Konuk Yazar: H. Seher Çevik
Siz hiç camiden kovuldunuz mu? Ben çok kovuldum, çoğu İstanbul’da oldu. En şiddetlisini ise birkaç yıl öncesine kadar Şanlıurfa’da yaşadım diye düşünüyordum. 2000’li yılların başıydı, kardeşimin bulunduğu Şanlıurfa’ya ziyarete gitmiştim. Üç hafta boyunca bir öğrenci yurdunda kalacaktım. Şanlıurfa’yı bilenler bilir; Mevlidi Halil Camii ve çevresi olan Balıklı Göl pek çok turistin geldiği, kısmen kozmopolit ve bir kadın olarak nefeslenebileceğiniz bir alandır. Yoksa genç ve kadın olarak tek başınıza gidip gezeceğiniz, ziyaret edeceğiniz yerler sınırlıdır orada…
Biz de Şanlıurfa’nın geleneğine göreneğine eyvallah dedik. Oysa İstanbul’dan oraya tek başıma gelmiştim ve tek başıma İstanbul’a dönecektim. Duruma ayak uydurdum ve çoğunlukla yanıma öğrenci arkadaşlardan birini alarak Şanlıurfa’yı gezmeye çalıştım. Gezdik diyorsam yanlış anlamayın Balıklı Göl ve çevresini, hepsi o kadar… Harran, Birecik, Halfeti vs…’den bahsetmiyorum, zinhar yanlış anlaşılmaya! Oralara kapı gibi erkek kardeşimle gittim, hatta onunla gidemediğim yerler bile oldu.
Neyse konumuza gelelim. Oldum bittim caminin uzağında, kadınlara namaz kılmak için ayrılan o izbe kenar köşe yerleri sevmedim. Namaz kılarken hep mihrabı görmeyi arzu ettim ve topluca kadın erkek cemaat olarak secdeye varılışının nefesini, sesini —özellikle sesini— o secdeye varılırken önce dizlerin, sonra ellerin, en son alnın uğultulu bir yakarış halindeki sesini, kokusunu duymak isterim. Hiç olmazsa mahfilden, caminin merkezine doğru, o ana kubbenin altına girip sığınmak isterim, o cem olmuşluğun içinde kendimin yokluğunda yok olmak duygusunu ararım ve bunu bir lahza da olsa hissetmek isterim camilerde. Bilirim çok şey istemem, bu nihayetinde O ulu yaratıcının elindedir. Yine de kul yapısı o ulu camiler —bazıları mekân olarak küçük de olsa— bir vesile kılındığından çok sık olamasa da sığınırım o mekanlara. Bazen boğaz kenarında, bazen Halıcılar yokuşunda, bazen Çarşamba’da, Edirnekapı’da, Sarıyer’de, Şanlıurfa’da… Hollanda’da, Fransa’da, İsveç’te, Afrika’da… Dünyanın her neresinde bir camide ibadet ediyorsam, edebiliyorsam… Yoksa gök kubbenin altının her yanı mescit.
Birkaç yıldır Urfa’da öğrenci olarak bulunan arkadaşıma, son giren vakit namazını camiden epey uzakta bulunan kadınlar kısmında kılmayalım, Mevlidi Halil Camiinde kılalım, artık gitme vaktim yaklaştı hiç olmazsa bir kerecik de orada namaz kılmış olayım, diyerek bir teklifte bulundum. Kızcağız biraz da endişeyle “Kılmasak, izin vermezler” dedi. Her ne kadar Urfa’da bulunduğum sürece bizzat yurttaki kızlardan, kızlara karşı işlenen töre cinayetlerini ve aile içi infaz hikâyeleri dinlesem de cahilce bir cesaretle ısrar ettim. Biçare kızcağız da kabul etti ve camiye doğru yöneldik. Caminin kapısını açıp içeri adım atar atmaz bütün başlar bize döndü, aldırmadık.
