Konuk Yazar: Silahsiz Avrat
Bu yazıyı ortak kaygı ve değerleri paylaştığımı düşündüğüm insanların var olduğunu hissettiğim için yazıyorum. Her şeye rağmen kendimi hala Müslüman olarak tanımlıyorum. Müslüman ve gayet “binary” bir şekilde “kadın” olarak var olduğumu hissediyorum. Ölmek istemiyorum. Ayrıca Allah mutlaktır ve etikten münezzehtir.
12 yaşımda Müslüman olduğuma kendimce karar verip örtü kullanmayı seçtim.
-Bu çocuk oyuncağı değil.
-Tamam anne.
Cesurdum, radikaldim, katı ve muhafazakardım. Çünkü 12 yaşındaydım; çocuktum yani. Kendimce küçük bir Müslüman Kant’ı oynuyordum. Çok katıydım; sevgilisi olan kız arkadaşlarımla aynı ortamda bile oturmuyordum. Ama okula da örtüyle gidemeyecek kadar örtüden utanıyordum. Ailem serbestti, kafama göre takılıyordum bu konuda. Sabahları mini okul eteğimden utana sıkıla otobüs durağına yürüyor; okul çıkışı yine aynı “forma”yla eve dönüyordum. Sonra akşam dışarı çıkacaksam örtü kullanıyordum. Takılıyordum basbayağı. Okul gezilerine asla örtüyle gitmiyordum. Öğretmenlerimle sokakta karşılaşmaktan huzursuzluk duyuyordum. Ama bu eylemi sürdürmekten vazgeçmiyordum. Neden? Çünkü maalesef aşırı “uyumlu” , akıllı, çalışkan, doğru, dürüst, uslu çocuk olmalıydım. Bu bir onay alma eylemiydi. İnandığım tanrıdan, elbette “annemden” ve içinde olduğum Müslüman mahalleden. Besliyorlardı da bu davranışımı, olumluyorlardı. Çok küçüksün kızım amalarla başlayan cümleler en nihayetinde aferinle bitiyordu. Öyleyse ben “tamam” oluyordum. Sürekli yetişkin olmaya çalışarak büyümüş bir çocuk için muhteşem bir onay hissi yaratıyordu.
İlkokul “takılarak” bitti. Lise 1’de adeta kültürel şok yaşadım. 15 yaşındaydık ve sınıf arkadaşlarım ev partileri düzenleniyor, sürekli seks ve alkol muhabbeti yapıyor, asla duymak istemeyeceğim mizah örnekleri ve akran dışlayıcılıklarıyla kaçınılmaz bir uyuma zorluyorlardı. Uyum hevesimin sürdüğü henüz reaktifleşmediğim bir seneydi o da. Evde muhafazakar (asla İslamcı değil) aileme mahalleme, okulda partici arkadaşlarıma uyum sağlamayı denedim. Belirli limitleri hep korusam da sabahın 6’sında kalkıp makyajımı saçımı yapmayı, etek boyumu onlara göre ayarlamayı atlamadım. Hiçbiriyle okul dışında görüşmüyordum neredeyse ve uzun bir süre başörtüsü kullandığımı ya da namaz kıldığımı kimseye bildirmedim. Neden dışlanayım neden göze çarpayım değil mi? Sonra bu ciddi bir kimlik krizine doğru sürükledi beni tabii. 15 yaşımdayım, sabahları apayrı bir insan olarak dışarı çıkıp servise yürüyor okula gidiyor takılıyor, akşamları apayrı bir insan olarak yaşamıma devam ediyordum. Birini yok etmeliydim. Ya bu değerlerden kurtulmalıydım ki bu ihtimal aklıma gelmedi o yaşlarda ya da değerlerimi açıkça yaşamalıydım. Başörtüsü artık kaçınılmaz bir kurala dönüşmüştü, ömür boyu örtülü kalacağımı, asla sevdiğim bir insana bunu söyleyemeceğimi, asla sevdiğim adamı öpemeyeceğimi sarılamayacağımı, asla ateist, alevi, Yahudi, inançsız, alkolik, piercingli biriyle evlenemeyeceğimi düşünmeye başladım. İnsan o yaşlarda böyle basit detayları düşünüp düşünüp sıkışmış hisseder bilirsiniz. Ama yine de Kant ruhu sürüyor. Söz verdiysek dönmüyoruz felsefesiyle ben kendime çeki düzen vermeye başladım. Müslüman birkaç kızla arkadaş olduk falan derken lise 2’ye geldiğimde okulun kapısına kadar örtüyle gidebilecek cesarete ulaştım. Örtü kullanan arkadaşlar bilirler bunun nasıl bir eşik olduğunu. Yürek istiyor İstiklal Marşı okunurken kapıda örtüyü çıkarıp yamulmuş saçlarla lise bahçesine girmek. Zaten o kadar yüreklenemedim merak etmeyin, okula yaklaşırken çıkarıyordum tam kapıda değil. Ben tabii bu görüntüyü sahiplenmeye ve yaşamaya başladıkça psikolojik şiddete uğramaya da başladım kaçınılmaz bir şekilde. Yoldan geçen bir servisin camından kafasını çıkarıp “Sizden nefret ediyorum.” diye bağıran o kızı hiç unutmuyorum mesela; o da çocuk olduğu için radikaldi herhalde(radikal=çocuk). Ya da “Niye fotoğraf çekiniyorsun ki her yerin kapalı?” diyen teyzeyi de unutmuyorum (“Yine mi mağduriyet edebiyatı” Evet canım o bir klasiktir.). O yaşta böyle çok olay yaşadım. Lise gezilerimize bile örtüyle gitmek yasaktı, yani öyle söylüyorum. Tabii içten içe bileniyorsunuz bu durumda. Mevcut bir kimlik tanımı ve varoluş krizi içindeyken bunu deli gibi körükleyen insanların içine düşmüştüm. Lise 2’de neredeyse hiç arkadaşım yoktu sınıfta. “Makyaj yapmadığın ve erkek arkadaşın olmadığı için senle değil bla blayla takılcam artık.” diye yakın arkadaşı tarafından satılmış bir insandım. Ahahahah hayatımda duyduğum en dürüst gerekçeydi. Sonra vay efendim siz mi mağdursunuz… Toplumun bilmem kaçta kaçı Sünni Müslüman muhafazakar Türk… Ama yine de benim başıma bu sıfatlara sahipken bunlar geldi. Neyse lise 2 bu yüzden fark etmeden alt kültürlere ilgimin artmaya başladığı bir dönem oldu. Alevisi, ateisti, ulusalcısı, Kemalisti, apolitik memur çocuğu, İslamcısı, Nurcusu hepsinin olduğu efsane bir sınıfımız vardı. Ama herkes ağır ideoloji kasıyor öyle bir durum. İdeolojisi yoksa eğer o kop kop partici tayfadan zaten. Ama ideolojisi ne olursa olsun tabii herkes particilerle bir noktada eğleniyor, her zaman ortamcılar kazanır (First misleading (ilk yanıltıcı)). Neyse ben o zamanlar göz kalemi çeksem takvam zedelenir mi kafalarındayım ama bir yandan Grup Yorum dinliyorum, Nazım Hikmet okuyorum, Zülfü Livaneliler falan. Sol popülist her şey beni çemberine çekiverdi. Ama solmuş sağmış onu bilmeden sevmeye başlayıp, her seferinde bakıyorum bizim muhafazakar mahallenin kafaları değil bu adamlardaki. Neyse sonra ayırdına vardım lise 3 gibi. Dedim benim olduğum çemberle bu adamların olduğu çember acaba nasıl kesişebilir? O zamanlar yok ki anasını satayım “antikapitalist Müslümanlar” minvalinden gruplar. O zamanlar Nurcular var bi de Türkan Saylancılar (adk mıydı?) var, “Öldürün beni.” öyle bir durum. Neyse lise 3-4 Grup Yorum, Grup Kızılırmak falan dinleye dinleye bitti. Allah’tan komunist bir rahmetli dayım varmış. “Oh!” dedim, yakınlarda biri varsa, o kadar da kötü bir şey olmamalı. Dayımın defterlerinde Ferhat Tunç şarkıları falan yazıyor. “İşkencede günlerce özgürlük mahkumları” o şarkıyı annemden öğrendim. Hayır sen Karadenizli muhafazakar bir ailenin kızısın-oğlusun. Sen Ferhat Tunç’u nasıl anladın bana bi anlat? Bunları anlamanın tek ortak koşulu muhalif ruhun canlanması bir şekilde.
