü onay verdiğin şey hoşuna gidiyor demektir, hoşuna gidiyorsa sana dokunmuyor, senin imtiyazına ve çıkarına aykırı değil demektir; değil mi ki hepimiz hoşumuza gideni, nefsimize hoş geleni kayırırız en fazla.
Dolayısıyla biliyoruz ki sen varsan bir eksiğiz. Sen de olmayıver, bizi varlığınla eksiltmeyiver, iki adım ötede “Benim bu işte çıkarım nedir?” diye birazcık düşünüver.
Ya da yok be, vazgeçtim, düşünme sen bence; bi’ ara Fındıkzade pazarına çık da annen, teyzen neyle boğuşuyor bir bakıver.

Fatma Büşra Helvacıoğlu |REÇEL

15 yorum

  • allah öyle yaratmış, üzülmeyin, bu da geçer bir erkek bey :((

    teşekkürler h, çok gizemlisin.

  • Kadınlar adamların olumlu ya da olumsuz hiçbir fikir beyan etmemelerini mi istiyorlar? Bir süre kozada bekleyip yaşama cevaplar bulduktan sonra adamlarla da ortak bir diyalog geliştirebilmelerinin mümkünatı var mı? Yoksa bundan sonra kadınların olaya bakışı yıllardır adamların yaşama bakışıyla paralel bir biçimde, karşı cinsi yok sayma, fikirlerine değer vermeme şeklinde mi gerçekleşecek?

    Yine yazıda dediğin şeyi yaptım galiba ama yazı sadece şimdiki vaziyeti bildirip, bu iletişimin gelecekteki vaziyeti hakkında ipuçları barındırmadığı için, olaya bundan sonra nasıl bakmalıyız ve nasıl yaklaşmalıyız onu merak ettim sadece.

  • Ya siz kaç kişi direniyorsunuz : )
    Büşra ve benzeri gibiler en azılı baskıcılardır. Kadın olmanız sizi kurtarmaz sizin diliniz eril. Erkeklerden gördüğünüz her türlü pis üslubu ve davranış biçimini iki yüzlü ve arsızca bir şekilde kullanmaktan çekinmiyorsunuz. Bir AKP bürokratı veya vekili kadar saldırgansınız. Bir yobaz kadar haklılığınızdan ve kullandığınız yoldan eminsiniz. Pis bir erkekten, yobaz bir kökten dinciden hiçbir farkınız yok. Acı ama gerçek Büşracım

  • merhaba fırat,

    mesele erkeklerin bu konuyla ilgili fikir beyan edip etmemeleri değil ki fırat. elbette fikir beyan edecekler, anlamaya çalışacaklar, itiraz geliştirdikleri noktalar olacak; bunlar derdimizi anlatabilmemiz şart. bu noktada bir ayrıma gitmeyi yararlı görüyorum: yoldaşça anlamaya çalışmak- kendi çıkarına ters düştüğünü görüp baskıyı sinsice sürdürmek. mesela başka alanlara tahvil etmek. mesela sen derdini anlattığında anlasa bile “bu üslupla, tarzla olmaz” demek, mesela felsefenin imkânlarından faydalanarak yüzyılların birikimiyle sana aktarılan direnme biçimini itibarsızlaştırmak, değersizleştirmek. bunlar gayet bilinçli hareketler; bunu yapan adamlar arkalarına koca bir meşrulaştırma sistemini aldığının farkında. “karı dırdırı” demek bile işleri kendi lehine çevirmenin bir yolu. sanki erkekler dırdır etmezmiş gibi:)

    şikayet ettiğimiz tipler genelde ikinci kategoriye giriyor yazıda da belirttiğim gibi. azımsanacak gibi de değiller. çünkü gerçekten takıldıkları noktada, seni en hassas yerinde vurmaya çalışıp “bi bok beceremezsiniz siz” e mevzuyu getiriyorlar. sen bir kadının onurunu kıran, bir kadının gücünü elinden alan yollardan geçmiş misin ki ahkâm kesme hakkını kendinde buluyorsun? evde masa sandalye fırlatan, en ufak bir meselede sesini yükselten, kaba kuvvete başvuran adamlar nasıl benim öfkemi eleştirebilir ki hem de tarihsel bir zemine oturmuşken?

    hem bütün bunlar senin başına gelmiyor, hem başın sıkıştığında ağzına geleni saymaktan geri durmuyorsun, hem de bizden naif bir mücadele yürütmemizi bekleyip sana ayna tutunca canavarlaşıyorsun. (bu tip yani:)

