Her güne yeni nefretler biriktiriliyor. Kime ne kadar küfrettiğin “seni” belirliyor. Bu kadar kolay, bu kadar kullanışlı.
Konuk Yazar: Haşime Kılıçarslan
Sinir uçları tahrif olmuş bir toplum. Her şey bir festival havasında yaşanıyor. Dini ne kadar göze sokarsan o kadar dindar oluyorsun. Ne kadar nefret edersen de o kadar iyi(!).
Her güne yeni nefretler biriktiriliyor. Kime ne kadar küfrettiğin “seni” belirliyor. Bu kadar kolay, bu kadar kullanışlı.
Birileri ölüyor diğerleri kutluyor. Ölüm artık kimseye bir “nasihat” olmuyor. Ölümler skoru belirliyor. Ölü sayıdan ibaret. Taraftarlığını ispat etmek zorundasın. Gerçek “iyi” olmak için…
İşkence ve faili meçhulleri öven karikatürler alkışlanıyor. İşkence, ölüm ki daha en kötü ne olabilir dediğin her şey çoktan içsellestirilip, pazarlanmış. Müşterileri keyifli…
Parçalanmış ceset fotoğraflarını iman gücüyle paylaşanını mı ararsın, çocukları da ölsün diyeni mi? Hepsi ortada, hepsi onaylı, hepsi iyi(!). Neler görmedik ki…
Ölüler bile linç edilebiliyormuş, mesela. Kimse hangi ara bu noktaya evrildik diye sormuyor, soramıyor. Tanrının kendi safında olduğundan o kadar emin ki hiçbir sözü duymuyor.
Sonra deprem oluyor. Zafer çığlığı atan, skor tutan, şunlar da ölseydi diye hayıflanan hatta bunda rabbinden derin hikmetler bulan, siyasi analiz çıkaranlar, hepsi mevcut.
Depremin onaylı “iyi” insanları onlar…
Ölümler, kıyımlar, depremler nasıl sevilir?
Bugünleri nasıl tarif etmeli? Bu yarılma, bu yabancılaşma, bu yalnızlık, bu nefret nasıl geçilir? Aklımız ve yüreğimiz karanlığa alışmasın. Zihni ve vicdanı temiz tutmalı.
Gün yardım günü demeyeceğim. Sonra yapması gerekeni yapıp, lutfettiğini sanan varlıklar peyda oluyor. Gün “insanlığı” hatırlama günü. Sunum yaptığınız, gurur duyduğunuz o barbarlık çok utanç verici…
Yorum Ekle