Konuk Yazar: Tuğba Ece Eralp
“Adlarınızı bilmiyorum ama dostumsunuz, en güzel şarkılar
nasıl sözsüz olanlarsa en iyi dostlar da adsız olanlardır”
Bir haber sitesinde “Başörtüsü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu” hakkında bir yazı dizisinin Ayşe Çavdar’la mülakatını okuma şansı buldum. Başörtüsü problemini Geç Osmanlı’dan günümüze kadar olan bölümünü söylemsel olarak tarihsel bağlama oturtmaya çalışan ve kendini feminist olarak tanımlayan biri olarak gözüme çarpan bazı söylemler oldu.
Ayşe Çavdar başörtüsü mücadelesi hakkında şunları söylüyor: “Başörtüsü şu anda biz istesek de istemesek de bir sembol. Toplumda belli bir grup insanın yaşadığını gösteriyor. Bir grup insan yalnızca Müslüman olmakla kalmıyorlar aynı zamanda İslam’ın sembollerini üzerlerinde taşıyacak kadar inançlı ve politik demek bu. Çünkü başörtülü olmayan da bir sürü Müslüman kadın var, başörtüsü takmamaları onları daha az inançlı yapmıyor ama onlarla diğerleri arasında şöyle bir fark oluyor; bir kısmı bunu üzerinde taşıyacak kadar siyasallaştırmış durumda.”. Başörtüsü kullanan her kadını bir kategoriye indirmek, insan ruhunun içini boşaltıp onu sade bir politik duruşun bayraktarı hâline getirmek ne kadar doğrudur? Her insanın yaşamı, tecrübeleri, zihni ve kalbi birbirlerinden farklıdır, başörtülü ya da başörtüsüz olmasına bakılmaksızın.
Belki de kadınlar politik değildir. Belki siyasetle uğraşacak vakti yoktur, temel ihtiyaçlarını bile zor karşılıyorlardır. Siyasetin anlayabileceği bir şey olduğunu düşünmüyorlardır… Belki başörtüsünün “politik bir sembol” olduğunu düşünecek kadar kendisiyle baş başa kalamamışlardır ya da o kadar çok sorunu vardır ki öylece yaşayıp gidiyorlardır. Belki de siyasetten hoşlanmıyorlar, yaşam biçimini siyasete göre şekillendirmiyorlar, sadece kendini gerçekleştirmenin peşinde koşuyorlardır.
Belki kadınlar başörtüsünü İslami bir emir değil de bir gelenek olarak kullanıyorlardır. Bir keresinde yaşlı birine neden örtündüğünü sorduğumda “Biz böyle gördük” diye cevap vermişti. Onun için başka bir yaşam biçimi mümkün değildir, içselleştirmiştir. Vazgeçmek istemiyordur. Kendi hayatımız bize ne kadar doğru geliyorsa, ona da kendi hayatı o kadar doğru geliyordur. Biz nasıl kendi yaşam biçimlerimizden vazgeçmek istemiyorsak onlar da vazgeçmek istemiyorlardır.
Bazıları da başörtüsünün Allah’ın emri olduğuna iman ediyor ve nefsini alt edip başörtüsünü kullanmaya başlıyordur. İnsanlar ne demiş diye düşünmeden, tam bir teslimiyetle, sadece kendisinden sorumlu olduğunu idrak ederek başörtüsünü takmaya karar vermiştir.
Başörtüsü hâlâ 28 Şubat zihniyetlerince –ya da hangi ideolojiye mensupsa- politik bir imge olarak zihinlerde işâretlenmeye devam ediyor, ancak bu başörtüsünün bireysel işlevini değiştirmiyor. Başörtülü birçok kadının zihniyeti bugünkü iktidarla aynı şekilde olmayabilir, sadece başörtüsü kullanmak bir kadını iktidara yakın yapmaz. Politik tartışmalardan öte herkes kendi içsel savaşını verir, iktidar insanın kendisiyle arasına giremez.
Başı açık olup kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kadınlar bir gün başörtüsünü kullanacak içsel bir olgunluğa eriştiklerini görürlerse, başlarını da örtebilirler. Başörtülü kadın sayısının artmasının sebebi siyasallaşması değil, aksine temel bir insan hakkı olan ve ifade özgürlüğü kapsamına giren bu hakkın Türkiye’de uygulanmaya başlanmasıdır -politik olarak toplumsal değil-.
