Konuk Yazar: Camdan Prenses
Görsel: Michael David Adams
Hayatım boyunca etrafımdan hassas olduğumu duydum, hassas, duyarlı, alıngan, kırılgan, buluttan nem kapan. Elimde de değildi ve bence içimde bir yerlerde çok haklıydım. Zamanla bunları aştığım dönemler oldu, baş edebildiğim, görmezden gelebildiğim ama zaman zaman da tüm insanların üstüme karabasan gibi çöktüğü günler de. İnsanlar gerçekten bu kadar duyarsız, bu kadar kaba, bu kadar, bu kadarlar mıydı?
Tüm bunları en çok yaşayanlar anlayacaktır. İnsan kendini tanıdıkça farkına varıyor, bazen gerçekten insanlar saydıklarımız kadarlar, o kadar kötü, o kadar duyarsız, o kadar ağzından çıkanı kulağı duymayan, bazen de sadece tüm bunlara “alınan,” “takılan” bizleriz. Yalnız olmadığımı umut ederek bunu yazıyorum tabii.
Bir gün, insanın kafasında bir şimşek çakar ya hani bana da öyle bir şey oldu. Aklıma Prenses ve Bezelye Tanesi masalı geldi. Tüm masallar cinsiyetçi öğelerle doludur elbette ama bu masal biraz farklı benim için, ben bu masalda kendimi buldum. Kraliçe oğluna layık bir gelin arar, nedense tüm gelin adayları alelade gelir ona. Alelade adayların hepsinin prenses ve çeşitli meziyetlere sahip olması gibi bir durum var. Tabii nedense prens hayatının geri kalanını beraber geçireceği kadını aramak için hiç uğraşmıyor. Masalda kraliçe güçlü bir kadını simgeliyor gibi görünse de aslında ataerkinin erki bu sefer kraliçenin elinde. Diğer kadınları kendi aralarında yarıştırma hakkını görebiliyor kendinde. Tanıdık geldi mi? Ama benim anlatmak istediğim başka.
Kraliçe sadece diğer kadınları yarıştırmakla kalmıyor, onları eşi benzeri görülmemiş bir teste de tabi tutuyor. Gözüne kestirdiği prensesleri kat kat yatakların altına konulmuş ufacık bir bezelye tanesiyle test ediyor. Çünkü sadece gerçek prensesler o bezelye tanesini hissedebilir ve sadece gerçek bir prenses kraliçenin biricik oğluyla evlenebilir. Kraliçe uzun süre bu testi geçen bir prenses bulamazken kraliçenin tanrıya yakardığı yağmurlu bir gecede kapı çalar, içeriye gelen misafir prenses olduğunu söylese de ona kimse inanmaz. Yine de kraliçe bunu test etmek ister ve bu tanrı misafirini kırk kat yatak üzerinde yatırır. Prenses o bezelye tanesini hissetmiştir. Sabah gece rahat uyuyup uyumadığı sorulduğunda, prenses yatakta dönüp durduğunu söyler. O minik bezelye tanesi onu rahatsız etmiştir! Kraliçe aradığını bulmuştur. Mutlu son gibi görünen bir masal daha.
Masallarda kadınlara yöneltilen şiddeti bir süreliğine görmezden gelirsek… işte o prenses bendim!
O bezelye tanesini bile hisseden, ondan etkilenen, gece uyusa bile huzursuz bir uyku çeken… Tabii belki bu masal nezdinde şunu da hatırlatmalıyım kendime, bu prenses bu kadar hassasken geceyi dışarıda geçirebilecek kadar da kuvvetli, tek başına seyahat edebilecek kadar…
İnsanın kendini tanıması başkasını tanımasından daha zor, başkasını tanıyamayacağımızı kabul ediyoruz ama ya kendimizi, gecemizi, gündüzümüzü geçirdiğimiz o kişiyi… onu tanımanın bile bu kadar zaman alması çok ilginç. Yolun sonu özellikle, “Ya o insanlar o kadar kaba değilse, ben o kadar hassassa”a çıkıyorsa hele… Tabii ki herkes için olaylar böyle değildir, ama zaman zaman benim için böyle. Bu yeni moda deyimle bir “farkındalık”… Bunu keşfetmek biraz zorlayıcı ama biraz da iyi geliyor insana, düşünüp düşünüp dururken, “Ben biraz farklıyım galiba” edasıyla, “Ben biraz hassasım ya” diyerek insanları da, kendimi de suçlamayı bırakmak her zaman kolay olmasa da mümkün ve rahatlatıcı.
Yüzleşme süreci her zaman o kadar rahatlatıcı değil, doğuştan gelen bir durum ama işte benim suçum ne diyor insan. Bazı kitaplarda buna “süper güç” muamelesi yapılıyor mesela, haklılar da, ortamdaki o en ufak hava değişimini bile fark etmek olsa olsa bir süper güç olmalı. İşte bazen insan diyor ki fark etmemeyim ya, görmeyeyim ve insan bazen gerçekten alınganlık yapmamak için ya da hassas olarak etiketlenmemek için o bezelye tanesini görmezden geliyor. Bu sefer de anlamıştım ama kabullenmek istemedim diyor. Sonuçta kendimizle uğraşacağımız bir iş bu, her insan gibi seçimler yapacağız, yaşayacağız ve acı çekeceğiz, bazen biraz fazla maalesef. Bunu yazarken bile içim sıkıldı aslında ama işte gerçekler.
Ne olursa olsun o bezelye orada ama, onu bi kabul edelim…
Güzel…
Ne güzel ifade etmişsiniz! Size bu duyguyu hissettiren yaşanmışlıklardan bahsetmemişsiniz ama yalnız olmadığını bilmek iyi geldi. O masalı ben de çok severdim. Çocukken sürekli, “sen biraz kaprislisin ya!”, “agresif bir insansın ondan!” yorumları yapıldığı için ben de kendimi öyle anladım, öyle sandım. Halbuki çocukluk dünyamızda kişisel sınırlarımız ne kadar çok ihlale uğruyormuş ve ihlalci insanlar, bizim sınır koruma çabalarımızı nasıl kötülüyormuş şimdi anlıyorum. Haddi hesabı olmayan misafirler, odamızı bırakın kendimize ait bir yatağımız bile olmayışı, ders çalışma, yemek yeme, aile zamanlarının sürekli işgal altında oluşu, misafir gelmeyince “insanlara onları kıracak bir şey mi yaptık ki?” diye düşünmemiz sınırlarımızın nasıl da ihlal edilebilir olduğundan başka nasıl yorumlanabilir ki? Aslında bezelye tanesinden rahatsız olan prenses falan değildik bence… o bezelye bizzat bizdik, bir türlü kendine yer bulamayan gariban kendiliğimiz… Elinize sağlık, tekrar söyleyeyim, güzel bir yazı olmuş. Hassas ruhlar biraz daha fazla zorlanıyor galiba hayatta. Kolaylaşması ya da hassaslığın kabullenilebilmesi dileğiyle…