    bir taraftan direniş yöntemlerini anlamamaları da normal; bu özcülük filan değil tarihin ve toplumun şekillendirdiği bir erkeklik noktasından meseleye bakıyorsun. varoluşuna içkin bir durum bu; bundan tamamen sıyrılamazsın. “çekilin, ben erkeğim” yazısında belirtmiştim ortada yapılar ve sistemler varken tam tutarlılık beklemenin hayal olduğunu. ancak buna bir alternatifimiz var: ve mesela sen bunu yapıyorsun bu yorumunla. yazıda dediğim şeyi değil yani. gerçekten anlamak isteğiyle yaklaşıyorsun, gömmek veya itibarsızlaştırmak için değil. bunu yapan adamlar da var, onlarla da konuşmuşluğum, tartışmışlığım var. insanın tavrı bellidir zaten. bunları tane tane anlatıp da anlaşabildiğimiz bir sürü adam var. adalet duygusuyla hareket eden de bir sürü adam var. neden erkeklere asla konuşmayın bu konuda diyelim ki? kadın-erkek ilişkileri patron-işçi, ezen ulus-ezilen ulus gibi ilişkilere model olmuş ama bundan ibaret değil; epey girift. mevzu da dallanıp budaklanıyor. ama bana böyle “siz hepiniz faşist feministlersiniz,siz ve aptal mücadele yöntemleriniz” diyen adamla (ki feminist olmasa dahi kadının kendisini ifade etmek için kullandığı araçları sürekli olarak elinden alır böylesi) konuşmam. lafına itibar etmem. e, pek haksız da sayılmam?

    geleceğe dair hayaller filan kuran bir tip değilim, o yüzden şimdiden sonrası nasıl olur bilmiyorum ancak önce var olan durumu göstermek, adını koymak gerekir. onu bi’ yapalım, sonrasına bakarız fırat adlı dostumuz:)

  • can hepşen;

    öncelikle o ağzını topla. bana “büşracım” diyeceğin kadar samimi olduğumuzu sanmıyorum. yorumlarını gözden geçirdim; cevap vermeye değecek bir şey bulamadım.

    hakaretamiz laflar ve saçma sapan ideolojik özdeşleştirmelerinle yazılara harika bir örnek teşkil ediyorsun. senin gibi adamlar sayesinde kafamızı fazla çalıştırmak zorunda kalmıyoruz, sağol valla.

  • Bence tüm olay mecburen taşımak zorunda olduğumuzu düşündüğümüz soy isimlerimiz. Kritik sorunun temeli de eminim uzun süre farkında olmadan ismimize ilişen o ‘xoğlu’ ifadesinin anlamına dair tenakuz dolu farkındalığımız artarken yükselen ontolojik bunalım. (Evet kastırdım. Çünkü iyi cümleler kurarsam haklıliğik artar!)

  • aklına, diline sağlık sevgili büşra. “oh be!” dedim okudukça :) aslında kürt hareketinin de bu tür bünyelerle bayağı bir deneyimi var…

  • hakan sana özel olarak üslup hiçbir şeydir, susuzluk her şeydir yazısı yazasım geldi:)

    cüneyt uzunlar, belli ki anlayışlı bir beyefendi. ama sloganlar hepimizin:D

    teşekkürler gülsen, ilginç bir şekilde kürt mücadelesinde aktif insanlardan da bu lafları duyabiliyoruz bazı bazı ve hayretlerimiz şaşıyor ://

  • Merhabalar,

    Yazınızı gayet beğenmiş bir erkeğim. Aynı zamanda, kadınların yürüttükleri mücadeleye de destek verenlerdenim. Yazınızı okuduktan sonra aklıma Lacan geldi, o meşhur sözüyle: “kadın yoktur, kadın erkeğin bir semptomudur”. Tam da yazınız bunu anlatıyor. Erkeğin kafasında tasarladığı (ve belki de bir türlü hayata geçiremediği) direniş modellerini kadının üstüne yansıtmaya çalışması tam tipik bir tahakküm ilişkisi. Buna karşılık, kadının da bundan sıyrılıp kendi “direniş modellerini” geliştirmesi erkek için bu sefer bilinçaltındaki o iktidar ilişkilerindeki kendi üstünlüğü tahayyülünden dolayı kadına “elinin hamuruyla” işe girmemesi söylemini getiriyor. Bu yüzden de kadın, erkeğin “zaaf” olarak gördüğü her türlü özelliğin taşıyıcısı oluyor. Kadın direnmeyi bilemez, çünkü “narindir”, “zayıftır”, “düşünemez”, “duygusaldır”, “elde edilebilir” vb. Bu açıdan, kadınların “kadınca” direniş modelleri sunması tam da üstte bahsettiğim tahakküm ilişkisini yıkacak olan şey. Siz “bildiğiniz” gibi yapın :)

  • Stalinist paradigmanın dışavurumudur bu. O pek akıllı erkekler, her şeyi bildiklerini iddia eder, oturdukları yerden herkes adına cennet kurgularlar, ama sadece kurguladıklarıyla kalırlar. Önermeleri doksan yıldır, mütemadiyen iflas eder, ama onlar paradigmalarının artık değişmesi gerektiğini fark etmez. İnatla, hırsla, kadınlara ve tüm ötekilere had bildirmeye, cezalandırmaya, aforoz etmeye devam ederler.

  • boğaziçindeki başörtü eyleminde solcu erkek arkadaşlar bir kadın konuşsun diye sümeyyeyi sahneye itince muhafazakar erkek arkadaşların kendi aralarında ‘kadın sesi haramdır bence yanlış yapıyorlar’ deyip eylemi terketmeleri geldi aklıma yine.feminist damarım hiç olmamasına rağmen ben bile sinirlenmiştim