28 Şubat sürecinde örtülü olup başlarını açan kadınların büyük çoğunluğunun sebebi politik ve toplumsal baskı yüzünden kendilerini başörtüsü kullanımı konusunda tutarlı bir tavır gösterememiş hissetmeleridir. – Utanarak hatırlatmak zorunda kalıyorum ki bu süreç yüzünden hayatları sonsuza kadar değişen sayısız kadın var-. Öyle ya da böyle bu süreçte kadın başını açsın ya da açmasın insan hakları ihlâline uğradı, her iki kadın da yaşamak istedikleri hayatı eksik olarak yaşamak zorunda kaldı.
Önceden başörtüsü kullanan birinin kendisini başlangıç noktası alarak tümevarım yapması ne kadar etiktir? Birinin ruhsal muhasebesi koskocaman bir grubu anlamlandırmak için yeterli midir? İnsanı bağlamından kopartıp, veriye dayanmadan, delilleri karartarak kendi zihinsel bağlamına oturtmaya çalışmak etik bir tavır mıdır?
Türkiye’de başörtüsü yasağı 1 Ekim 2013 tarihinde kaldırılmış görünüyor. Yasal olarak başörtülülerin hakları korunsa da kendilerini Kemalist elitlerin varisleri sananların -ya da hangi ideolojiye mensuplarsa- gönüllerinde ve zihinlerinde başörtülü kadınlar mahkum edilmeye devam ediliyor. Daha acısı yine kadınlar tarafından mahkum ediliyorlar. Bizleri rabt eden şeyin yalnızca kadınlık mefhumu olması gerekirken, kadınlar birbirlerini kıyafetlerine göre, inanışlarına göre, politik duruşlarına göre sınıflandırıyor, ne yapması gerektiğini salık veriyor ve mesafe alıyor.
Başörtüsü konusunda en çok erkeklerin –bu mülâkat özelinde İslamcı erkeklerin- konuştuğu söyleniyor. Peki İslamcı erkeklerden önce başka hiçbir erkek başörtüsü meselesi hakkında konuşmamış mıdır? Kadınları uzun süre başörtüsü yüzünden sistematik bir nihilizasyona mahkum eden zihniyet ben her şeyin en iyisini bilirimci erkek zihniyet değil midir? Eğer derdimiz zamanında başörtülü kadınların hayatlarını istedikleri gibi yaşamasını sağlamak olduysa, şimdi neden bu özgürleşmeden rahatsızlık duyuluyor?
İkinci olarak Ayşe Çavdar başörtülü kadınların kamusal alana çıkışı hakkında şunları söylüyor: Başörtüsünün işaretlediği sorunlardan yalnızca biri bence geçici olarak çözülmüş durumda. O da başörtülü kadının kamuda var olabilmesi, kamusal alana çıkabilmesi. Ama dediğim gibi bu mücadelenin iki ayağı vardı, biri kamusal alana çıkabilmek biri de evden çıkabilmek. Bu çözüm başörtülü kadının görüntü olarak o kamusal alanda olabilmesi manasını taşıyor ama özgür bir birey olarak evden çıkılabildiğine emin değilim. Kadının kamusal alana çıkması problemini sadece başörtüsü kullanan kadınlara indirgemek ne kadar doğru? Başörtüsü kullanan kadınlara göre “görece” özgür olan kadınlar hakkında ne söylemeliyiz? Bu kadınlar kurtulmuşlar mıdır? Özgürleşmişler midir? Onlar da özgür olarak evden çıkabiliyorlar mıdır acaba? Kılık kıyafeti yüzünden erkeklerden kamusal alanda şiddet gören Ayşe Gül Terzi ve Asena Melisa Sağlam hakkında ne diyebiliriz? Ya da başörtüsü kullandığı için başka bir kadın tarafından darp edilen ve ismi açıklanmayan lise öğrencisi için ne diyebiliriz? Bu ülkede kadınlar, başörtülü olup olmamasına bakılmaksızın sistematik bir şiddete ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar ve erkeklik başının açık ya da kapalı olmasına bakmıyor,erkekler, erkekliğini ve iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor ve bazılarımız ne yazık ki patriyarkayla aynı sesmişçesine konuşuyorlar.