Girişin hemen yanındaki merdivenlerden mahfile çıkmak için dönüp de birkaç merdiven çıktığımızda, gören zanneder ki farklı bir yere girdik, farklı bir iş için girdik, neredeyse bütün cemaat ayaklandı. Böyle nereye gidiyorduk ki? Biz kimdik? “Namaz kılacağız” dedim safça. Neden bilmem kaç metre ötedeki kadın yerine gitmiyorduk? “Burada namaz kılamazsınız, çıkın.” haykırışları yankılanıyordu camide. Israr ettim. “Ben mihrabı görerek namaz kılmak istiyorum, hem mahfiller kadınlar içindir, orada kimse (erkekler) namaz kılmıyor zaten” sözlerime karşılık yaşlı cemaat öfke dolu gözlerle üstümüze yürüdü. Bize doğru ayaklanmış o kalabalık gürûhun üstümüze yürürken ki gözlerindeki öfkeyi —ki öfkeden daha da fazlası vardı— unutamam.
Cemaatin içindeki yaşça daha genç olan bir kaç kişi, ne kadar “Yapmayın, etmeyin, kılsalar n’olur ki?” diye araya girmeye çalışsalar da, kimse onları dinlemedi. Yanımdaki kızcağız da neredeyse korkudan bayılacaktı ve çıkalım diye kolumdan çekiştirip duruyordu. Daha fazla ısrar edemedim ve kendimizi dışarıda bulduk. Eminim ki biz kendimiz dışarı çıkmasaydık yaka paça bizi Allah’ın evinden dışarı fırlatacaklardı.
Tabi ki soluğu caminin imamının odasında aldım, durumu anlattım. İmam umursamaz edayla savuşturmaya çalıştı bizi. Durmadım il müftülüğüne vardım, durumu onlara da anlattım. Allah’tan ki onlar ilgilendi, özür diledi ve o imamı defalarca uyarmalarına rağmen aynı davrandığını ve gereğinin yapılacağını söylediler de içim rahatladı. (İktidar da “dindar” değildi henüz ha!) Sonrasındaysa ne oldu takip edemedim ama geçtiğimiz yaz yine bir öğle sonrası Şanlıurfa’daydık. Balıklı Göl’deki Rizvaniye Camii’nde, eşimle cemaat olarak namaz eda etmek istedik, caminin ücra bir köşesine geçerek vazifeyi yaparken etrafımızda dolaşıp durdular, uyaracaklar ya, daha caminin kapısından girerken kadınlar kısmını tarif ettiklerine göre pek değişen bir şey olmamış. Tek fark bu sefer yanımda bir erkek vardı ya, kovalayamadılar…
Gelelim Türkiye’nin öteki ucuna, batısına. Benim canım, vatanım da vatanım’a; İstanbul’a ve Süleymaniye’ye… Nasıl anlatılır ki Süleymaniye öyle bir çırpıda, birkaç satırda? Süleymaniye ki oraya gidebildiğin her an bayramdır, ister sabah, ister öğle, ister akşam ne zaman olursa olsun. O sessizliğe giriş, o ilk adım, o koca şehirden sıyrılıp, soyunup, zirveye, fanilerce seyredilmeden seyretmeye çıkmak… Yavaş yavaş şehrin kaldırımlarından, otobüs duraklarından, mağaza vitrinlerinden, o kaba saba gürültüsünden, ışıklarından, pek çok insana takılmış, yağmalanmış, parçalarını parçacıklarını toplayabildiğince toplamak, kendini kendinde cem etmek… Tabi bir de, sözcüklerindeki, bakışlarındaki, duyuşlarındaki, tadışlarındaki, sezişlerindeki, dokunuşlarındaki o çarçuru fark edip israfkârlıgından utanıp susmak…
Utana sıkıla, acaba biri bir şey derler mi endişesiyle de olsa mihraba yaklaşabildiğin kadar yaklaşırsın. Büzülüp bir köşede de otursan, sırtın bir sütuna bir taşa da dayalıysa eğer, gizlenmek daha kolaydır. O dayandığın sütundan gözlerini kubbeye çevirdiğinde renklerle, ışıklarla, mihrapla, minberle, nakışlarla kendini o mabede pay edersin. Yankılanan her ses sen olmaktadır artık. O kubbe işte tam senin üstündedir, ağar durur her zerrene. Kalbin büyür, büyür. Sen küçülürsün ve konarsın bir toz gibi içine. Rabbim dersin, başka da bir şey demezsin.
