REÇEL

Bu Bir Barış Yazısı Değildir!

İki yıllık çatışmasızlık sürecini burada yaşamış biri olarak söyleyebilirim, tüm o olumlu, barış umudu yüklü hava dağılmak üzere.

Konuk Yazar: Neslihan Akbulut Arıkan
unnamed
 
Bir asker zorunlu hizmetten sonra terhis olmuş evine giderken öldüğünde, 120bin sivilin yaşadığı bir yerleşim yerinde günlerce açlığa hastalığa ölüme rağmen sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde, on yaşında bir çocuk ardından “pardon” denilen bir bombalama eyleminde hayatını kaybettiğinde, çorbacıda oturan polis hedef olduğunda, ‘kaza’ kurşunları bir genci bu hayattan vahşice kopardığında, öldürülen bir militanın cesedi soyulup çıplak vaziyette boğazına ip bağlanarak teşhir edildiğinde, üstelik tüm bunlar ve daha fazlası küçücük bir kara parçasında aynı günler içinde peşpeşe vuku bulduğunda hangi barıştan söz edeceğiz Allah aşkına?…
 
Yeniden içine düştüğümüz çatışma ortamında görünen o ki herkes kendini bir senaryoya inandırmış diğerini bu senaryoya göre ya hainlikle ya da aptallıkla suçlar durumda. Bu yeni bir gerçek değil. Çatışmalar başlamadan önce de durum buydu. Ama ölümlerin olmadığı bir ortamda bu ‘inanma’ hali insana o kadar dokunmuyor, ya da en azından içimizi bu kadar yakmıyordu. Ölüm bütün kelimeleri bitiriyor, en iyi niyetli sözleri bile acılaştırıyor, konuşmayı boşa çıkarıyor. İşte tam da bu nedenle silahlar susmalı! Tam da bu nedenle bu yazı bir barış yazısı değildir! Barış birbirimizle oturup konuşmaya başladığımızda, birbirimizi ikna etmek yerine birbirimizi kabul etmek üzerinden bir diğerine bulunduğumuz ortamda alan açtığımızda, birbirimizi kökünü kazımakla tehdit etmeyi bırakıp gerçekten bir arada yaşamak üzerinde hemfikir olduğumuzda kendisi gelip hayatımıza girecek bir güzel afaki gerçeklik zaten…
 
Düşüncesine vicdanını dahil edenler soruyor: Güneydoğu’da neler oluyor? Vicdansızca hamasi nutuklar atanlar zaten çözmüş olayı… Bu kesim hayatında Hakkari’ye adımını atmış olmasa dahi ‘kalp gözüyle’ biliyor neler olduğunu; kimin hain, kimin katil, kimin kökü kazınası olduğunu… Bunlar zaten bu yazıyı da okumayacaklar, bu nedenle yazımız “Güneydoğu’da neler oluyor” diye gerçek bir anlama isteği ile soranlarla konuşmak için yazılmıştır.
 
Öncelikle bugünkü çatışma ortamını kırk yıldır süren çatışma ortamından da, 4-5 yıldır süren çatışmasızlık ortamından da ayrı düşünemeyiz. Tüm bu yaşanmışlıkların yine saflara dağılmamızda yeri var. Ama bugün sınırımızın ötesinde belki de Ortadoğu’nun son yıllarda yaşadığı en kanlı savaş günleri yaşanmaktayken, yüzbinler Türkiye üzerinden Avrupa kapılarına dayanmış sığınma hakkı talep ederken “bölge”de neler oluyor diye sormak gerekiyor gerçekten. Bugün Türkiye on yıl öncesinin Türkiyesi değil. Sadece HDP’nin %13 oy alarak meclis sıralarında yer alması bile öyle olmadığını gösteriyor. Ama on yıl öncesinin Türkiye’sinden kalma hastalıklarımız devam ediyor. Mesela, ülkenin doğusunda her çatışma ortamı oluştuğunda olduğu gibi ülkenin batısındaki kürtler saldırıya uğruyor. Ne yapıp ettiklerinden bağımsız olarak sadece kürt oldukları için (kürt kökenli değil!) işyerleri, evleri, kendileri saldırıya maruz kalıyorlar. Diğer çok tanıdık bir örnek ise, sivil yerleşim alanlarını çatışma alanına çevirmekten imtina etmeyen silahlı güçlerden biri olarak PKK, kürt halk özgürlük savaşı verdiğini iddia ederken eylemlerinde toplumun belki de en ezilmiş kesimlerine ait kürt çocuklarını, gençlerini, yaşlılarını katledebiliyor. Sonunda ise bazen “pardon” diyerek özür dileme lütfunda (!) bulunuyor. Bunlar bildiğimiz, tanıdığımız durumlar maalesef.
 