Kendimizi öteki hayat tarzından bir kadının yanında hayal etme konusundaki gönülsüzlüğümüz ataerkiyi daha da güçlendiriyor, onlar saflarını sıklaştırırken biz birbirimizden daha da uzaklaşıyoruz. Seküler kadınlar ne zaman ülkedeki bir cinsiyet ya da laiklik için İslâm’ı veya iktidarı suçlasalar yalnızca başörtüsü kullanan Müslüman kadınların hikâyesine kulak tıkamakla kalmıyor, senelerce devlet eliyle gerçekleşmiş kadınlar için neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen Kemalist modernleşmenin kadın idealini gerçekleştirmek için ortaya koyduğu normalizasyon söylemleri ve pratikleri için sorumluluk almayı reddetmiş oluyor. Bu kadınlar da bilerek ya da bilmeyerek erkeklerle saf tutmaya devam ediyor. Bizler kadınlar olarak Kemalist modernleşmenin kadın idealini sorgulamalı bunu da İslamafobiden ve kendine yönelik oryantalizmden zihinlerimizi özgürleştirerek yapmalıyız. Bunu başaramazsak biliyoruz ki hayatımız daha iyi bir yere evrilmeyecek, makro iktidarlar ve mikro iktidarlar seslerini daha çok yükseltecek, bizlere üstelik kadınların yardımıyla ne yapıp ne yapmayacağımızı söylemeye devam edecek.
Genel anlamiyla yazinin temasini ve amacini begensem de katilmadigim birkac noktasi var. Mesela su cumle : “Başı açık olup kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kadınlar bir gün başörtüsünü kullanacak içsel bir olgunluğa eriştiklerini görürlerse, başlarını da örtebilirler.” basortusu takmayi tercih eden ve etmeyen kadinar arasinda bir ‘olgunluk’/ ‘yeterlilik’ hiyerarsisi kuruyor ama boyle bir iliski oldugunu dusunmuyorum. Basortusunun dindeki yeri, herhangi bir icsel olgunlugu veya bir gelismislik duzeyini kesinlikle ve kesinlikle belirleyen bir sey degil benim kanaatimce. Kaldi ki ic dunyalarindan, hayatlarindan, yasantilarindan asla haberimiz olmadigi, ibadetlerini, Allah’a yakinligini, bireysel olarak dinini inancini nasil yasadigini bilmedigimiz yuzbinlerce kadin icin boyle bir genelleme yapabilme yetkisine asla ve asla baska kullar olarak sahip oldugumuzu dusunmuyorum. Kimin daha ‘icsel olgun’ oldugunu biz disardan bakarak bilemeyiz, bunu bildigimizi dusunmek de benim kanaatimce kibire girer.
Bir diger konu da, ‘feminizm’in sadece bir kadin dayanismasiymis gibi gosterilerek kadinlar ve erkekler arasindaki bir savasi yenmeyi amaclayan bi olgu gibi lanse edilmesi. Feminizm erkeklerle savasmak degil. Karsisinda durulan ataerkil duzeni besleyen ve surduren, sebep olan cins yalnizca erkekler degil. O sebeple bu bir erkek-kadin catismasi gibi ifade edilmesi, kendi grup/diger grup ayriminin bunun uzerinde yapilmasi uzun vadede feminizm akiminin amacladigi yerlere gelmesini engeller. “Bu ülkede kadınlar, başörtülü olup olmamasına bakılmaksızın sistematik bir şiddete ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar ve erkeklik başının açık ya da kapalı olmasına bakmıyor,erkekler, erkekliğini ve iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor ve bazılarımız ne yazık ki patriyarkayla aynı sesmişçesine konuşuyorlar.” Bu cumlenin basi cok dogru, kadinlar ayrim yapilmaksiniz siddet, taciz, ayrimciliga maruz kaliyorlar, kaliyoruz. Ama bunu ‘erkek’ cinsiyeti yapmiyor veya ‘erkeklik’ degil bunu yapan, bunu o toplumda barinabilen, erkek cinsiyetine hak gorulebilen zihniyet yapilari ve ve ogretiler ayakta tutuyor. Ve bu ogretilerin yasamasini isteyen, gucunu korumak isteyen erkekler de elbette olacagi gibi, sisteminin surmesini saglayan bircok ana/es/kiz/kadinlar da mevcut.
Genel itibariyle boyle konularin konusulabilmesi guzel, ancak bazi dini uygulamalara ve feminizme karsi olan bakis acilarinda eksiklik oldugunu dusundum sadece. Emeginize saglik.