Neyse sonra müzik üzerinden benim zihniyetim, perspektifim, değerlerim vs heeepsi değişti. Sadece müzik ve edebiyat üzerinden. İki tane de zeki olduğunu düşündüğüm sosyalist hocam vardı Allah razı olsun. Onların da katkısı olmuştur. “Nasıl ya hocam siz Kanuni Sultan’a böyle bir şeyi nasıl dersiniz, asla oğlancı değl Müslüman oo.” diye bağırdığım günler geride kalmıştı. Milliyetçi, ulusalcı, Osmanlıcı, töreci zihniyetten lise 4’e geldiğimde yırtmıştım. Kafam açıldı bayâ bildiğin 4-5 beden kafam genişledi. Ama iyi mi oldu? Hayır… Alevileri, Kürteri anlayacağım, Madımak’a ağlayacağım, sosyalizmi araştıracağım, TKPli Grup Yorum konserlerine gideceğim ama Müslüman bir kadın olarak okuyup kendimi kuracağım derkeen git gide bir subculture (altkültür) içinde kendimi bulmaya başladım. Bir süre sonra ne Müslümanların ne de diğerlerinin sevmediği, asla kimseye yaranamadığım ve yapayalnız kaldığım endemik bir türe dönüştüm. Çevremde bana benzer kimsem yoktu; hiçbir rol modelim yoktu; içimde barındırdığım değerler karışımının tamamını bulabileceğim hiçbir toplumsal grup yoktu.
Sonra dedim ki tamam ben bir gruba ait olmak zorunda değilim. Kendi kendime Müslüman olarak ama birtakım insani değerleri de yaşatmaya devam ederek, eleştirerek ve sorgulayarak bu olayı sürdürürüm.
Üniversiteye geldiğimde tam olarak olmak istediğim insana dönüştüm. Üniversitede liseye ek olarak karşılaşıp tanıştığım LGBTi insanlarıyla beraber çığır açtım kafamda. hümanistin tillahına döndüm. Adeta ara bir forma dönüştüm. Namazsa namaz, tesettürse tesettür, zinadan uzak mıyız oo efsane. Pompei mi? Ya onu öyle düşünmemek lazım. Tokalaşsam mı tokalaşmasam mı?”, o seviyelerdeyim o zamanlar hey gidi günler harikaydı. Ama bir yandan her çeşit etnik kökenden, farklı ideolojik kafalarla yan yanayım. Beni tutan tek şey şu:
Bu insanların mevcut itici saygız Müslüman prototiplerini yıkabilirim. Benim bir rol modelim olmadı, ama ben birilerine alternatif rol model olabilirim. İnsanları yargılama sadece sev ve öğretini sadece anlat. Bildiğimiz tebliğ kafasıyla kimlerle oturmadım, ne muhabbetler dinledim. Herkese saygı duymalıyım ki herkesten saygı bekleyeyim, harika… Öyle olmadı ama. Sonunda taptaze mis gibi bir liboş oldum.
Büyüdüm yani (liboş = yetişkin).
Öyle bir an geldi ki hayatımda Müslüman olarak yaşamaya çalışan hiçbir kadın yoktu; kesinlikle benim İslam’ı algılayışım ya da yaşam tarzımı onaylamıyorlardı. Asla ve asla aynı eksende değildik. Yani ortaya geleyim derken adeta unutulmuş bir kıyafetle tahteravallinin öbür ucuna kaymıştım. Bir proje olarak varlığım ve kimliğim elimde patladı. Diğer cenahtaki arkadaşlar da “Sen istisnasın yeaa, Müslüman kadınlar senin gibi değil.” diyerek beni içinde olduğum gruptan ayırmışlardı zihinlerinde. Tam olarak amacıma hizmet edemiyordum. İslam’a mal olması adına yaptığım hiçbir olumlu tavır İslam’a yorulmuyordu ve ben o insanlara İslam adına katlanmaya devam ederken onlar bunu içimden geldiği için yaptığımı düşünüyorlardı. Yani bir temsil olmaktan çıkmıştım; beni bir temsil olarak almıyorlardı çünkü artık prototipten normalden uzaklaşmıştım. Diğer yanda Müslüman kadınlar birbilerine takva cakası(!) satarken ciddi anlamda beynimi yakıp beni dışlamışlardı. Evlenmek farzmış anam! Günlerce bunu o bir grup kadına anlatamamıştım. Onlara göre zaten bunu diyorsam dinden çıkıyordum. Yani yıllardır inandığım tanrıyı, Allah’ı yani Rabbimi onlara bırakmamı istiyorlardı. Öylesine sahiplendikleri ve yanlış anladıkları bir din vardı ki; asla aynı şeye inanmadığınızı ama aynı tanrıya inandığınızı kabul etmek felsefi sınırları zorluyordu. Sonunda onlardan ümidi kestim. Bir temsil yaratamadığımı fark ettiğimde örtüden vazgeçtim. Üniversite 3tü.
Toplumsal gruplara saygı ve hoşgörünün bokunu çıkardığımı o grupların “tamamı” tarafından hiçbir şekilde saygı göremeyeceğimi anlayınca fark ettim. Neden bu saygısızlığa katlanıyordum ?