Bunların dışında Güneydoğu’da halkın çoğunluğu (aslında baştan beri böyle ama şimdi daha da açıktan) artık silahlı mücadelenin gereksizliğinde hemfikir. (Maalesef Türkiye’nin geneli için bunu söylemek güç. Sosyal medyada yığınla 40 yıldır söylenen klişeler dolaşıyor: “ha gayret PKKnın kökünü kazıyalım.” Hani hep soruyoruz ya, “Kürtler ne istiyor” diye, belki artık daha çok “Türkler ne istiyor” diye sormak lazım. Bu kirli savaşa çocuklarını, kadınlarını, erkeklerini feda etmek mi istiyorlar?!) Güneydoğu halkı çoğunlukla artık silahın miadının dolduğunu, siyasi alanda mücadelenin haklarını sağlamakta sonuç vereceğini düşünürken, buradan PKK’nin silah bırakmasını istediklerini çıkarmamak lazım. Çünkü buralarda “PKK silah bıraksın” demek “PKK silah bıraksın da şu Kürtlere günlerini gösterelim” diye anlaşılıyor. Maalesef durum böyle. Kobani savunmasındaki tartışmaları hatırlarsak, Kobani savunmasına yardım çağrılarına “PKK’ye mi yardım edelim” provokatif soru-yorumu devlete karşı olan bu güvensizliği pekiştirirken, Cizre’de ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve son olaylar hafızalarda halen canlı olan 1992 Cizre olaylarını, Jitemi vs hatırlatır bir hal aldı. Başta da dediğimiz gibi bugün olanlara o yüklü savaş geçmişiyle birlikte bakıyor insanlar. 
 
Güneydoğu’da asıl tehlikeli olan durum ise karşılıklı provokasyon kokan eylemlerin birden yeniden ortaya çıkması… Bir yandan internette bir tuşla aslen nereye ait olduğu anlaşılabilecek kadar sahte olduğu aşikar görüntülerin sosyal medyada Cizre’den, Yüksekova’dan falan geliyor gibi, altında galeyana getirici yorumlarla yayınlanması (bunu kimin yaydığı da meçhul ayrıca), öte yandan bu şiddet ortamında her taraftan gençlerin fütursuzca sokaklara çıkıyor olması insanın burnuna kötü kokular getiriyor. Birkaç gün önce Cizre’de olanları protesto eden gençler sokakta “Biji serok Apo” (çÇok yaşa önder Apo) sloganları ile eylem yaparken, bunun bir gün sonrasında yüzü maskeli kalabalık bir kortejin aynı sokaklarda “Apo’nun p.çleri durduramaz bizleri” sloganlarıyla dolaşması provokasyona açık bir davetti mesela. Bu grupları aynı sokaklara süren provokatif bir hamle kokusu almamak elde değil. Şükür ki hepsi de bağırıp, çağırıp dağıldı… 
 