çok çok çok çok güzel bir yazı.
siyasetçiler ve siyasetten nemalanan güruhun canhiras insanları dinden nefret ettirmeye çalıştıkları, islamiyet ile ilgili belki de çoğu kişinin gündeminde bile olmayan hurafelerin şişirilerek anlatılması bizi yaklaşmakta olana daha da çok yaklaştırıyor. islamcılar haber vereyim; hiç bir siyasi hareket ölümsüz değildir, ya da bir gün her siyasi hareket ölümü tadacaktır :)) o yüzden şimdi sanki hiç bir yere gitmeyecekmiş, her zaman elinizin altında 10 tane gazete 25 tane küşe kağıtlı dergi olacakmış gibi pervasızca yazdığınız günlerin sonu gelecek. o zaman da şimdi mağlup olmanın verdiği ezilmişlikle tüm nefretini saklayan diğer kesimin yobaz faşistleri kinlerini kusmaya başlayacak.
tabiy ki kime kusacaklar önce kinlerini? voila! tabiy ki başörtülü, özellikle kodaman koruması olmayan küçücük kızlara. bence o günlere şimdiden hazırlanmalıyız, çünkü o zaman şimdi ağzını doldura doldura küfreden o çok dindar erkekler ortamdan arazi olacak ve devlet dairelerinde ya da bilimum medyada kendilerini zora sokmayacak “bazı açık ama mazbut” eş adaylarına doğru yanlayacaklar.
Merhabalar, ayse cavdarin soylediklerine itiraziniz konusunda size katiliyorum. Ancak maalesef siz de elestirdiginiz seyi yapmissiniz, kendinizden yola cikarak genellemelere ulasmissiniz . ilk yorumda bahsedilen icsel olgunluk meselesi mesela. ve devaminda kurdugunuz su cumle ” Başörtülü kadın sayısının artmasının sebebi siyasallaşması değil, aksine temel bir insan hakkı olan ve ifade özgürlüğü kapsamına giren bu hakkın Türkiye’de uygulanmaya başlanmasıdır -politik olarak toplumsal değil-.” Siz bu bilgiye nasil ulastiniz sizin verileriniz nedir? Bakin bu cumlenin dogrulugunu tartismiyorum ancak tam olarak ayse cavdari elstirdiginiz seyi yapiyorsunuz kendinizden ve cevrenizden yola cikarak tumevarim yapiyorsunuz.
Oldukça objektif olduğunu düşündüğüm, kendini seküler olarak tanımlayan hocama bu yazıya benzer bir konuşma yaptığımda “başörtünün siyasallaşması sizin sorununuz,siz çözeceksiniz!” demişti.O günden beri zaten artık canıma tak eden bu “başörtüsü nereye aittir?” sorusunu kafamdan tamamen sildim.Ben, benim. İstediğimi giyerim, istediğim partiye oy verir istediğim gibi bu hayatı yaşarım.Kamudan atarlar,serbestleşir bu sefer de “ama siz şucusunuz” olur “mağdur edebiyatı yapıyorsunuz” olur.Yemin ederim tükendim artık.Bakara Suresi 120. Ayet,Diyanet İşleri Meali,
“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” ,okuyorum ve yoluma devam ediyorum.Çünkü bahaneleri tükenmeyecek ve başörtülü olan bizler hep “şu yüzden veya bu yüzden” ötekileştirileceğiz.
Bu ülkede herkes kendinden olmayanı ötekileştiriyor. Artık “milli alışkanlık” olmuş. Ben tek kulağıma sadece havalı göründüğü için küpe taktığımda “gavat komünist” olmuştum. Ki ne anlama geldiğini internetten aratıp öğrenmiştim. “Siyasi simge” olmuştu hemen işte. Lütfen artık asıl benim gibi dünyacılar(sekülerler) bıktı usandı, tüm iktidar dindarlarda, herşey istediğiniz gibi oluyor, hala mı aynı muhabbet? Hala mı ezilen başörtülüler?!? Erdoğan bile “velev ki siyasi simge…” diyerek bu tartışmaya yeni boyut kazandırmıştı. E biraz insaf artık?!?
“her sey istediginiz gibi oluyor.” diyen bir insan yazdığım yorumu zerre anlamamis demektir.ben bir partiye ait ya da muhalifsem bir teror orgutune mensupmusum gibi goruluyorum.Her sey istedigim gibi mi oluyormus? basortu serbestligi zaten olmasi gereken bir durumdu.sirf bu nedenle simdi neden bir partiyle aniliyor adim? iktidar dindarlarda yorumunuza da güldüm.bu yorumunuzun neresinden tutsak elimizde kalir.hicbir sey anlamamissiniz.
