REÇEL

Başörtülü Kadın Yazarın Söyledikleri ve Dahi Söyleyemedikleri Üzerine Bir Tartışma

Fatma Barbarosoğlu’nun yazısı üzerine…

reçel annekiz
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun ‘Başörtülü Kadın Yazar’ın 12 Yaşında Baş Örtme Üzerine Söyledikleri ve Dahi Söyleyemedikleridir yazısı Reçel editörleri arasında bir tartışma başlattı. Yayınlayalım, Reçel okurları da tartışmamıza dahil olsun dedik.

 

✉ Rei Hino: Yazı ne demek istiyor cidden anlamadım, kızı mahalle baskısıyla mı örtünmüş şimdi? Bu “ben kızıma başını örttürmedim, yasakladım” edebiyatına da ayrı kılım… Bravo mu dememiz gerekiyor?
 —
✉ Azula: Bu yazıya yönelik onu eleştirenler olmuş, kişisel tartışmaları üzerine yazı yazdığı yönünde, onlara verdiği tepkiler de ilginç.
 —
✉ Çıtırık hanım: Ben Fatma Hanım’ın kızına yaklaşımını akıllıca buldum açıkçası. “Ben çocukların kendilerini bulmasından yanayım, örtünmesine de bu nedenle izin veririm” diyen arkadaşlar var ama öyle olduklarından emin değilim :) Çocuk dövme yaptırmak istese ya da başka kabul edilmesi güç şeyler istese “çocuk kendini bulsun” diye izin veriliyorsa eyvallah. Ama bu durumda ne yapmak gerektiğini de bilemiyorum. “Örtünmek için bedeninin yeterince büyümesi lazım” bana o açıdan güzel geldi.
Fakat diğer taraftan yazının kendisi başkasının deneyimlerini ne kadar dışlıyor diye düşündüm. Genel olarak çocuk yetiştirme meselesi söz konusu olduğunda hep böyle oluyor. “Ben en doğrusunu buldum” tutumları bana acayip geliyor.
Çocuğu yüzüne karşı övmemek gerçekten üzerine düşünülmeye değer bir düstur, ama çocuk yetiştirme tarzını konuşurken kendi kendinden bir miktar övgüyle bahsetmek meselesini ne yapalım?
 —
✉ Azula: Çocuk yetiştirme tarzını akıllıca buldum, üstüne Çıtırık hanım’ın dediklerine de katıldım da benim anlamadığım “baĞzı başörtülüler, okumazsanız okumayın, sevinçleri bol olsun(!)” şeklinde yazdığı şeyler :)
 —
✉ Rei Hino: Ben örtünmenin cidden kabul edilmesi güç şeyler kategorisinde görülmemesi gereken bir şey olduğunu düşünüyorum… Bundan sonra neyi nasıl yapması konusunda tavsiye vermek ayrı bir şey, yasaklamak, izin vermemek apayrı bir şey bence… Bir de bu yazının zamanı mı demedim de değil, oralarda baskıcı birileri var imgesini gereksiz güçlendiriyor…
 —
✉ Çıtırık hanım: Demek istediğim o değildi, yani benim için arzulanır, onaylayacağım şeye “kendini bulması için denemesine izin vereceğim bir şey” diye yaklaşırken, kendi hayat tarzımız içinde kabul edilmesi zor olan şeylerde aynı yaklaşımı gösterebilir miyiz?
Ben çocukların örtünmesi konusunda biraz mahallede şeytanın avukatını oynuyorum aslında. Yani emin değilim o kadar, yasaktan yeni çıkmak bir yana ama gençlerin-çocukların severek isteyerek örtünmeleri gerçekten bizim yaralarımıza iyi geliyor olabilir. Lakin diğer taraftan rahatsız edici bir şeyler var, bu yazıda söylendiği gibi beni rahatsız eden “makyajlı kızlar” değil ya da “örtünen makyajlı kızlar” da değil kesinlikle… Belki de ben hâlâ örtünmenin bu toplumda