Çok değil yaz mevsiminin sonunda, İstanbul’da biten tatilimizde bir de Süleymaniye ziyareti yapmak istedik. Camilerin şahı Süleymaniye’den içeri girdik ve her zamanki sığındığım sütuna doğru yollanmıştım ki koruma görevlisince uyarıldım. O bölüme, yani erkeklerin namaz kıldığı bölüme, kadınların girmesi artık yasakmış. Erkekler için ayrılan bölüm de caminin ön tarafı, caminin ana kısmı, neredeyse onda sekizini kaplayan bölüm. Ziyaret etmiş olanlar bilirler, orası erkekler içinmiş, namaz kılıyorlarmış. “Tamam.” dedik; bunu anlarız namaz kılarken rahatsız etmeyiz böyle bir kural varsa ama şu anda namaz saati değil. Görevli tabi ki dinlemedi bizi, “Gidin müftülüğe anlatın derdinizi, hemen aşağı tarafta, emir böyle.” dedi. Hoş, benim de erkeklere ayrılmış kallavi bölümde namaz kılmaya kalkışmak gibi bir cesaret ve ‘cüretim’ olmamıştı, o gün de yoktu.
Niyetim o sütunlardan birine dayanıp camiyi temaşa edip âcizane tefekkür etmeye, hatıralarımı yâd etmeye kalkışmaktı, başkaca da bir niyetim yoktu. Zinhar, namazı bize ayrılan caminin dibindeki o onda birlik kısımda kıldım hep ben. Ama olmadı, Diyanet, T.C. İstanbul Müftülüğü öyle buyurmuş, Allah’ın evini de dilediklerince parselleyip bize, kadınlara, münasip gördükleri kısımdan dışarı, namaz harici zamanlarda bile girmemize bile müsaade buyurmamışlardı! Lakin namaz için değil de ziyaret için gelen erkeklerin o bölüme girmesinde bir beis görmüyorlardı.
Kim bilir ilerleyen zamanlarda bahçesinden bile içeri almazsınız, kadınlara camileri açmaktan bahsediyorsunuz bir de… Siz sizin belirlediğiniz yerlerde, sizin izin verdiğiniz sürece duracak vahhabivari bir anlayış içinde bir kadın cemaat oluşturmaya çalışıyorsunuz. Karar alıp uyguladığınız bu kuralın başkaca bir açıklaması yok. Heyhat 14-15 sene önce yaşadığım, barbarlık ve ilkellik olarak tanımlayıp dehşete düştüğüm şey devlet eliyle legal hale getirilip İstanbul’da karara bağlanıyor ve önüme çıkıyordu, ne kadar gelişmiş, ne mesafeler kat etmişiz be! Bu aşağılanmışlık (kadına karşı bırakın pozitif ayrımcılığı negatif üzeri negatif cinsiyet ayrımcılığı) Diyanet’in iğrenç bir kararı!
Geçen ay yine İstanbul’daydım ama inanın yine bu muameleye maruz kalırım korkusuyla gidemedim Süleymaniye Camii’ne. Sonrasında caminin kapısının yanın ilişip, dolan gözlerimden yaş akıtmamak için harcadım tüm enerjimi. Ne var ki artık Allah’ın evinden çıkmaya niyetlenirken önümdeki avizelerin birinin arasında bulunan tarihi devekuşu yumurtalarından birinin sebepsiz yere birden yere düşüverip kırılmasını, bu kalbi kırılmış aciz kuluna, Rabbi’sinden bir icabet bir cevap olarak algıladım.
geçmiş olsun, minicik bir önerim olacak. urfa’da üzerinize yürüyen kalabalığın sırtını tam da iktidarda olsun olmasın, o “dindar” iktidara yaslıyor olabileceği fikri üzerine düşünmenizi rica edebilir miyim.
Aynen!
şimdi o camide namaz kılınıyor. Hem bu sene hem geçen sene gittiğimde kıldım. Aradan epey zaman geçmiş..