Anlamaya çalışıyorum: Benim durduğum yerden durum şöyle görünüyor; ülkemdeki dindar kesimler kendi aralarındaki “Kim kime egemen olacak? Kim en büyük, tek büyük olacak?” sorununu çekişerek, dövüşerek çözmeye çalışıyor ve devletimin kurumlarını bu çatışmaya alabildiğince alet ediyor. Siz “dindar muhalif” olarak böyle şikayet ediyorsunuz ama bu ülkede dindar olmayan muhaliflerin eğer kendi köşesine çekilecek serveti yoksa, kamudan yararlanmaya ihtiyaç duyuyorsa “kendini gizlemek” veya “bu ülkeden çekip gitmek” dışında seçeneği kalmadı bile. Zaten “bireylikçi” olmayan tüm “birlikçi” yönetim anlayışlarında muhalefete yer yoktur çünkü gerek yoktur, tek ve nihai hakikat bellidir, gerisi fitne fesattır. Değil mi? İslam’da 14 yy.lık gelenekte ne zaman “muhalefete” müsamaha gösterildi ki? Lütfen beni eleştirin, yanıldığımı ispatlayın, rica ediyorum…
‘Olgunluk ve yeterlilik’hiyerarsisine iliskin talihsiz ‘kisisel’ tespitleriniz ve Sn.Cavdar’in yaptigindan farkli bir durus sergilemediginiz elestirisine ben de katiliyorum, diger yorumlar gayet guzel aciklamis zaten.
Ancak anlamadigim bir husus, ‘Türkiye’de başörtüsü yasağı 1 Ekim 2013 tarihinde kaldırılmış görünüyor’ Cumlesi ile baslayan paragraf, tespitleriniz ve memnuniyetsizliginiz. Turkiye’de basortusu yasagi kalkmistir, bu kadar. Basortulu kadinlarin herhangi bir meslek kolunda ya da devlet dairesinde calismasinin onunde herhangi bir engel yoktur. Gercek budur, bundan otesi, yani sozde aydin insanlarin sizi mahkum ettigi dusuncesi yine kisisel deneyimlerden yola cikildigi gibi insanlarin dusunce ve fikir ozgurlugune mudahaledir. Devletten bu kisileri ‘egitmesini’mi istiyorsunuz? Ceza mi verilsin boyle dusundugune inanilan insanlara? Devletin boyle bir sorumlulugu olmadigi gibi bu talebi herhangi bir sekilde karsilamak icin adim attigi anda otoriter bir yapiya burunur. Herkes benim gibi dusunsun diyemezsiniz. Devletten mudahale anlaminda bekleyebileceginiz tek sey haklarinizin guvence altina alinmasidir. acik giyindigi icin tekme atilan kadin ornegindeki gibi: kimse bir adamin ‘acik giyinmenin’ yanlis oldugunu dusunmesine mudahale edemez, egitilebilir o ayri, ama buna yonelik bir faaliyette bulundugu anda ceza almalidir. Bu konulara iliskin olarak diyalog saglanmalidir vs. ancak kimseye zorla benim hakkimda bunu dusun diyemezsiniz. Haklarimiz anayasal guvence altindayken boyle degilmis gibi davranmak, benim hakkimda illa herkes soyle dusunsun demek bana zulmetmek gibi geliyor. Zira, bunun sonu yok ve elestirdiklerimizden bir farkimiz kalmiyor.
BAZI basortulu kadinlarin devlet dairelerinde calismasina engel yoktur ve BAZI basortulu kadinlar da hapishanelerde cocuklarini dogurmakta, ya da meric nehrinde bogulmaktadir. dikkatinizi cekerim.
tamamen katiliyorum ancak bu dediginiz kanunlardan ayri olarak su anki fiili (artik ne demek gerekir bilemedim, tanimlayamiyorum bile) durumla da alakali bir sey zira ayni sekilde bazi basortulu kadinlar gibi bazi basi acik kadinlar da kamuya alinmiyor, kamudan atiliyor ve cocuklarini hapishanelerde doguruyor. yani onceden basortulu kadinlara karsi yapilan bir ayrimcilik vardi, cok sukur olmasi gereken ‘genel kural’ olarak kabul edildi. simdi hem basi acik hem basortulu kadinlara uygulanan farkli nedene dayali bir ayrimcilik var, dogrudan basortulu olmakla alakali degil.