ciddi bir karar olması fikrinin dışına çıkamadım. Yani örtündü mü bir daha açılamazsınız (çocuk bile olsanız). Bugün örtülü, ertesi gün açık gitseniz hakikaten alay konusu olabilirsiniz (ki ben bunu yaptım ilkokul 5’te, hafta sonları öyle takılıyordum). Ya da dediğim gibi çocukların diğer hayat tercihleri konusunda (bu tercih okulu yarım bırakmak, mesleğini yapmamak, lisede alan değiştirmek, bir sanata merak sarmak, kendinden farklı bir arkadaş edinmek gibi) oldukça katı olunabiliyorken örtünme konusunda özgürlük retoriğini bu kadar benimsemekte bir bit yeniği yok mu? 13 yaşında streç kot giyip başınızda örtü varsa alay ya da daha da kötüsü hakaret konusu oluyorsanız belki genç kızları bu alaycılıktan, hakaretlerden korumanın henüz bir yolunu düşünemediğim için, bu ağır yükün altına onları atmaktan korkabileceğim için…
Gerçekten bu sorular öyle cevabını bildiğim sorular değil. Öyle sesli düşünüyorum şu an…
✉ Safinaz Reis: Ben Fatma Barbarosoğlu’nu haklı bulmuyorum. Yazıdaki “diğerlerini küçümseme” onun genel tavrından ileri geliyor bence. Tipik bir “her şeyin iyisini bilen” anne modeli. Annelikte bile, örnek aldığı Fatma Aliye’nin bir çağdaş kopyası adeta.
Anlattığı şeye göre çocukları birer proje. Halbuki çocuk bir şeyleri tam idrak etmemiş vesaire de olsa başörtüsü takmayı tercih edebilir. Asıl sorun çocuktan sürekli “tam” olmasını beklemek. Sonra “hem başörtülü hem makyajlı” oluyorlarmış falan… Yetişkinler ne kadar tam ki, bir çocuğun “tam” olması gereksin? Bırakalım da yolunu bulsun. Çocuğunun başının örtülü olmasını bir “başarı” gören anneden farkı yok aslında çocuğunun idrak etmiş olmasını başarı gören annenin.
Bu meselede duygusal davrandığım söylenebilir ama ben bunda pek sorun görmüyorum. Zaten başörtüsü hikayesini hep duygusal bir noktadan tartışıyoruz. Fatma Barbarosoğlu bana kendi annemi anımsatıyor (zaten annem de pek sever).
Ben de kendi isteğimle, şimdi “küçük” diyeceğim bir yaşta örtündüm. Anneme göre ise biraz beklemeliydim. (Fakat o zaman kimse beni henüz küçük olduğuma ikna edemezdi.) Sonra yine kendi isteğimle açılmak istedim ama uzun süre söylemeye cesaret bile edemedim, çünkü bu defa aynı annem açılırım diye korkuyordu. Açıldığımda annem ağlayıp kahroluyordu. Çocuklarını kendi doğruları üzere adım adım ilerleyecek bir proje olarak gören ebeveynler çocuklarının hayatını da mahvediyor, kendilerini de (çünkü çocukları bir hayal kırıklığı!). Bu projeci ebeveynlik böyle allanıp pullanıp “iyi ebeveynlik” olarak anlatıldığı sürece bu girdaptan çıkmak mümkün değil.
Fatma Barbarosoğlu’na ısınamadığım kadar da, Fatma Aliye’nin evden kaçıp manastıra sığınan ve Hristiyan olan kızını anlıyorum, anlıyorum, anlıyorum.
 —
✉ Şivekar: “Fatma Aliye’nin evden kaçıp manastıra sığınan ve Hristiyan olan kızını anlıyorum, anlıyorum, anlıyorum.” like, like, like
 —