.Başka camilerde de artık pek kimse karışmıyor diyanetin de tavsiye ve önerilerine binaen.
Kim talep ederse o bulur. Müslüman kadın cemaat de yeterince talepkar olmalı….
Bu yazıya sosyal medyada da pek çok yorum geldi kendi benzer tecrübelerinden bahseden. Demek ki iddia ettiğiniz gibi sadece talepkarlık yetmiyor. Kadınlar için durum yeterince can sıkıcı değilmiş gibi bir de siz böyle suçu kadınların yeterince istemesinde bularak durumu daha da beter hale getirmeseniz?
Mağduru suçlamayı şiar edinmiş bir zihin yapısının hakim olduğu toplumda “kim talep ederse o bulur” onermeniz maalesef çok da islevsel olmuyor.
Daha 2 gün önce Söğütlüçeşme Camisi’nde etraftan görünen ama en arkada ve ayrılmış bölümde namaz kılmak istedik arkadaşımla. Birbirinden uzakta, hiç alakasız oturan 8-9 kişi bir anda o ulu cemaat ruhuyla koro halinde bağırdı “Durun hanfendi napıyosunuz!”
Daha bir kaç gün evvel aynı Camii’de cemaatten bir amca bizzat ben ve iki arkaşımı buyurun kızlar burda kılın diyerek bize yol göstermiştir…
Niyetler halis olsun…
Fazla mı romantik olacak bilemiyorum ama dilerim Allah’tan, mahşer gününde “Birileri ona bağırdığı, kovduğu ve en küçük, pis köşeye gönderdiği halde hem camiye gelmeye, hem namaz kılmaya devam edenler” olarak anılırız.
Süleymaniyede çok yakında aynı şeyi yaşadım, camiye muazzam duygularla girip nefretle çıktım. Israrla bana namaz kıldırmadılar. Kıştı,haftaiçiydi, yatsı vaktiydi.(tüm bunları caminin ne kadar tenha olduğunu vurgulamak için söylüyorum)devasa caminin ana kubbesinin altında yalnızca bi kadına yer yoktu.! Ha sahi bugün dünya kadınlar günü müydü?!
fitne zamanından kastınız erkek cemaatin “Kadınlardan falan filan bizden falan filanla görüşüyor. Kadınlar olduğu sürece böyle edepsizlikler yaşanıyor” ise sorunu kadınlara yamamak yerine bütünsel düşünmenizi öneririm. Uslûbe uygun olarak Hz Peygamberimiz zamanında erkek cemaat önde kadın cemaat arkalarında namaz kılarlardı ve Cuma hutbesine katılıp söz alırlardı. Medeniyet fışkıran o zamanlarda da fitne vardı ama Peygamberimiz hiçbir zaman çözümü kadını camiiden izole etmek olarak düşünmemişti. Sünnete çok değer veren biz sünniler neden bu sünneti bu aydın hareketi geri plana atıp ayrımcı ve çözümden daha çok karışıklık oluşturan yollara başvuruyoruz. Kabul edelim ki hiçbir fakihin söylediği fetva şu hadisin önüne geçemez “Allahın kadın kullarını Allahın evinden uzaklaştırmayın.”
Hanefi mezhebine göre kadının evde namaz kılması daha efdal hatta fitnenin çok olduğu zaman camide namaz kılması mekruh.
Şafii mezhebinde de genç kadınların gitmemesi tavsiye edilmiştir.
Hanbeli mezhebinde ise koca, kadının camiye gitmesine karışamaz ve fakat nikkap giymek zorunluluğu vardır.
Camiye gitmek için bile mesele bu iken , erkekler tarafında namaz kılmak istemeniz , cok fazla.
Fitne(!) zamanına özel kurallar ve farklı uygulamalar varsa, bugüne özel de yapılabilir heralde?
Dışardayım, namaz kılmak istiyorum, ve mümkünse bu namazı kılmak için merdiven çıkmamak, izbe bir köşeye itilmemek istiyorum, tek istediğim o büyük ve asıl alanda huşuyla namaz kılabilmek, neden ikincil yere iteleniyorum? Umre’de başardığımız şeyi burda da başarabiliriz heralde? Kaldı ki bunun yaşlısı, çocuklusu, bel ağrısı olanı, eşyası olanı…. milyon tane türevi var.