Açıldığımda “Senin bunu yapacağını biliyordum, çünkü entelektüel zeki bir kızsın.” diyen o ahmak insanlara “Bunu yaptım ama doğru olduğunu savunmuyorum.” diyordum. Bunu gerçekten çok az insan anlıyor sevgili reçel yapıcılar.
Artık insanlara ne olduğumu anlatma savaşını bıraktım. Toplumsal gruplara saygı duyma gayretimi de. Sadece bireyleri görüyor, sadece bireyleri dinliyor ve sadece bireylere saygı duyuyorum. Hâlâ inandığım dini sorguluyor, ama kaçınılmaz bir şekilde Allah’a inanıyorum. Bu sevgi gibi işte. Seviyorsan seviyorsundur. Dilersen yalan söyleyebilirsin ama yine de seviyorsundur. Müslüman bir kadın olarak burdayım ve ne kadar yetişkin ya da çocuk olursanız olun hepinizi seviyorum. Kişisel hayatımda sizi asla erkeklere yedirmiyorum ;). Her zaman yan yana hissediyorum. Deli liberal oldum bu arada… Trol bir şekilde Müslümanlığımı yaşıyorum. Kimseye yaranmaya çalışmıyorum ya da anlaşılmaya da öyle. Asla anlamazlar. Ama bence bu blog beni anlayacak kadınlarla dolu olabilir.
Sevgiyle kalın…
Merhaba bu blogu çok seviyorum ve aylardır her hafta düzenli olarak girip yazıları okuyorum. Az çok yazılan bütün yazılarla ve yazanlarla empati kurmaya çalışıyorum. Lakin bu yazıda benim hissettiklerim var, bu yazıda benim kalbimden birkaç parça var adeta, İlk okuduğumdan beri düşünüyorum, iki farklı insan bir sürü farklı olay, nasıl bu kadar ayni hissedebiliyorum… Sana kucak dolusu sevgiler. Bu blogu açan güzel insanlara da selam olsun. Elleriniz dert görmesin, kirpiğiniz yere düşmesin :)
Yazı çok sağlam ve hakikatlerle dolu. İnsan olduğumuzun hakikati :)
Şu kısmı okuduğumda evet işte ben de bunu hissediyordum hep dedim kendime. “İslama mal olması adına yaptığım hiçbir olumlu tavır islama yorulmuyordu ve ben o insanlara islam adına katlanmaya devam ederken onlar bunu içimden geldiği için yaptığımı düşünüyorlardı.”
Bunu farkedip de bir dönüşüm yaşamayan pek az insan olduğunu düşünüyorum. Sizi anlıyorum, kucaklıyorum. Allah büyük ve çok güzel.
Yazı bize ulaşıp yayına hazırladığımız zamanın başlangıcından bugüne çok ama çok heyecanlandırdı beni. Çoğu detay benim de serüvenimle birebir uyuyor. Ben yazmışım gibi okudum birçok yeri. İyi ki yazmışsın sevgili Silahsız Avrat! Buraya yorum da yazmak istedim ben de heyecanımı :)
Ayrı şehirlerde de olsa aynı duygu ve düşünceleri hissettiğin insanların varlığı paha bicilemez. Ne mutlu kendini özgürce yasayabilene. Kendini bulmus olabilene. Kimseye benzemeyip kendini var edene.
Muhteşem bir yazıydı Silahsiz Avrat :)
Bu yazının sonunda hala “başörtülü” olanı benim.Yalnız değilsiniz.Hatta ben yanıma bizim gibi başörtülüler buldum.N’apsak biz de mi kendimizce bir topluluk oluştursak? :) bir din adamının kızı ve sahil şeridinde bir şehirde ergenligini geçirmiş biri olarak o gelgitleri ben anlamayayim da kim anlasin? Başörtülüysen Akplisin başörtülü muhalifsen fetocusun.Muslumanlar cok yobaz.Zaten hep bizim yuzumuzden bu ulke bu halde. Yine mi magduruz :/ Atilan laflar,ogretmeninin asagiladigi onca gun,ulkedeki “solun” daimi savunucusu kizil kisa sacli teyzeler.Ve asla kendi cevresi disina çıkmadıgi icin seni yargilayabilecegini sanan sozde ultra dindar ablalar,amcalar.Hepsi ustumuze ustumuze gelirken.Yine mi magduruz? Biriyle tanışıyorsun ideolojisini her seyin önüne koymus oluyor.Digerine bakiyorsun ozgurluk naralarini hep kendi icin atmis oluyor.Ya dini yasayisin elestiriliyor ya da neden yasadigin.Biz yine mi magduruz?
efsane bi yazı olmuş!
Elinize sağlık, içinde bulunduğumuz dilemmayı samimice özetlemiş ama ben bu durumun, sürekli müslüman kadınların psikolojilerine negatif biçimde kazınmasından, etki bırakmasından çok sıkıldım. Ya yeter. Bütün bu yaşananlar bizi mahvediyor; zaman zaman dinimizi, inancımızı karşımıza alıyoruz filan. Biz bunları hak edecek ne yaptık? Neden müslüman kadın kimliğini reddedenler bize bunu yapıyor? Oturalım konuşalım, çözelim. Karşılıklı adımlar atalım. Bitsin bu savaş. Ben müslüman kadın kimliğini reddeden kimselerin sesini, eleştirisini duymuyorum hiç bu konularda? Bilen ses versin. Hakir görülmek canımıza tak etti.
Kendi ilk gençlik yıllarımı, buhranlarımı, sorgulamalarımı gördüm. Olmak istediğim kimlik kabul görmüyor, her an bir yabancı tarafından hakarete uğramaya, eleştirilmeye açık bir hedef tahtası olarak görüyordum kendimi. Örtünmekten vazgeçtiğimde kimsenin sözel şiddetine maruz kalmadan rahatça sokakta yürüdüğüm anı, bir de ilk örtündüğümde “olmam gereken halimle Rabbimin huzurundayım sonunda” duygusunu, gururunu unutmam mümkün değil.
İnsanın,inanç dediğimiz şeyi hayatına yerleştirmesi uzun zaman ve sabır isteyen bir eylem aslında. Türkiye’de ise kişiden beklenen şey, kabul ve onay aşamalarını hızlıca geçip prosedüre uygun makul bir hayat sürmesi ve buna karşı sarsılmaz argümanlar geliştirmesi. Bu şablonun hazır olarak kişiye sunulduğu ortamlarda bu tarz savrulmaların yaşanmadığı tek bir örnek görmedim ben, kişi içine doğduğu mahallenin kabullerini alarak yolunu bulmaya çalışıyor, otuz sene önce annesinin inandığı şeyi bugün kendisi de kabul ederek varlığına bir mana yüklemeye çalışıyor. Türkiye’de bence her iki tarafın da ciddi sıkıntıları var, hem sağ hem de sol kendi içinde anormal radikallikler taşıyor, birinden birine ait olmak demek karşı tarafın ancak tümüyle reddedilmesi ile ancak sıhhat buluyor. Öteki türlüsü biraz kendini kandırmak gibi. Bir de şu var, bizler insan olmaktan önce kimlikli oluyoruz ve ondan sonra diğerlerini tanıyıp tanımayacağımıza karar veriyoruz. Sonuçta kişinin salt varlığı ile değer görmediği toplumlarda, sonuna eklenen -cı ve -cularla bir görünme gayreti baş gösteriyor ki bu da en sıkıntılı yaşam formu bence.