✉ Entelektüel Sıdıka: Bize çocukken veya daha gençken, gençken baskı gibi görünen ya da gerçekten baskı yapan durumların kişiliğimizi ne şekilde etkilediğini kendi hikâyemizi yazarken, yaşarken görüyoruz sanırım. Mesela benim babam 8 yaşından 16 yaşına kadar bana ve abime Kur’an ve din dersleri verdi. Günde bir saatimizi buna ayırmak zorundaydık. Din dersi dediğim de 10-­11 yaşındayken önümüze İmam Gazali’nin İhya’sını koyduğunu bilirim. Sonra “Bu, bu çocuklara ağır geliyor galiba” diyerek Kimya­ı Saadet’e dönmüştü:) O zamanlar bu derslerden kaçmak için abimle elimizden geleni yapardık. Gerçekten yapmadığımız şey kalmıyordu. Bir sürü hikâye uyduruyorduk, uyuyakalma numarası yapıyorduk, başka bir sürü şey… Çünkü hep sevdiğimiz şeyleri bölüyordu bu dersler. 16 yaşına gelince ben gidip babama “Ben artık senle böyle bir şeye devam etmek istemiyorum” diyebilmiştim. Zaten 16-­23 yaş aralığı babamla ilişkimin her sene daha da kötüleştiği bir dönemdi, o da bırakmama laf etmedi. Arada ince ince iğneliyordu yalnızca. Ama şimdi dönüp bakıyorum da babamın bizim için yaptığı en iyi ve en hayırlı şey buymuş. Sonradan fikren çok fazla dönüm noktasından geçtim, çok fazla şeyi sorguladım; ama vardığım nihai sonuç buydu. Bu her zaman böyle olmayabilir. Anne-­baba çocuğun sonradan dönüp bakıp hayırlı bulacağı işler yapmayabilir her zaman. Ancak neyin doğru neyin yanlış olduğu, olacağı bizim hikayemizle ilgili bir şey bence. Biz hangi patikalardan geçiyorsak, neye göre şekilleniyorsak geçmişte yaşadığımız baskılayıcı durumları da ona göre yeniden yazıyor/ele alıyoruz.”Kim tam olabiliyor ki?” sorusuna can­-ı gönülden katılıyorum. 15 yaşında bir ergene tam vakar, tam olgunluk yüklemek sonradan hata yaptığında kendinden nefret etmesine yol açıyor.
Bir de başörtülü kadınlardan mükemmellik beklenmesiyle ilgisi de var bu “tam hazır olma” söylemlerinin sıkça dile getirilmesinin. Başörtüsü farzlardan bir farz yalnızca, evet Türkiye’nin özgül koşulları içerisinde çok cesurca bir şey başörtüsü takmak ama bu yüzden bir Müslümanın hata yapma hakkını elinden almak veya hatalar yaratmak Müslüman erkeklerin bunların arkasına sağlanıp konformizmlerini pekiştirmesine de sebep oluyor bence. “Biz harikayız, ah ama şu başörtülü kadınlar ne eksik, ne yanlış, ne budalaca!” diye diye babadan ­oğula gelenek oluşturdular resmen.
 —
✉ Çıtırık hanım: Annelerimiz de sokaktaki gözden farklı değil. Yargılayıcı bakışları ve uyarıları genelde sokağın gözünü ve sözünü taklit ediyor.
 —
✉ Safinaz Reis: Tabi, sokaktaki göz de etrafını projelendirme cüretinde ama annelerin kural koyma yetkisi var. Bir de eğitimli anneler bunu daha kurnazca yapma yolu var. Çünkü onlar kendi çevrelerinde üst bir mevkiye sahip ve her şeyi daha iyi anlamış, daha iyi idrak etmişler, tabii ki çocuklarına da bunu aktaracaklar.
Anne olmak isteyen kişiliğim ile evlat olan kişiliğim arasındaki bu çatışma nereye varacak onu da bilmiyorum :))
 —
✉ Çıtırık hanım: Anne ve evlat olan kişi olarak naçizane görüşüm şu ki Safinazcığım, hiçbir yere varmayacak, hep içinde kalacak :)
 —
✉ Safinaz Reis: Sıradaki vidyo çocuğu için her şeyin en iyisini bilenlere gelsin:)