Ha bir de “Namaz kıldığım için günaha girdim, mekruhmuş.” lafı bir bana absürt gelmez heralde di mi?
Hz. Muhammet zamaninda kadinlarin ve erkeklerin ayni cemaatte birlikte namaz kildigi ve sohbet ettigi gercegini nereye koyacaksiniz peki?
Bazi musluman ulkelerde erkek-kadin taraflarinin ayrilmadigi, bir yanda kadinlar bir yanda erkekler namaza duruldugu gercegini nereye koyacaksiniz ya da?
Sayalim ki bu fetvalar bizzat Imam Azam’dan gelmis, fitne donemi demissiniz, ki bu kadina zarar gelmesi endisesi ile verilmis gecici bir tavsiye olabilir. Ve tavsiye boyutundadir cunku haramlar ve helaller Kurandan cikarilir.
Bugun kadinlar disari cikiyor, markete gidiyor, calisiyor vs. guvenlik sorunu yok bunlarda ama camiye gelince sorun oluyor. O camideki erkeklerin cogusu sosyal hayatta kadinlarla iciceler camide degisime ugruyorlar. Erkekler bir olup Allah’in helal kildigini kadina haram kiliyor. Gerekce de kadin gormek istememeleri orada, tamamen ataerkil bir simariklik kaynakli.
Ben erkek olarak kadınları camide görmek istemiyorum ve çoğu erkekte haz etmez sizi orada görmekten .Allah resul’unun(s.a.v) hadisi olmazsa ” kadınlarınızı camiden men etmeyin ” diye zaten men edilirdiniz tarihsel surec icinde . nikkap giyseniz amenna onu da reddeden bir tayfasınız. Ataerkilmiş ya geçin bu ayakları , ezber ezber.
Kendi arzularını İslami hüküm sanan erkek tipinin nasıl mükemmel bir örneğisiniz. Tebrik ederim! Peygamber’in ölümü daha taze iken “Allah rasulu hayattayken kadınlara elimizi, dilimizi uzatmaktan çekinirdik. O öldükten sonra elimizi, dilimizi serbest bıraktık.” diyen neslin de devamısınız. Sizin için o hadisin bir engelden başka anlamı yok. Allah’ın evi olan cami sizin mülkünüzde olmadığı için orada kimi görüp kimi görmeyeceğinize dair bir söz hakkınız olamaz, kusura bakmayın. İslami olarak görmek istemeyenin yapacağı şey bellidir, gözünüzü öne eğersiniz. Onu da yapamıyorsanız, siz gelmeyin camiye.
Resulullahın yanına gelen kadınlar baştan başa örtülü idi ki ,Resullulah onları bazen tanımazdı. Örtünüzün şekli belli , değil tanınmamak ,istiyorsunuz ki erkeklerle yanyan saf tutmak.
Bir rivayette Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kadının namazını evinde kılması dışarıda kılmasından daha faziletlidir, iç odasında kılması da evin diğer kısımlarında kılmasından daha faziletlidir.”(Neylü’l-Evtar, III/132)
Kadına cemaat sevabı yoktur , erkeğe ise nerdeyse farz gibidir. Gidin kendi camilerinizi açın diyanetten kadın camileri isteyin , yeter ki bizden uzak olun.
OOOV OVV EASY BOY EASY EASY!
Eeee hadise rağmen ne haddinize görmek istememek? Gidin isteklerinizi de hadise uydurun pls.
Kadinlari camide gormek istemiyorsaniz siz kendi caminizi yapin ve tek basiniza ibadet edin. Evde kilin namazinizi. Edebleri ile davrandiklari surece ben erkekleri camide gormekten raharsiz olmuyorum.
Yazinizin biraz eksikleri var. Anlatilanlar Peygamber Efendimiz ve Dort Halife Doneminde yasananlar ile taclandirilmasi sayesinde daha da guclendirilebilir.
Yaziniz icin ellerinize saglik.