İyi niyetli bir eleştiri:
Önduyuru: Hayır, kemalist değilim, serbestlikçiyim, liberalim. Yani bu eleştiriyi okurken tüfeklerinize ihtiyacınız olmayacak. Lütfen yavaşta kenara bırakın :)
Duyuru: Evet, kadınların başörtüsüne de mini eteğine de toplum,millet ya da benim gibi erkekler karışmamalı. Bence “sadece” kendileri, bireyler karar vermeli.
Yazıdan alıntı: “Politik tartışmalardan öte herkes kendi içsel savaşını verir, iktidar insanın kendisiyle arasına giremez.” Bu cümleyi okuduğumda şaştım, kaldım. Affınıza sığınarak yazıyorum ama bu önerme; sarsılmış, travmatik bir bilinci gösteriyor. Çünkü her birimizin “içsel savaşı” aslında çevresine karşı kendi içinde verdiği savaş değil mi? Çevresinden, yaşadığı ortamdan hangi birimiz “gerçekten” soyutlanabilir ki? Vallahi ben çok uğraştım, olmuyor. Çevremizle yaşadığımız her ilişki de bir şekilde nasıl yönetildiğimizle yani “siyaset” ile ilgili değil mi? Öyleyse nasıl “iktidar” kişinin kendisiyle arasına giremez ki? Örtünmek için izin isteyen Ak partili MV’lere Erdoğan “henüz zamanı değil” diye reddettiğinde işte açıkça girebiliyor. Daha açık bir örnek düşünemiyorum bile. Tek dileğim, milletimizin kişisel görüşlerini,duygudurumunu geniş zamanlı cümleyle yazarak topluma “mal etme veya dayatma” huyundan vazgeçmeye çalışması, ben bayadır uğraşıyorum öyle kolay değilmiş…
Ayrıca bahsettiğiniz yazı dizisini bianet’te ben de okudum, medyascope’da muhabirin söyleşisi de varmış. Burada tartışılmasına çok sevindim. Keşke bahsettiğiniz o “kemalistlerle” karşılıklı “iyi niyetlerle” tartışabilseniz ve birbirinizin düşmanı olmadığınızı, hatta birçok ortak menfaatinizin olduğunu, bu ülkede birbirinizi “dönüştürmeye” çalışmadan saygı içinde yaşamanın mümkün olduğunu anlayabilseniz… Ah nerede vah nerede…
Merhabalar,
Okuduğunuz, anlamaya çalıştığınız için hepinize çok teşekkür ederim. Sanırım ortak olarak takıldığınız bazı noktalar var. Bu durum da bana cevap hakkı doğurdu.
Yorum yazmadan önce yazıyı ikinci defa okumanızı isterdim. Yorumlar arasında özellikle “Başı açık olup kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kadınlar bir gün başörtüsünü kullanacak içsel bir olgunluğa eriştiklerini görürlerse, başlarını da örtebilirler.”cümlesine takılı kalınmış. Yukarı paragrafları dönüp tekrar okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabileceğinizi umuyorum. Ayrıca Türk dilinde–ebilmek eki’nin kullanım alanlarına bakarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Ben sadece başları açık kadın kadınların da bir gün başlarını örtmelerinin imkan dahilin de olduğunu söyledim. Kimsenin içsel olgunluğu hakkında bir şey söylemedim.Bunu kast edecek biri değilim, haddim değil, çünkü başörtüsü kullanmıyorum:)
İkinci olarak yazıda feminizmin ne olduğundan bahsetmenin abes kaçacağını düşünüyorum. Zaten Reçel okuyan biri toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında iyi kötü bilgi sahibidir. Yazı özelinde feminizmden bahsetmek yazıyı bağlamından koparmak olurdu
Üçüncü olarak bu sonuçlara nerden vardğım sorulmuş.Yazı’da belirttiğim gibi ben söylemi tarihsel bağlam’a oturtmaya çabalıyorum ama eğer arar bulursak bu konuda yapılmış sayısız akademik araştırma var. Sözlü tarih kayıtları da buna dahil.Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının ve devlet aygıtlarının çalışmalarını da unutmamak gerekir. Yani cevabı buraya yazamayacağım kadar uzun. Üniversite kütüphanelerine bakın, ona bakmaya üşeniyorsanız bari google’a.:)
Simdi son paragrafinda soylediginiz seyle yazidaki su cumlenizin “Başörtülü kadın sayısının artmasının sebebi siyasallaşması değil, aksine temel bir insan hakkı olan ve ifade özgürlüğü kapsamına giren bu hakkın Türkiye’de uygulanmaya başlanmasıdır -politik olarak toplumsal değil-.” googleda ya da kutuphanelerde bulabilecegimiz bazi akademik arastirmalarla kanitlanabilecegini mi iddia ediyorsunuz? Ya da boyle bi yarginin kanitlamasi bu kadar basit bir sey oldugunu mu? Ya da basortulu kadin sayisinin artmasinin sebebini- bakin sebepler bile degil- tek cumleyle aciklayabileceginizi mi dusunuyosunuz? Allah askina hangi akademik calisma bi kadinin basini neden ve hangi sartlarda orttugunu soyleyebilir tam olarak? Hele de koca bir ulkeden bahsediyoruz. Eminim cumlenizin tam tersini savunan biri de kendine dayanak olarak bazi arastirmalar bulabilir. Ayse cavdarin sucladiginiz cumleleri de emin olun kendine dayanak bulabilir.