✉ Çıtırık hanım: Ya Reçel’i konuşurken aslında böyle diyalogların yayınlanması gibi bir fikrim vardı ama bunu nasıl yaparız bilmiyorum…
 —
✉ Azula: İsim vermeden bunları yayınlayabiliriz bence. Yalnız şurdan bile anne kız ilişkisine dair neler çıktı, çatışmalar falan…
 —
✉ Safinaz Reis: Çıkar tabi, anne-kız ilişkisi yaramız :)
 —
✉ Entelektüel Sıdıka: Ahaha, ya arkaşlar bunları okuyunca gidip anneme sarıldım. Bizim de evden çıkma-çıkmama üzerine dönen bin yıllık bi muhabbetimiz ve birbirimizi yemelerimiz var ama gerisi için mastercard. Aslında annemle olan ilişkim başkaları etrafta değilken çok daha iyi bir ritmle ilerliyor, ama başkaları dış göz olarak işin içine girince ben sinirleniyorum.
Bu arada baştaki “ahaha” kısmısını alaycılık olarak almayın; yalnızca anneyle-kızın bütün bir halleri geçti gözümün önünden ve gidip kadına sarılasım geldi. Yoksa bu mesele çok canlar yakıyor yani.

Betül Ö. |REÇEL

6 yorum

  • (nick namemim bu iletiyi yazmaya karar verdiğim anda pırtladı. kahkalar, kahkahalar, kahkahalar :)))

    çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişkiye dair o kadar önemli tespitler var ki bazılarını okurken gözlerim doldu. kendi ergenliğimin hala taşıdığım kamburu sızladı.

    muhabbetin temelini oluşturan bu ilişkiler sadece muhafazakar, dindar ailelere özgü değil. seküler, sosyalist, geleneksel diyebileceğim bir karışımın ürünü proje çocuk olmanın faturası sizin muhabbetlerinizden hiç farklı değil. korkarım ki çocuğun bir mülk gibi görülmesi ortadan kalkmadığı sürece de bu sonsuz kısır döngü kendini var etmeye devam edecek…

    bu vesileyle reçel’in bana çok iyi geldiğini de not edeyim. ellerinize sağlık bacılar…

  • Başörtüsü’nün Kur’an’ın genel ağırlığı içerisinde çok az yer tutması, hatta emrin ve sınırlarının tartışmalı olması, başörtüsü hadisesinin dinin bir emri oluşundan daha çok, gündeme alınış tarzı ve başını örten birçok hanımın çelişik durumları açısından dindar toplumun bir geleneği olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Bu açıdan baktığımda başı örtmenin yaşı, fikren buna “hazır olma” gibi parametreler bende değerini yitiriyor. Fatma hanımın baktığı açıdan bence başörtüsünün dindar kadınların mücadelesinde bir zamanlar bir “sembol” oluşu önem kazanıyor ama, bugün için kişisel özgürlükler açısından baktığımızda bu da anlamını yitiriyor. Makyajlı bir kızın başını örtmesi bizi ne ilgilendirir ki? Biz insanların üzerinde tasallut kuralım diye gelmedi ki bu din. Ayrıca o makyajlı kızların birçoğu belki de o bez parçasının hatırına birçok kötülükten uzak kalıyor, bunu nereden bileceğiz?..

    Kızım 17 yaşında örtündü. Ne bana sordu, ne ben ya da annesi onu yönlendirdik. Yarın açacağım dese ben yine sesimi çıkarmam. Benim açımdam fıkhi anlamda çok fazla öneme sahip bir konu değil. Olsa olsa kızımın toplumsal planda “safını belirleme” açısından önemli bir “şifre”. Kızım açısından Kur’an’ın resmen üzerine bina olduğu adalet/özgürlük/ahlak üçgenindeki davranış ve hayata bakış tarzı üzerine ciddi kafa yorarım. Yardımcı olmaya çalışırım, ama asla kendi torna tezgahımda “şekillendirmeye” çalışmam.

    Ayrıca yukarıdaki yorumları Fatma Hanım’ın yazısından daha faydalı bulduğumu söylemeliyim.

    Biraz karışık oldu ama, acelece yazdım ortaya anca bu çıktı.

    Vesselam…

  • ben 12 yaşımda başımı örtmeye karar verdiğimde yıl 2000’di. imamhatiplerde ve üniversitelerde yasağın en haşin haliyle devam ettiği bir dönemde örtünmeye karar verdim. o dönem annem evde arapça dersleri veriyordu. sohbetler oluyordu. 17-18 yaşında örtülü ablalar gelip gidiyordu eve ve ben onlara çok imreniyordum. anneme ilk bunu söylediğimde hayır daha çok küçüksün, ileride baliğ olduğunda vazgeçmenden korkarım demişti. ben de ona “sen benim kararıma karışamazsın” demiştim. zaten her kafam attığında valize boya kalemlerini ve teyzemin bana verdiği incik boncuk takıları valize doldurup evi terk edip, ananemlere gidiyordum. belki annem bastırsaydı ben de üniversite bitene kadar hiç cesafret edemiycektim örtünmeye. hangisi daha iyi olurdu bilmiyorum… aradan yıllar geçti ben ortaokulda, lisede, üniversite her yıl başımı açarak okula girdim. ilk başlarda çok inciniyordum. saçımı bile taramazdım. hiç açık bırakmazdım. hatta mümkünse kısa kestirirdim. 15 yaşımda regl olmaya başladığımda günlerce ağlamıştım ben okulu bırakıcam diye. makyaj yapmazdım. şalımdan boynum gözükmezdi. yani fatma hanım’ın anlattığı şekilde her halimle tesettürlüydüm okul hariç. 2003 yılında annem çalışmaya başlamıştı ama en çok da 2007’de aktif çalışmaya başladı, benim üniversiteye başladığım sene. hatırlıyorum; eve ilk defa makyaj ürünlerinin girdiğini, annemin giyim tarzının birden nasıl değiştiğini, arkadaş çevresinin değişmesini, o ablaların artık hiç bizim eve gelmemesini, evde dersler olmamasını… annem direnişçi ablalardandı eskiden…