Bugün Güneydoğuya hakim olan bir gerçek de şu ki, iki yıllık çatışmasızlık sürecini burada yaşamış biri olarak söyleyebilirim, tüm o olumlu, barış umudu yüklü hava dağılmak üzere. İnsanların kafasında “acaba seçimden sonra çatışmalar yeniden durulur mu” diye ufak bir soru işareti olduğu için ‘dağılmak üzere’ tabirini kullandım. Yoksa umutlar, iyimserlik kendini endişeye bırakmış durumda. Bulunduğum yerde bu satırları yazarken daha önce hiç duymadığım şiddette bir patlama oldu, bu gecenin yarısında kafasını camdan dışarı uzatanlar olsa da çoğunluk içeride kalmayı tercih etmiş olmalı… Burası olaylardan uzak bir şehir merkeziyken, artık herhangi bir ses tedirginlik yaratabiliyor. Provokasyona açık ortama bu tedirginlik hali de dahil. 
Güneydoğu’da bütün bunlar olurken, hükümet tarafından yapılan son açıklamada meselenin birkaç yüz korucu daha istihdam edip, korucu olmayanları da ihbarcı statüsünde “göreve” çağırmaya havale edilmesi ateşe benzinle gitmek gibi gözüküyor. Herhangi bir savaş durumunda ya da çatışma ortamında devletlerin diğer legal-illegal örgütlerden temel farkı çatışmaların ortasında kalan SİVİL HALKı koruma altına almasıdır. Bu en temel hak da geçtiğimiz onlarca yılda olduğu gibi bugün de çiğneniyor. Güneydoğu’nun halkından militan olmayanlara biçilen rol ya korucu ya da ihbarcı olarak bu savaş ortamına iştirak etmeleri. Kürt sorununda askeri çözüm bir kenara bırakıldığı anda bile ciddi sosyal patlamalara, daha da kötüsü iç savaşa neden olacak bir adımdır bu. Barışın adını bile edemez olduk ama sürdürülebilir bir çatışmasızlık hali için acilen bu yanlış karardan geri dönülmelidir.
 
— 
**Fotoğraf: Begüm Zorlu

Konuk Yazar

3 yorum

nimet için bir cevap yazın İptal Et

  • Sokaga cikma yasagi ilan edilen Cizrede bazi evlerden tonlarca bomba ve silah cikti. bunuda unutmamak lazim. CIzre halkina zulum olsun diye sokaga cikma yasagi ilan edilmedi muhakkak.
    ayrica Cizrenin PKK icin onemi, amaclarina ulasmak icin kullandiklari belediye baskanindan tutunda bircok ust duzey yetikiliye kadar neler planladiklarida ortada.
    cizre sokaga cikma yasagi ilan edilmis zavalli bir ilce denebilecek kadar basit degil ne yazikki.

    • yani diyorsun ki turkiye cumhuriyeti hukumeti/devleti pkk karsisinda once beceriksizlik gosterdi sonra da aciz kaldi: oncelikle bazi (!) evlere tonlarca (!) bomba yigilmasini engelleyemedi sonra da bu bazi evleri izole edip operasyon duzenleyecegine butun sehre sokaga cikma yasagi getirdi; bir de ustune giris cikislari yasakladi. tebrik ederim; guzel yorum. yalniz cizrenin pkk icin onemi, belediye baskaninin planladiklari, olayin aslinda basit olmamasi kismi biraz muallakta kalmis. biraz acsaniz?

  • sayın nimet, kürt meselesinde en büyük sorunun ne devletin ve ne de pkknin sivil halk diye bir önceliğinin olmaması olarak görüyorum… son olaylarda da, cizrede de halk en çok bundan muzdarip oldu. bugün dönülen çatışma ortamında görüyoruz ki yeni korucu yasasıyla devlet bir defa daha örgüte katılmayan SİVİL halktan birilerini paramiliter güç olarak cepheye sürmekte. bu noktada benim kendimi kanunlarla bağladığım devleti sivil halkı bu savaşta korumaya çağırmam gerekir. cizrede de “hepiniz ermenisiniz” anonslarıyla gezen kolluk kuvvetleri oradaki SİVİL halka dahi örgüt üyesi, sakıncalı unsur muamelesi yapmıştır. yoksa o bahsettiğin evler zaten kolluk güçleriyle basılıp ortaya çıkarılabilirdi. 8-9 günlük ölümüne bir sokağa çıkma yasağı ve evlerin her iki taraf tarafından taranması cizreyi gerçekten sizin yakıştıramadığınız tabirle zavallı bir ilçe yaptı….