Lütfen lütfen yazarin sosyal medya hesaplarini paylasin.Sanki kendimle muhabbet ediyormusum gibi…Tanimama gerek kalmadan dostluk hissettim bu kiz kardeşe.Gel bak aynilarini ben de yasadim deyü sivazladi sanki sirtimi. :,)
Benzer bir dönemi bende yaşadım. Aynı sizler gibi müzikler dinliyor. İlkay Akkaya’nın yeni albümünü koşa koşa gidip alıyor. bunları yaparken de başı kapalı hayatıma devam ediyordum. İlkay Akkaya dinlerken Ömer Karaoğlu’da dinliyordum. İkisini de çok seviyordum. bir farkla çevrem daha muhafazakardı ve ben başörtülü olmaktan mutluydum. Böyle olması sorun muydu ? Hiç yaşamadım ta ki çalışana kadar. Çalışmaya başlayıp ta örtüsüz bir şekilde kongreye katılmak zorunda kalınca nerede kapalı nerede açık olduğumu şaşırdım. Şimdi düşünüyorum da ordan sağlıklı bir şekilde çıkmamın tek dayanağı bir gün bu çilenin biteceği inancıydı sanırım. Açar mıydım başımı tamamen? Hayır ! Sen bizi yolda bıraktın sattın diye başını hiç açmamış arkadaşlarımın aksine açmadım. Yasak kalkar kalkmaz çok şükür örtümle girdim üniversiteye. Sıkıntımız halen var mesela örtülü isek tek bir siyasi görüşe sahipmişiz gibi davranılması. Mesela kıdem mevzularında halen o içereden bileylenenlerin var olması gibi ama olacak zannımca bunlar yaşanılması gerekiyormuş. Bu bir olgunluk meselesi diyorum ben toplumun olgunlaşmamış yapısı insanı içi ile değilde dışı ile görmeye devam edecek. okumak cahlliği alacak eşşeklik baki kalacak…..
Sen nasıl müthiş anlatmışsin öyle… Ayni varoluşsal problemleri izmir de öğretmen olunca yaşadım hala yaşıyorum. Şunu anladim ki saygı duydukça saygı görmüyorsunuz ve saygıniz sizin bunu içsel dürtülerle devam edebilmenizle alakali hale geliyor. Önemle üzerinde durulmasi gereken şu ki saygı değerlerinden taviz vermeden yerine getirilmesi gereken bi görev. Ben bu hataya düştüğümu anladığım zamanlardayim.. Iyi ki reçel
“Bunu gerçekten çok az insan anlıyor sevgili reçel yapıcılar.”
Yazı için çok teşekkürler. Galiba reçel yapıcı herkes bir şeyler bulacak bu yazıda. Çok iyi.
Ama bu ben! Her satırını yaşayarak okudum. Aklım; sadece eteğim biraz daha uzun olduğu için bana şeriatçi lakabını takan tiplere, markette beni görüp ne bu böyle ninelere benzemişsin diyen biyoloji hocasına, her seferinde ama her seferinde ısrarla sen istisnasın diyerek beni ruhsal sorgulamalara sürükleyen arkadaşlara gitti. Şimdi bakıyorum da aslında pek istisna da değilmişiz. Sadece o zamanlar Reçel yokmuş, birbirimizden haberimiz yokmuş.
Müthiş bir yazı. Bir solukta okudum. Neye ve kimlere mensup olduğunu çözemeyen bir erkeğim. Bu bloga ve katılımcılarına çok değer veriyorum. Lütfen varlığınızı ve üretmeyi sürdürün. Ve (gerekirse birlikte) Müslüman mahalle dışındakilerin ve kadın olmayanların da destek olabileceği kanallar oluşturmaya çalışalım. Uygun bulunduğu takdirde ve ölçüde burada yazan insanların ve büyük bir merakla okuyanların daha sürekli bir iletişimde kalabileceği platformlar oluşturmayı da deneyelim – naçizane. Çok sevgiler.
Evet bu yazı beni de anlatıyor, bazı şeyler gözümün önünden geçti resmen:
Ortaokul boyunca okul dışında dershane dahil her yere başörtülü gittim. Küçücük halimle garipsiyordu hocalar ama, çocukluk işte hiiç önemsemiyordum. O zaman boyunca sınıfta/tüm şubede tek başörtülü hep ben oldum. Yıl 2003 falan.
Ama sanki içimden bir ses, bunlar ben başörtülü olduğum için kim bilir ne garip bakıyorlar bana derdi, kendimi geri çekerdim.
Ortaokul bitti, liseye geçtim, o zaman da okula başörtülü gitmek istemedim. Lise sınıfımda dershane kataloğundaki başörtülü fotoğrafımı gören arkadaşlarımın şaşırması, hocaların kataloğa bakıp “Kim ki şu kız?” demesi, başka sınıftan öğrencilerin “Bu sınıfta türbanlı varmış kim ki o?” demelerinden sonra iyice içime kapandım, sonra hatta okul değiştirdim.
Gel gör ki o okulda da başörtülü gitmek istemiyordum. O dönemler yakın arkadaşım okula başörtülü gitmeye başlama kararını, sonunda bunu yapabildiğini heyecanla anlatmıştı. Ona rağmen ben gene yapamamıştım. Onu yapamıyor olmanın suçluluğuyla hiçbir zaman okulda saçıma özenmek, makyaj yapmak, güzel görünmek istemeye hakkım olmadığını düşündüm. Bir yanıyla tüm bunlara arzu duyarken, diğer yanıyla kendimi silikleştirmek için baskı uyguladım. Her şey iyice saçmalaştı.
Üniversiteye başlamayla, bunların hepsini geride bırakmaktan çok mutlu oldum. Tüm sıkıntılı dönemlerim, unutayım istediklerim, kendimle ilgili sevmediğim her şey geride kalmıştı, fakat böyle şeylerin izleri de o kadar kolay geçmiyormuş sanırım.