Bir de soyle bisey var, bazi dusuncelerimizi insanlarla paylasiriz ve onlari bi konuda dusunmeye yoneltiriz, sonra onlar da daha once farkedemedigimiz seyleri soylerler bize, karsilikli olarak bi ilerleme olur, bizi elestirenler bizi yanlis anladigi icin elestirmek zorunda degildir her zaman. Belki de elestirilerin sebebi insanlarin yazinizi 2 kere okumamasi veya turkceye tam hakim olmamalari degildir yani. Ayrica basortusu kullanmamak da insanlarin anladigi gibi bir cumle kurmaya engel degil. Yanlis anlamayin oyle demedim diyorsaniz dememissinizdir ancak demek ki oyle algilanan bir cumle kurmussunuz.
“Başı açık olup kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kadınlar bir gün başörtüsünü kullanacak içsel bir olgunluğa eriştiklerini görürlerse, başlarını da örtebilirler. Başörtülü kadın sayısının artmasının sebebi siyasallaşması değil, aksine temel bir insan hakkı olan ve ifade özgürlüğü kapsamına giren bu hakkın Türkiye’de uygulanmaya başlanmasıdır -politik olarak toplumsal değil-.”
Genel olarak çok doğru noktalara değinse de bu kısım baya problemli geldi bana. Birincisi içsel olgunluk diyerek bir hiyerarşi kurmaya gerek yok. İkincisi belli yerlerde bir çok kadının ve çocuğun başörtüsü örtmeme hakkının elinden alındığını görmüş biri olarak bazı durumlarda bunun siyasetle ilişkilendirilebileceğini düşünüyorum ama tabi bazı durumlarda. Ne olur artık genelleme yapmayalım.
İnanılmaz sorunlu bir yazı ve alelacele, öfke ile yazıldığını düşünüyorum. Bianet’teki yazı dizisini hazırlarken -ki üç aylık bir çalışmadır bu- başörtülü hiçbir kadının ayrıştırıldığını hissetmemesi, bundan dolayı incinmemesi için ayrıca özen gösterdik. Bunu başardığımızı da düşünüyorum ki, birçok başörtülü kadından “Evet istediğimiz tartışma buydu, biz artık erkekler tarafından tartışılmak istemiyoruz” gibi dönüşler de aldım. O nedenle kusura bakmayın, şu yorumlar üzerinden çalışmanın farklı yönlere çekilmesine izin veremeyeceğim. Hele de yazı dizisine, “Ne çok Fadime Şahin varmış” gibi yorumlar yapan biri tarafından çekilmesine…
Ben ve bu röportajları veren tüm kadınlar birilerini bir şeylere yönledirmemek, tepeden konuşmamak adına çok fazla özen gösterdik, peki siz? Ayşe Çavdar için “Lağım ağızlı” ifadesini kullanan, başörtüsünü çıkaran kadınlara “Fadime Şahin” etiketi yapıştıran siz kime neyi anlatmaya çalışıyorsunuz, neyin doğruluğunu göstermeye çalışıyorsunuz? Kaç bedel verdiniz, yaşınız ne kadarına yetiyordu bilemiyorum ama 28 Şubat direnişinin en içinde olan bir kadının dönüşümünü başörtüsünü çıkarmak istediği için itibarsızlaştırmaya çalışan sizin yorumunuz ne kadar önemsenmeli? Başörtülülere “Sıkma baş, örümcek kafa” demekle, “Başörtüsünü çıkaranlara “Fadime Şahin” demek arasında tek fark yok.
