Konuk Yazar: dontbotherme!
Baba yaslanılacak dağdır. Gölgesi sığınaktır. Varlığı güçtür. Fakat bazı babalar da… Ne dağ olur onlardan, ne barınak. Gardiyandır o babalar. Koca bir hapishanenin içinde, parmaklıklar ardında çaresizliğinize en yakın olandır. Seyircidir, taraftardır, hakimdir, savcıdır…
Türkiye’de kaç tane kadın babasının dağ gibi olamayışından dolayı yaşadığı hayata katlanmak zorunda kalıyor acaba, hiç düşündük mü? Çaresiz kadınlar görüyoruz bazen. Hikayelerini dinliyoruz. Kocalarını ve yaşadıkları hayatları terk edemeyecek kadınlar. Ekonomik özgürlükleri yok çoğunun. Kurtulmaya susamış hayatlar onlarınki.
Kızının gençliği gözünün önünde eriyip giderken, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen birinin çaresizliği ile gözlerinizin içine bakarken siz o dağın altında kalırsınız.
Gencecikken sevmiştir kız o adamı. Güneş açmış, ay doğmuş, kelebekler uçuşmuştur. Şahit olduğum bir sevdanın ilerde beni bu kadar acıtacağını bilmezdim. Sevda dediysem kızın sevdasıdır bu. Şarkıda ‘sevdadandır’ diyor ya sevdadan basireti bağlanmıştı, gözü kör olmuştu kızın. Daha nişanlı iken başka kızlar ile konuştuğunu yakalamıştı ama affetmişti sevdadan. Nişanında çok mutluydu, kınasında da. Evlenirken de çok mutluydu. Zaten ne olduysa her zamanki gibi evlendikten sonra olmuştu. Evlendiği adam sorumsuz, işinin başında durmayan, yer yer işsiz ve aynı zamanda onu aldatan biriydi. Sevdadandır, gel zaman git zaman bir çocukları oldu. Ağlamalarına bir yenisi daha eklenmişti çünkü çocuğu çaresi olmayan bir hastalık ile doğmuştu. Yıllar hastane kapılarında tek başına koşturarak geçiyordu. Herkes vardı ama kocası yoktu. Hastane, çocuğunun raporuna ‘öldü’ yazmıştı bir keresinde fakat tek dayanağı, yavrusu yaşıyordu. Yıllar hastane kapılarında, tek başına koşturarak ve ‘ya bir gün ölürse’ diye düşünerek geçiyordu.
Geçiyordu geçmesine ama hasta çocukla bir başına mücadele etmeye çalışırken bir de kocasının aldatmaları, sorumsuzluğu ve bütün bunları başkalarından duymaya başlaması canına yetmişti artık. Çocuğunu da alıp dağ gibi olamayan babasının evine gitmişti. Bardağı taşıran son damla ne olmuştu hatırlamıyorum ama feryatlar içinde terk edişi hala kulaklarımda. Sonra ne mi oldu?
Yuvaya dönüş 2! O zamanlar küçüğüm çok aklım ermiyor meseleye, sevdadandır dedim. Büyüdüm, baktım sevda bitmiş ama çaresizlik devam ediyor. Aradan geçen onca zamanda bu kadın kocasını ehlileştirmeye ve yuvasını kurtarmaya çalıştı hep. Delicesine bir mücadele onunki üstelik hasta bir çocukla. Duydukları, suratına ima edilenler, yaşadıkları unutulacak cinsten değildi ama mecburdu. Çünkü onun dağ gibi bir babası yoktu.