    sonra üniversitede ailemden uzak kaldım. başka bir şehirde.. başımı açmak artık doğal gelmeye başlamıştı. ilk senemde başım açık gitmeyeyim diye teknik gezilere katılmazken, sınavlar harici okula uğramazken, 3.senemde bahar şenliklerine bile gider oldum. makyaj da yaptım. son senemde yasak kalktı. mutlu olduğumu ve çok rahatladığımı hatırlıyorum. okulun girişindeki o kafa açma kulübesi çok rencide ediciydi. ancak bazen kendimi saçlarımdaki rüzgarı özlerken buluyorum… bilmiyorum. acaba kendi isteğimle mi örtündüm, yoksa farklı olmak için mi, anneme karşı çıkmak için mi.. anneme özendiğim için mi… bilmiyorum. bildiğim tek bir şey var 12 yaşımdayken Allah’ın rızası için örtünmek benim aklımdan bile geçmemişti… bir de eğer o zaman örtünmeseydim muhtemelen hiç bir zaman örtünmezdim…

  • Fatma KB’nin yazısını okuduğumda çok dürüst ve çok aydınlatıcı bulmuştum. Hatta bu konuda ilk kez bir gazetede bir annenin kızının örtünme sürecini bu kadar net ve dürüst bir şekilde dile getirdiğini düşündüm. Hala da öyle düşünüyorum.
    Kızlarına, dindar kesime, dindar olmayan kesime kısaca topluma söyleyemediği, söylemek istemediği pek çok şey vardır elbette. Kimin yoktur ki? Hepimizin tecrübeleri var bu konuda. İki kızımı yetiştirirken ben de hemen hemen aynı kaygıları taşıdım, annemle olan muhabbetleri ve kavgaları hatırlayıp durdum. Kız çocukları tam da ergenlik çağında, annelerine belki bazen imrenerek, özenerek bazen de anneleriyle kavga ederek, uzaklaşarak ya da iterek kendi kimliklerini bulmaya çalışırlar. Oldukça ızdıraplı bireyselleşme sürecini yaşarlar. (Aynen hamilelikteki gibi ergenlerin de hormonları altüst olmuştur)9-10 ya da 12 yaşında örtünen bir kız çocuğu bence hiç bir zaman bilemeyecek 18 yaşından sonra bu kararı vermek zorunda olsa (yani reşit olduktan sonra) örtünüp örtünmeyeceğini. Reşit olmak derken daha çok birey olmayı kastediyorum, toplum içinde bireyselleşmeyi, politik fikirlerin şekillenmesini kastediyorum. Eğitim sistemimiz malum. 18 yaşına gelmemiş bir kız çocuğunun, din derslerinin felsefe ve mantık dersleri kadar etkin verilmediği sürece allahın rızası için mi, anneye özenmek için mi, toplumsal baskı yüzünden mi ya da başka bir nedenden dolayı mı örtündüğünü bilmemiz neredeyse imkansız.Ya da ben İki kız annesi olarak bilemeyeceğimiz kanısındayım.

  • Ben de bilemeyeceğimiz kanısındayım, ama bu kaygıların çoğu yaşadığımız toplumda başörtüsünün kimlikleşmesinden ve geçişkenliğin çok zor olmasından kaynaklanıyor. Bir çocuk 2 gün başını örtüp üçüncü gün açabilir, bireyleşme sürecinde aileler farklı şeyler denemenin yolunu çocuğuna açmalıdır. Bu çocuklukla da ilgili değil, bir sürü meselede annelerimizi üzmemek için geri durmuyor muyuz?

  • Evet bu yüzden daha çok annemizi, ailelerimizi, çevremizi bazen de özellikle babamızı üzmemek için. Benim babam mesela daha bir muhafazakardı sanki ama yumuşacık bir adamdır. Bunu ileri ki yaşlarda daha çok anladım. Kız çocuklarının da babalarına aşık olduğunu sandığı bir dönem varmış. Bilmiyorum hangi yaşlar. Annem de belki öğretmen olduğundan biraz sert mizaçlıdır.