Acaba bu üst düzey hümanizmi İslam’a yormaları gerektiğini söyleseydin yormazlar mıydı? Belki de yorarlardı. Çünkü düşünüyorum da belirtilmişse ben yorardım İyi şeyleri, kötü bildiğimiz şeylere yormayı akıl etmek, her zaman çok da mümkün olmuyor. Bir kere yorasımız gelmiyor. Antikapitalist Müslüman filan bilmeyen, ortam sosyalistleri ,kopkopçular, kendince politikler, başka başka kimliklerin ve ideolojilerin radikallari vs. olarak bize, İslam ve kadın denildiğinde, ezilmekten memnun, ezilmeyi reddeden herkeslere düşman, evdeki pipilinin münasip bulmadığı tüm kimliklerin dışlayıcısı gibi bir şey geliyor otomatik olarak gözümüzün önüne. Haliyle başka bir İslam temsilinin, bu bir İslam temsilidir şeklinde açıklanmasına muhtaç olabiliyoruz. Açıklanmadığında, bunu İslam’a yormak aklımıza gelen en son şey bile olamıyor. Kişinin öyleliğine, güzelliğine, iyiliğine yormaksa içgüdüsel bir davranış gibi. Şahsen ben öyle bir İslami kadın temsiline hiç rastlamadım. Ne yalan söyleyeyim rastlasaydım da bunun bir insani güzellik değil İslami güzellik olduğunu anlayabilmek için belirtilmesine ihtiyaç duyardım. Hatta şu İslam da her zaman çok fena bir şey değilmiş galiba diye düşünüp gülümseyebilme ihtimalim yüksek olurdu böyle bir temsil karşısında. Ama yani, ı ıh, yok belirtilmeden ben de anlayamazdım. Bu arada, velev ki kimseleri gülümsetmedi, direnişler ses gibiymiş. En kötü olasılıkla uzay boşluğunda kaybolurlar ama asla bütün bütün yok olmazlarmış. Biz öyle duyduk ;) Kaç tane direnmiş, direnirken kaç kere kırılıp incinmişseniz, kaç yerinizden parça pinçik edilmişseniz, her birisi hiç şüphesiz ki sizin, sizin olan hiç şüphesiz ki bizimdir. Elinize sağlık.
Merhaba!
Ben de okurken ‘evet bunu da yaşamıştım, evet bunu da hissetmiştim, inanmıyorum aynısııııı’ tepkisini verenlerdenim :)
Çoook sağol SilahsızAvrat! Bize bizi hatırlattın :)
Tüm imajları yıkmalıyız, saygılar
Aşağıdaki yorumların tümünü okudum muhafazakar ailelerde yaşayıp da “korunaklı” olmayan okullarda çevrelerde büyüyen hemen herkes aşağı yukarı aynı şeyleri yaşamış belli ki.
kendinden farklı olanı ilk kez üniversitede gören ben için duygularınızı tam anlamıyla idrak etmem mümkün değil. Ben de kendi büyüdüğüm kimliğimi şekillendirdiğim islamcı camiada çok yalnızlık çektim türlü sebeplerden. Üniversitede bir ara yok sayıldığımı gördükçe ben de açılmayı düşündüm sonrasında (asla kinaye,ima söz konusu değil) hamdolsun ucundan döndüm.
Her neyse konu ben değildim:
Yazara sormak istediğim bir şey var, hakikaten yargılama maksatlı değil anlama maksatlı sorulmuştur, niyetimiz halis ve muhlistir efem:
“Bir temsil yaratamadığımı fark ettiğimde örtüden vazgeçtim.” demişsiniz.
Örtünüzü ilk taktığınızda ve sonra da tüm zorluklara rağmen takmaya devam ettiğinizdeki saik temsiliyet mi idi?
Yani samimi hislerle sorguladığım husus bu: Biz temsiliyet için mi örtünüyoruz? Teslimiyet ile temsiliyet arasındaki fark ve/veya bağ ne ola ki sizi bu sonuca getirmiş?
Sevgiler
Bir not olarak eklemek isterim: Bende durum tam tersi haldeyken benzer durumları yaşadım. Aile çevrem muhafazakar değilken, okul ortamım (üniversiteye kadar dindar ailelerin çocuklarını gönderdiği bir özel okulda okudum) “korunaklı” idi. Başörtülü olarak okulda rahat edip, dışarda mücadele etmem gerekiyordu. “Farklı” insanlarla değil dışarda karşılaşmak, kendileri yakın akrabam, hatta kimileri çok sevdiğim akrabam olduğu için her türlü insanla iletişime geçmeye hazırdım. Yorucu kısımları işte yukarıdaki yazıda anlatılıyor.
mollasuhte merhaba
çok güzel ve haklı bir soru sormuşsun bana.
kapanma hikayemin başlangıcını okudun. onay hissi ve tamam olma gereksinimi idi. o yaş için teslimiyetti amaç.
sonrasında temsiliyet amacına nasıl döndüğünü de kimlik krizine bağlayabilirsin.
arada hiçbir zaman örtünün asıl maksadını unutmadım merak etme. o sebeple de bu tavrımı olumlamadım.
ama kişisel yaşamımda örtünün hiçbir koruyucu yanı kalmamştı artık. özellikle erkek arkadaşlar kuzenler vs ile yakınlığım noktasında beni kendi vicdani sınırlarım tutuyordu. belirleyicim örtü olamadı. bunu da çok düşündüm hatta ama dediğim gibi bazı şeyleri hala sorguluyorum. sadece benim örtünün maksadı ve anlamını bilişsel olarak anlamam yetmedi. vicdanla tutarlı gitmesi apayrı bir içselleştirme serüveninin sonucu. ben başaramadım. belki bir gün bu şuur bir takım okumalarla yeniden bana varır. ama şuuru gelene kadar kendisini harcamamaya kararlıyım. kafası gelmedi yani kız kardeşim:) bana dua et. şans dile.
Eyvallah :) yazıda bulamadığım sorumun tatminkar cevabını almış oldum. Teşekkür ederim.Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Şuur bizde de ara ara gelip gitmekte netice itibari ile imtihan olmaktayız an be an. Kimimiz senin gibi daha dürüst davranıyor cesurca veya kimine göre de direnmeyip bırakıyor. Veyahut tam tersi. Herkesin hayatına kimse karışamaz :) Her hikayenin parametreleri farklı olduğundan neyin doğru olduğunu Rabbim bilir, sizi de bizi de istikamet üzere eylesin inş.
harikasiniz ve iste burada anahtar kelime birey demek istiyorum! toplumsal gruplar toplumsal grup oldukca kendi iclerinde birilerini ezmeye otekilestirmeye devam edecekler, o katman katman olan baskilar somurulerin bir kismi illa ki gormezden gelinecek cunku kol kirilip yen icinde kalacak. ve kategoriler gercekten bizi `baskalarinin` onlara atfettigi anlamlara esir ediyor: sizin `musluman`dan anladiginizla kafasi zorla ortulen iranlinin `musluman`dan anladiginin ayni olmamasi gibi. o yuzden iste birey olup bireyleri anlamaya calismak bana da kisisel hayatimda cikar yol sunan tek formul oldu simdilik. ve kesinlikle tanrinizi, siyasetinizi, kimliginizi `onlara`, `kollektivitelere, cogunluklara birakmak zorunda degilsiniz/degiliz. selamliyorum cesaretinizi :)
sizin hikayenizi bire bir yaşadım.Ben lise 2 de çıkartım o örtüyü kafamdan.Şimdi 37 yaşındayım.Ama ruhumdan çıkartıp atamamışım Örtünmek için nasıl yanıp tutuşuyorum bir bilseniz namazdan sonra o örtüyü çıkartmak istemiyorum artık.Ama buna eşim izin vermiyor.Ama şuna da canı gönülden inanıyorum Allah bir gün bana da tekrar nasip edicek inş.