Çok değerli bazı sözlerimiz var hani ‘baba ekmeği zindan ekmeği, koca ekmeği meydan ekmeği’ , ‘babamın evinde on çeşit yemek yiyeceğime, kocamın evinde kuru ekmek yerim’ gibi. İşte ‘yuvaya dönüş 2’ nin de tam olarak sebebi buydu aslında. Zehir olmuştu oradaki bir kaç gün. Bir kadın daha her şeyi göze alıp, kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeye geri dönmüştü. Zaman geçiyor, kadın yaşlanıyor, çocuk genç bir birey oluyor ama adam aynı adam olarak yola devam ediyordu. Bir kadın daha ayakta durabilmek için antidepresanlara mahkumdu artık. Kocası yüzünden, kocası ile birlikte psikiyatriste gidiyor, o kadar ki psikiyatriste bile anlatamıyordu yaşadıklarını. Nasıl anlatsın onca yaşanmışlığı. Yaşatılanları anlatmaya utanıyordu, gururdan. Anti-depresanlar yetmeyince, kocası yüzünden, kocası ile birlikte hastaneye yatmaya gidiyor, o kadar ki kocası çiçek alıp ziyaretine gidiyordu. Sevdadandır!
Adam aynı adam, kadın ilaçlarla ayakta durmaya çalışıyor ve bir çocuk babasının nasıl bir adam olduğunu bilerek, hastalığını bilerek belirsiz bir geleceğe doğru yaşamaya çalışıyor. Bütün bunlar olurken dağ gibi olamayan baba, kızına ‘Neden hala o adama yemek yapıyor, neden hala ona insan gibi davranıyor’, diye kızıyor. Ağzını her açtığında damadını yerden yere vuruyor, küfrediyor. Kızının gözlerindeki hüznü, acıyı, çaresizliği göremeyen bir baba! Torununu kastederek ‘’O çocuk olmasa, ben onu çekip almasını bilirim.’’ Diyerek aslında iyi bir baba olduğunun da altını çiziyor. Kurulan cümledeki çocuk kendisinin de torunu oysa. Fakat ülkemizde ‘ben onun piçine neden bakayım’ algısı hakim olduğu için babanın aklına kızı ile birlikte torununu da çekip almak gelmiyor.
Varlıklı bir babanın, kızına ayrı bir ev açıp yaşatabilecek kadar varlıklı bir babanın da hikayesi aslında bu. Vicdanını kocası işsiz iken kızına erzak götürerek rahatlatan baba toplumsal öğretilerin, aman millet ne derin önüne geçemeyerek kızını mutsuzluğa mahkum etmiş durumda.
Babalar dağ gibi olursa, kızlar güçlü olur. Baba evinden çıktığı an ‘ben artık senin ikinci babanım’ mantığına gebe olan toplumlar yüzünden mutsuz ve kimsesiz hisseden kadınlar ile dolu bu topraklar. Yazıyı gerçekten dağ gibi olan bir babanın sözü ile bitirmek istiyorum. Arkadaşımın dedesi bir gün kızı ile gelgitler yaşayan ve boşanmanın eşiğine gelen damadına “Bu çocuk oldu diye kendine güvenme, kızımı çekip almasını çok iyi bilirim.” Demiş. İşte bu cümle kızının arkasında dağ gibi durmayı bilen bir babanın cümlesidir. Kızını mutsuzluğun içinden çekip almasını bilecek bir babanın. Çünkü baba yaslanılacak dağdır, gölgesi sığınaktır, varlığı güçtür!
Umarım bu yazıyı en çok babalar ve geleceğin babaları okur.
Ya konu guzel de why so patriarchy diye sorarlar. Babalik, baba korumasi, dag gibi baba filan, yakismadi hic.
Yaslanilacak bir dag varsa o da insanin ailesidir ve aile tek babadan olusmuyor. Erkek erkege hesaplasma taktigi ataerkil zihniyetten degil miydi ne oldu simdi?
Kendi ayakları üzerinde durduktan sonra evlenmek, sonra olağan problem durumlara karşı kendi ayakların üstünde dururken aileden destek alabilmek.Ama bağımlı olmamak.Kimseye.Hiç kimseye.
Sana seni seviyorum demek benim olmanı istiyorum diyecek kadar bencilce bir şeydi aynı zamanda.Oysa özgürleştirmeliydi insan sevdiğini,kibirden uzak tutarak.
Aşk,
Bir babanın, kızını parkta kucağından indirip saçları savrularak özgürce koşuşunu,oynayışını,mutluluğunu izlemesi ve kızının içgüdüsel olarak,gerisin geriye babasının kucağına dönmesiydi.