Ayşe Çavdar’ın söylemlerini eleştirmişsiniz, elbette olabilir. Ama önce kendisinin yazılarına bir göz gezdirmenizi tavsiye ederdim. Böylelikle bu kadar romantik söylemler kullanmaz, altı boş yorumlar yapmaz, daha mantığa uyan argümanlar sunabilirdiniz belki.
Ayşe’nin “Başörtüsünü siyasallaştırma” ifadesi, sizin “Gelenek olarak başörtüsü örtme” örneğinizden çok daha olumlayıcı ve kadını yücelticidir bir defa. Bir defa kadının erkekten daha fazla bu mücadelenin içerisinde olduğunu ifade eder ve bu amaçla söylenmiştir. Orada örtünün üzerine binen tarihsellik ve mücadelenin o örtüye kattığı kimlik anlatılmaktadır. Yoksa Ayşe de, ben de, siz de çok iyi biliyoruz ki, “Haydi siyasal sembol takayım kafama” diyerek kimse başörtüsü takmıyor. Kimlik ve temsil anlayışı sonradan gelişiyor ve “Ben Müslüman kadını temsil etmeliyim anlayışı” bu şekilde yerleşiyor. Bu anlayışın yerleşmesinde problem yok, problem o kimliği kimin belirlediği ve onun üzerine ne koyduğudur. Siyasallaşma burada nüksediyor. Bu defa başörtülü kadın üzerine bir kimlik dikte ediliyor ve o kimlik dahilinde yaşaması isteniyor. Yani o başörtü ile girilen okulda iktidarı eleştirmek kadına “O başörtüsüyle kimin sayesinde okula giriyorsun kaltak” şeklinde dönüşlere yol açabiliyor. -ki başörtülüyken defalarca bu yorumla karşılaştım, bir dönem yazdığım her yazıya yapılan yorum bu oldu- Sizin bu siyasal temsili kabul edip etmemeniz bir şeyi değiştirmiyor, biz bu yorumlarla karşılaştık ve birçok kadın hala karşılaşıyor. Bana gelen geri dönüşler de bu yönde. Kafanızı kuma gömmeniz bir grup muhalif ve başörtülü kadının şunlara maruz kaldığı gerçeğini değiştirmiyor, sadece görmenizi engelliyor. Bunu aşmanın tek yolu başörtüsünü çıkarmaktır diyen de yok öte yandan. Kendi adıma yıllarca başörtüsü ile bu alanda mücadele ettim, halen bu mücadeleyi sürdüren kadınların yanında, yakınındayım. Sadece insanların örtünme gibi örtülerini çıkarma tercihleri de vardır ve bu tercih hakkımı kullandım, diğer kadınlar gibi. Bunu da eleştirip, yargılayacak hatta yaftalayacak hakkı kendinizde buluyor olmanız bir de karşı tarafı etik olmamakla suçluyor olmanız gülünç.
Yazıdan alıntı: “Önceden başörtüsü kullanan birinin kendisini başlangıç noktası alarak tümevarım yapması ne kadar etiktir? Birinin ruhsal muhasebesi koskocaman bir grubu anlamlandırmak için yeterli midir? İnsanı bağlamından kopartıp, veriye dayanmadan, delilleri karartarak kendi zihinsel bağlamına oturtmaya çalışmak etik bir tavır mıdır?”
Sosyoloji soslu fakat içi boş bir yorumdur şu. Ama yaptığınız sosyoloji okuması da eksik kaçmış ki; tümevarım öyle bir şey değil. Bir defa kimsenin kendisini başlangıç noktası kabul ettiği yok. Öte yandan ben rapor sunmuyor haber yapıyorum, istatiksel veri sunulacak bir haber de değil bu. Bunların yanı sıra evet, her haberin bir iddiası ve ortaya koyduğu bir cevabı olur. Bunları anlayabilmiş olsaydınız benden data veya istatistik de beklemezdiniz. Zira haberin sorusu: “Başörtüsü, kadınların mı yoksa erkek mi bir sorunu?” idi. Ortaya çıkan sonuç olsa olsa bu sorunun cevabı olur, anla(yama)dığınız şekilde, “Kadınlar kitleler halinde örtüsünü çıkarıyor, özgürleşiyor” diye bir iddia atılmadı ortaya. Yaptığınız şey yorum yapmaktan ziyade çarpıtmak ve bu noktada hangi etikten bahsediyorsunuz anlamak güç.