Bu yazı sanırım beni de anlatıyor,bir erkek olarak.Elimde Osmanlı Tarihi kitabı, çarşafın zorunluluğunu anlatıyordum,dini hiçbir referans veremeden,hatta bilgim dahi olmadan. Sonrasinda İlkay Akkaya, Umut Altınçağ dinlemeye başlamış, o çerçevede şekillenmiştim :)
“Bir süre sonra ne Müslümanların ne de diğerlerinin sevmediği, asla kimseye yaranamadığım ve yapayalnız kaldığım endemik bir türe dönüştüm. ” Gülerken gözümden yaş geldi. Bilmiyorum esprili bir dille yazmadınız belki ama. Hangimiz dönüşmedik?
“Diğer cenahtaki arkadaşlar da “Sen istisnasın yeaa, Müslüman kadınlar senin gibi değil.” diyerek beni içinde olduğum gruptan ayırmışlardı zihinlerinde.” gelinen son noktaya baktığımızda, gerçekten de onlar gibi değilmişsiniz.. demek geliyor içimden..
yazınız biraz günah çıkarmak, onaylanmak, kabul görmek, kalabalıktan sıyrılmak…. gibi hislerle yazılmış.. en azından ben öyle hissettim.
“Bir temsil yaratamadığımı fark ettiğimde örtüden vazgeçtim. ”
bu kısım biraz bahane, daha çok kolayına kaçma gibi geldi. örtü; temsil oluşturmak için kullanılmaz.. şöyle tamamlanabilirdi; “”Bir temsil olusturamadığımı fark ettiğimde, insanları bu kadar ciddiye almaktan vazgeçtim. ”
sevgiler..
gelinen son noktaya baktığımızda “onlar” gibi değilmişsin dediğin onlar “müslüman kadınlarsa” sen zaten bu yazıyı hiç anlayamamışsın Aylin… Yazıda bahsettiğim insanların bir temsili olarak seni de bu yorum kısmında şekil A yapmış oluyorum, üzgünüm. Günah çıkan bir şey mi hadi bize biraz anlat; aynı çatışmaları yaşadığın için mi bu kadar saldırgansın? Örtü temsil oluşturmak için kullanılmaz; ben öyle kullanıyordum demek ki, vazgeçtim. aynı babana benziyorsun; katı yargılayıcı ve donuk.
Sevgiler,
geldiğiniz son nokta muazzam bir başarısızlık.. daha güçlü olmalıydınız.. herkesi memnun etmeye çalışan kaybolur..
benim ne olduğum, kim olduğum önemli değil! hala başkaları ile uğraşıyorsun, içine bak!
not: seni çok iyi anlıyorum:) sevgiler..
ooo oksimoron diyorsun. muazzam başarısızlık falan ;)
daha güçlü olmalıydın silahsız avrat dahaaa dahaaa . bu değil. bu hiç değil. daha başarılı biraz daha başarılı.
bir başarı olarak müslümanlık hikayesi.
canım aylin. sen beni anlayaydın; ben sana cevap vermezdim.
heyecanlanan kisilerin aksine ben sadece huzunlendim bu yaziyi okurken. muslumanligi kimlik ya da kiyafetler uzerinden sekillendirdigimizde yol bir sekilde bu mecraya dogru gidiyor. insan olarak oykunuze saygi duydum ama bir musluman olarak satir arasindaki seyleri okurken uzulmekten kendimi alamadim.
Merhaba ,
Bende durum tam tersi oldu. Kendimi ait hissetmediğim bir grubun içinde gorünmek istemediğim için örtünmuyordum. Sonra grubu boş verip tüm o ön yargıları gogusleyerek farz diye örtündum. Ve bence ciğer isteyen bir şeydi bu benim için. Sizi yargilamiyorum yanlış anlamayın. Simdi cocuklarim var ve iyi ki Allah nasip etmiş diyorum.yoksa nasıl anlatacağım farzları ? Bu benim seçimim. Yanlış anlamayın yazdıklarınıza katılıyorum, aynı kafadan olduğumuz için. Ama işte herkes bir seçim yapıyor. Saygı duyuyorum.
Nasıl da yıllarca hepimiz bilmeden aynıymışız ve hep kendimizi suçlamışız…
bir erkek olarak buraya yazmaktan kaçınıyordum uzun zamandır. zaten hayatın her alanında erkeklerin müdahale ve itirazlarına yeterince muhatap oluyorken, en azından burası kadınlara ait olmalı diye düşünüyordum ama bu yazıyı ben de çok beğendim ve okurken heyecan duydum. bu ismi seçme nedenim de, gerçek hayatta benzer hikayeler karşısında takındığım tavır (ya da eskiden takındığım tavır demem mi gerekiyordu) ne kadar dönüşürsek dönüşelim hepimiz bir şekilde bir orhanizasyon sürecinden geçtik ( sevgili orhan alınmasın ama orhan’ın bir kavram haline gelmesine de bayıldım). (daha) müslüman olduğum zamanlarda bu hikayelere küçümser bir tavırla bakardım. bunca zıtlığı kimliğinde taşımak (LGBT dostu, liberal, feminist, dindar kız vs) üzerinde düşünülmemiş bir hayatın ürünü olmalıydı ve çoğu örnek için bu algımın bugün de doğru olduğunu düşünüyorum. tabi, tutarlı yaşayanların çok büyük çoğunluğu da üzerinde düşünülmemiş hayatı yaşıyor, ek bilgisini de önceki tespitin yanına koyuyorum. şimdiki beni heyecanlandıran ise, tutarsızlıkların zenginliği oldu. içeriklerin her birine pek çok itiraz yöneltebilirim ama bu zıt içeriklerin bir aradalığı çok heyecan verici. hayatın dinlerden, ideolojilerden, doğru-yanlışlardan daha büyük, zengin ve güzel olduğunu görmek; kendisine biçilen ve en yakışan olduğu iddia edilen mükemmel elbiselerin patlamış dikiş yerlerinden fırlayan et parçalarını gördükçe, hayatın o güzel fizikli kadınlara benzemediğini görmekten mutlu oluyorum. çünkü hayat anneme benziyor yani o mükemmel elbisenin içine girebilecek bir vücudu olmayan, kusurlu ama en sevdiğim kadına. (burada yazar hayatı dişilleştirerek, erkek egemen toplum içinde şekillenen bilinçaltını farkına varmadan ortaya koymakta). dinler ve ideolojiler ise bize ekranlarda gördüğümüz mankenleri övüp durmakta. ama gerçeklik ne mutlu ki sınır tanımıyor ve böyle endemik, mutant, eciş bücüş örnekler çıkarıyor karşımıza. Liboş olman kötü ama kendini anlatma savaşını bırakman çok güzel. diğer yorumları da okudum ve kafamda kurguladığım kişiliklerden sapan çok kişi olduğunu görüyorum . bundan sonra sizi ( siz kim, biz kimiz; ben hangi kimin kimsesiyime girmiyorum ve ifadem için af diliyorum) kusurlu ve gerçek birer insan olarak algılamaya çalışacağıma da söz veriyorum.
Gözlerim öyle çok doldu ki.. Üniversite hayatımın ilk yılındayım,sorgulamak,kaçmak sonra yine yakalanmak,belki reddetmek ve kabul etmek,anlamak ve anlaşılmak istiyorum. Karmaşa içinde geçen bu günlerde aynı hisleri paylaşıyor olmak bir yana,anlayışlı ve farklılıkların bilincinde olduğun için teşekkür ederim.Aynı şeyleri yaşamamış olsaydım da,yeniden teşekkür eder gözlerinden öperdim.Çünkü biz insanlık’ nedir bunu oturup konuşamaz hale geldik. İyi ki varsın güzellik.
üniversitedeyken türban sebebiyle okula gelemeyen arkadaşlarım için protesto yürüyüşlerine katılan mini etekli bir kadın olarak paylaşmak isterim ki; çevreden benzer yaklaşımları bende/bizde yaşıyorum/yaşıyoruz. senin gibi “ılımlılar” yüzünden, “onlar” senin mini eteğin için yürür mü sence, deist olduğunu saklamadan nasıl iletişim kurabiliyorsun “onlarla”, ne demek feminizm/hak ve özgürlükler herkes için (örtülü, örtüsüz, trans, natrans, erkek, inançlı, inançsız, etnisite vesaire vesaire), yahu sadece eşinin fiziksel görüntüsünü ti’ye aldık neden bu kadar hiddetlendin ki, e sende kapalı ama istediği makyajı yapar sana ne diyorsun, sen nasıl feministsin/deistsin anlayamıyorum ki gibi gibi envai çeşit argümanlarla geliyorlar. durmuyorlar, gelmeye son sürat devam ediyorlar. kendim olma, kendimi tamamlama mücadelemle çok gurur duyuyorum ve endemik bir tür, liboş, eciş bücüş, alt kültür ya da her ne isek, lütfen böyle olmaya devam edelim diyorum. sevgiyle sarılıyorum.
Daha ilk okuldan itibaren okulda “açık”, dışarıda “kapalı” olduğu için korkunç bir kişilik bölünmesinin ortasına düşen öyle çok arkadaşım oldu ki… Okuldan çıkmak için herkesin okulu boşaltmasını bekledikten sonra başlarını örtenler mi ararsınız, okul arkadaşları ve öğretmenleri onları dışarıda “kapalı” görecekler korkusundan dışarı çıkamayıp gençliklerinin baharında kendilerini evlere, odalara kilitleyenler mi, onların bu hallerinden kesinlikle haberi olmayan, çocuklarının içine kapanıklıklarını “hanımhanımcık”lığına yoran aileler mi… Ben de muhafazakar bir ailenin çocuğuydum, ailem başımı örtmem için beni ağlatmaya varacak baskılar uyguluyorlardı, akrabalarımız örtünürsem ilk eşarbımı almak için sıraya girmişti, kuzenlerim arasında benden başka başını örtmeyen kalmamıştı, “Çok hanım hanımcık kız ama bir de baş örtüsü olsa…” cümleleri koruyorlardı daima. Ama ben başörtülü olmak istemiyordum. O arkadaşlarım gibi ortadan ikiye bölünmek istemiyordum. Bunun bir farz olduğu düşüncesi beynime kazınmış olmakla birlikte başörtülü olmaktan utanıyordum, ailem de başörtüsüz olduğum için benden utanıyordu. Onlar bana ısrar etmeyi bırakana kadar da başımı örtmedim. Bir gün artık bir yetişkin olduğumda, buna hazır olduğumu duyumsadığımda, kendi kararımı verip aileme de bildirdim. Elbette çok sevindiler. Ama başımı örttüğüm için daha iyi biri olmadım. Hatalar yapmaya, kusurlar işlemeye devam ettim. Onlarsa baş örtüsünün beni bir sihirli değnek gibi değiştireceğini, bir melek kılacağını düşünüyorlardı.
Baş örtülü iken hata yapmanın çok daha sert tepkilerle karşılandığını o zaman fark ettim. Bugün de başörtüsü meselesinin islamın en merkezi meselesi konumuna getirilmesinden, dinin çok daha kritik ve içsel inceliklerini gölgede bırakmasından, tüm müslüman ülkelerde savaşı, cahilliği, geri kalmışlığı, adaletsizliği, yoksulluğu, zulmü konuşmayan din adamlarının ağızlarında sakız olmasından, İslam coğrafyalarında erkek tahakkümünün bir simgesine dönüşmesinden çok rahatsızım. Tesettürün anlamının ne olduğu hakkında hala gitgeller yaşasam da, bugün hala başörtülü olmanın daha doğru bir karar olacağını düşünüyorum, sadece benim için. Bırakın herkes kendi kararını versin.
Teşekkür ederim. Psikolojik buhranımı bu yazıyla sonlandırmayı başardın. Kişilik bozukluğu yaşadığımı düşünüyordum uzun zamandır. Nihayet yalnız olmadığımı anladım . Teşekkür ederim …
Ben de daha 10 yaşında kısa kol giymesi yasaklanmış, aslında kapanmak istemediği halde ailesinden aldığı katı dini görüş sebebiyle ve aile/hoca baskısıyla 12 yaşında kapanan, 16sında dini sorgulamaya başlayan, 18inde güç bela başını açan bir çocuktum. Çok radikal islamcıydım o yaşlarda. Ama arkadaşlarım başımı kapalı görmesin diye okulun dışında görüşmezdim. Gerçekten o yaştaki bir çocuğun üstüne senelerce nasıl ağır yük yüklemişler, nasıl bir bilinçsizliktir.. Çok çok kızıyorum. Senelerce tek kare fotoğrafım olmadı, aynaya bakmadım, kendimden dahi utandım.
İnsan tek kendisi bu durumda sanıyor. Tek değilmişim, ne ilginç. Ve ne acı. Ben hiç dışarı belli etmezdim, belli etmediği için yardımcı olamadığımız kaç kızkardeşimiz var kim bilir…
[…] uygulanan cinsiyetler arası hiyerarşinin ortaya çıkış nedeni sorgulanmaktadır.” (Nasıl liboş oldum? Yazısına da buradan selam olsun […]
yorumlardaki festival havası baya enteresan. bu tarz bunalımları hepimiz yaşadık, yaşıyoruz. 15 yaşımdan beri kendimi bir gruba ait hissetmiyorum. daha doğrusu bir gruba ait olmaya inanmıyorum. yorum yazan arkadaşlar gibi ‘aa benim yaşadıklarımı yaşayan bir insan daha’ diyip gözlerim dolmadı benim. tabii ki de yaşayacaksın, yaşayacağız. neden kendimi suçlu hissedeyim ki. insanız. yani benzerini görünce el çırpanlar hala yeterince liboş olamamış olabilirler:) bana gelince liberal/liboş değilim. bir temsiliyete inanıp örtünmedim. farz olduğu için örtündüm. ne örtünmeye ne dinlediğim müziklere kimliksel anlamlar yüklemedim. sol cenahtaki bir mağduriyet için ya da hangi mahalle için olursa olsun adalet, hak adına sesimi yükselttim. zülfü livaneli dedi diye değil. ben yazıda başkaları için yaşayan ve o başkaları gittiğinde var olamayan birini gördüm. acımasız olduysam kusuruma bakmayın. ben de aynı handikapı yaşadım her gün yaşıyorum. neyi niçin yaptığımı sorguluyorum. ama bilmiyorum yazıdan anladığım kendinize çok dürüst davranmamış olabilirsiniz. selamlar.
Hep yazının sonundaki aynı yere dönüyoruz ya ve bari bu blogta dönmesek istiyor insan. İnsanların birbirleriyle hislerini paylaşması alkışlamak değildir. Bu yazı bir suçluluk hissini barındırmıyor zaten. Yaşadığımız bu gerilimi paylaşıp güçlenmek farklı, tabii yaşayacağız diyerek über güçlü olma zorunluluğu farklı. Tabii ki de yaşamayacağım, tabii ki de yaşamamalıydık. Sağımızı solumuzu çekiştiren bir toplumla savaşmak zorunda değildik, sadece Allah’la kalabilirdik. Bu bizim elimizde değil güneş, değildi. Tamam artık üzgün değiliz bak mizahını yapıyoruz, ironisini yapıyoruz :) “bir temsiliyete inanıp örtünmedim. farz olduğu için örtündüm” bu cümleyi hakikaten anlamadım. Temsil / reference/ atıf ne demektir belki bunları konuşmak gerekirdi. Farzların bir alt metni, anlamı ve meselesi oluyor biliyorsun. Ben de hayatımdaki hiç bir şeye kimliksel anlam yüklemedim, insanlar yükledi; derdim ve anlattığım şey de bu zaten. Mesela senin şu tavrına “radikal defansif müslüman” diyorlar. çok itici bir etiket değil mi sence de:( belki çok steril bir grupta kendini korumayı seçmişsindir. Güçlü görünen sesin burdan geliyordur. Ben de zülfü livaneli dedi diye sesimi yükseltmedim ama ilginç bir konu saptırma hareketi olmuş, tebrik ederim seni. Evet yazıda var olamayan 12-20 yaş arası bir bireyi dinledin doğru; şimdi varım ama burdayım ve çoğalıyorum. acımasız oldun, kusura bakmıyoruz, tam olarak bu kusura alışkınız. bu yazıyı dinleyen herkes kendi çatışmasını kendi mekanizmaları doğrultusunda açığa çıakrıyor. Üzgünüm seni de katı süper ego yapılanması olanlar içine alıyor ve acımasızlığınla ödeşiyoruz.
Merhaba silahsız avrat. Ben de yedi yıl önce “kapandım” 14 yaşında.ancak çok da bilinçli değildim bu yüzden kapandım dedim. Zaten namazlarimi kılıyorum, örtünmek beni pek de zorlamaz düşüncesiyle kapandım. Tesettüre gireli üç yıl oldu diyebilirim. Ama gel gör ki içimde hiç susmayan bi ses var. Yapamıyosun diyo. Yani gereğini yerine getiremiyosun, sana yakışmıyo diyo. Üniversitenin ilk yılı çok zorlandim yalan yok. Yorulmadim da değil. Çünkü her ortamda bi kimliğin var. Babam otoriter biridir ama cumaya zar zor gider. Annemse her zaman abdestli namazlıdır. Yengemler tavşan kulağı diye tabir edilen şekilde kapanirlardi sonra tamamen başlarını açtılar. Ananem annem bu durumu hayli ayipladilar. Şimdi annem sinaniyo mu ya da kınadığı başına mı gelecek diye düşünmeden edemiyorum. Eğer başörtümü cikarirsam çok pişman olucam bundan eminim ama içimdeki şüphe aylardır ruhumu kemiriyo. Üzgünüm ve yorgunum…
sevgili silahsız avrat kafanız ne kadar karışıkmış, annenizde baştan uyarmış keşke anne sözü dinleseymişsiniz.
başörüsünü takana , açılana, takmayana her varyasyona saygılıyım.
ama açılma sebebini birilerinden gördüğün yanlış muameleye bağlamak anlamsız.
takarkende açarkende isteğinle yapmış olmanı isterdim.
başörtüsü ne birileri isteği için ne de birilerine karşı olduğumuz için kapatılıp açılmayacağız malumunuz. burda üzülerek bi kaç yazı okudum; sanki islamyete başka bir yorum getirmeye çalışılıyor gibi. eşcinsel müslümanlıktan , hümanist müslümalığa uzana geniş bir skala.
hayatımızda yaşadığımız kötü islamiyet deneyimleri islamiyetin kusurundan değil, yanlış yaşayanların kusurundan. .
“Üniversiteye geldiğimde tam olarak olmak istediğim insana dönüştüm.”
Bu cumleyi kiskanmadim desem yalan olur. Ben hala istedigim insana donusemedim. Universite cok gerilerde kaldi ama ben hala duse kalka yolumu bulmaya cabaliyorum. Hala ortumu, inancimi, durusumu, yaptiklarimi, yap(a)madiklarimi sorguluyorum. Bir yandan bizim nesli de harcadilar diye herkese her kesime ofke duyuyorum.
Son paragrafa gelince biraz sakinlesiyorum.
“Artık insanlara ne olduğumu anlatma savaşını bıraktım. Toplumsal gruplara saygı duyma gayretimi de. Sadece bireyleri görüyor, sadece bireyleri dinliyor ve sadece bireylere saygı duyuyorum. Hâlâ inandığım dini sorguluyor, ama kaçınılmaz bir şekilde Allah’a inanıyorum. Bu sevgi gibi işte. Seviyorsan seviyorsundur.”
Bu kadar benzer hisse benzer hikayeye ragmen neden hala bu kadar yalniz hissediyoruz?